AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
IMF ile stand-by yersiz ve yetersiz

Hükümetin 2004 sonrasında da IMF ile bir stand-by imzalayacağını açıklamasının ardından kimi kesimler rahat bir nefes aldılar. Gerçekten de aralık sendromuna yakalanmış olan piyasaların bu tip bir güvenceye ihtiyacı vardı. Daha da önemlisi bu güvencenin çok da geciktirilmeden verilmesi gerekiyordu. IMF ile ilişkilerin 2004 sonrasında nasıl yürüyeceğinin çok uzamadan belirlenmemiş olması, sadece Türk kamuoyuna değil, Türkiye'yi yakından izleyen tüm çevrelere verilmiş önemli bir mesaj niteliği taşıyor.

IMF ile ilişkilerin bir şekilde devam ettirilmesi, kimi memnuniyet verici göstergelere rağmen kriz ikliminden tamamen kurtulamamış olan ve yapısal reform süreci büyük ölçüde devam eden Türkiye için elzemdi. Zaten bu genel yaklaşıma itirazı olan fazla kimse de yok. Tartışma daha ziyade ilişkilerin nasıl ve hangi düzlemde devam etmesi gerektiği üzerine yoğunlaşmıştı.

Sözgelimi MÜSİAD, IMF ile ilişkilerin asgari düzeyde ve program sonrası izleme çerçevesinde sürdürülmesi gerektiğini ileri sürüyordu. TOBB gibi kimi kurumlarsa önce stand-by'ın devam etmemesi gerektiğini söylerken baharda dövizin hareketlenmesinden sonra yeni bir stand-by programının gerekli olduğunu söylemeye başladılar. Her halükarda IMF'in odaklandığı % 6,5'luk faiz dışı fazla söylemi, TÜSİAD dâhil pekçok kesimi rahatsız etmekteydi.

Şüphesiz ki, kimi iktisatçılar ve piyasa analistleri, % 6,5'luk hedefin değiştirilmesinin bir şaşma ve gevşeme işareti olarak algılanacağını hâlâ iddia ediyor. Oysa aynen stand-by tabusu gibi, % 6,5'un da bir müddettir kafalara iyice işlendiği artık iyice ortada. Faiz dışı fazla için öngörülen % 6,5 hedefi, sonuç itibariyle bir makro modellemenin ve belli varsayımların ortaya koyduğu bir sonuç. Bu modeller, daha ziyade makro göstergeleri baz alıp, ekonominin normal seyrinde nereye varacağını hesaplamaya yarıyor.

Belli bir iktisadi hedef için birden fazla senaryo üretilebilir. Hükümet bir program yapıp belirlediği bir hedeften şaşmış değil ki. Öyle olsa, gevşeme iddiası anlamlı olur. Oysa ortada henüz planlama aşamasında olan bir program var. Hükümetin kısa ve orta vadeli kimi hedefleri olacaktır. Bunlar bir önceki ile neden tıpatıp aynı olsun ki.

Bir başka problem de Türkiye için en uygun formülün stand-by olarak kabullenilmiş olması. Stand-by, IMF'in krizle ilişkili tatbik ettiği bir uygulama, temel makro ekonomik dengesizlikler yaşayan ekonomilere acil önlemler paketi. Türkiye ise, henüz krizin etkilerini üzerinden atmaya çalışan, bünyesinde krize namzet unsurları etkisizleştirememiş bir yapıda.

Bundan sonrasında yapılacak işler, stand-by tipi bir programdan ziyade 1980'lerin başında Özal döneminde uygulanan yapısal uyum programlarındakilere benziyor. Zira stand-by'ın öncelikleri enflasyon, para arzı, kamu borcu ve dış açık gibi ekonomik göstergelerin normalleştirilmesi iken, bu tür programların önceliği ülke ekonomisini belli bir yapıdan kurtarıp başka bir yapıya taşımak.

Türkiye'nin temel meseleleri yapısal meseleler. Krizler, hemen her zaman bu yapısal bozukluklardan neşet ediyor bu ülkede. Bugün Türkiye'de işsizlikten dış ticaret açığına, faizlerin yüksekliğinden enflasyona, kamu kesim borç yükünden bankacılık sektöründeki bozulmaya kadar pekçok hususun temelinde harici şoklar ve dönemsel çalkantılardan ziyade yapısal bozukluklar var. Ciddi bir ekonomi politikasının bunların üzerine gitmesi gerekiyor.

Stand-by programında yapısal reformlar yok mu? Esasında var. Ancak yapısı, hedefleri ve öncelikleri itibariyle stand-by'ın Türkiye'ye sunacağı çözüm, en iyi ihtimalle sathi ve kısa vadeli olmaktan öte geçemeyecektir.


11 Ağustos 2004
Çarşamba
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED