|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kıbrıs'ta beklenen riskler önümüze çıkmaya başladı. Şöyle bir süreci hatırlayalım: Kıbrıs'ta Annan Planı için yapılan referandumda Türk tarafı "kabul" için oy verirken, Türkiye'nin AB yolundaki yürüyüşünü kolaylaştırmak ve Kıbrıs Türklerine yönelik "uzlaşmazlık" suçlamasını gidererek pazarlıkta olumlu bir konum edinmeyi hedeflemişti. Rumlar ise, "red" için oy verirken, bir yandan Kıbrıs cumhuriyeti olarak tanınmanın, diğer yandan da kazanılmış AB üyeliğinin avantajını kullanarak sonuç almayı planlamıştı. Referandum yapıldı, Türkler'den evet, Rumlar'dan hayır çıktı. Türkler uzlaşmadan yana, Rumlar uzlaşmadan kaçan taraf olarak görüldü ve o günlerde, Türkler'in olumlu tavrına ödül olarak yıllardan beri süren tecridin kaldırılması gündeme geldi. AB ve ABD yanında BM de bu yönde adımlar atacaktı. Ankara ve Kıbrıs Türkleri umutluydu, "tecrid"den kurtulmak mümkün olursa, Kuzey'de, Rumları pazarlık masasına oturmaya zorlayacak bir yapı oluşur, ya da uzun vadede KKTC için daha sağlıklı bir varoluş imkanı hazırlanabilirdi. Rumlar ise "tecrid"in kaldırılamayacağına oynadılar. Buna önce BM Güvenlik Konseyi'nin karar vermesi gerekiyordu, sonra da AB'nin... Rumlara göre bu sağlanamayacaktı ve "fiili durum", yani Rumlar'ın Kıbrıs'ın tümünü temsil niteliği baskın çıkacak, Kıbrıs'lı Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almaya, Türkiye AB ile ilişkiler gereği Kıbrıs Rum kesimini AB nezdinde tanımaya, Gümrük Birliğini onaylamaya mecbur kalacaktı. Ne oldu? Henüz ne BM'den ne de AB'den "tecrid"i kaldırmaya yönelik bir adım atılamadı. AB'deki arayış bürokrasi ve Rum ambargosu alanında eriyor, Annan'ın vaadleri ise BM Güvenlik Konseyi'nin tavrında... Buna karşılık Türkiye, bir miktar direndikten sonra AB ile ilişkiler gereği Rum yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımak, Gümrük Birliğini de kabullenmek zorunda kalıyor. Bunun yanında Kıbrıs Türkleri de neredeyse AB ile ilişkileri Rumlar üzerinden yürütmek için akın ediyor. (Papadopulos'un iddiasına göre 120 bin civarında Türk Rum yönetiminden pasaport, doğum ve kimlik belgesi alıyor) Bunun anlamı, "Fiili durum"un Rumların beklentilerini gerçekleştirecek bir istikamette ilerlemesi... (Burada hemen Türkler referanduma gitmese veya red oyu kullansaydılar durum değişir miydi, diye sorulabilir. Pek değişmezdi, çünkü Kıbrıs'lı Türkler'in Rum pasaportu alma yönelişi çok önceden başlamıştı ve Türk yönetimi bunu önlemekte zorlanıyordu.) Gelişmelerden Kıbrıs Türk yönetimi de Ankara da şüphesiz rahatsız. Ankara'da yapılan görüşmelerden, bir, Talat imzasıyla BM Genel Sekreteri'ne "rica" mektubu çıktı, iki Ankara'nın AB nezdinde diplomatik girişimleri artırma kararı çıktı. Peki bunlardan olumlu bir netice bekleniyor mu? Bence zor. Çünkü Rumlar, Türkiye'nin "müzakere tarihi alma"yı beklediği kritik zaman aralığına girildiğini ve bu dönemin daha çok taviz koparmak için uygun olduğunu düşünüyor. Diğer AB üyeleri, Rum kaprisini dizginler mi, bunun için Türkler'in adalet beklentisine ilgi gösterir mi, AB diplomasisinde böyle bir ahlaki tutarlılık var mı, olsaydı AB bunu taa Rumları tam üye olarak alırken ortaya koymaz mı idi? Peki Kıbrıs davası kaybediliyor mu? Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen Kıbrıs konusu, şu anda, aslında referandum öncesinde olduğundan farklı bir durumda değil. Değil, çünkü Kıbrıs halen iki parça durumunda, yani Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için de bir "fiili durum" söz konusu... Rumlar ve AB de, BM de biliyor ki, Kıbrıs meselesi adil bir çözüme kavuşmadan, bu fiili durumun kalkması mümkün değil. Rum fiili durumu kökleştikçe, Türk fiili durumu da kökleşecek. Rumlar ve belki AB, Türkiye'nin müzakere tarihi alma sürecinde muhtemelen bu fiili durumu değiştirmek istiyor ve Ankara'ya bu yönde baskı yapıyor. Muhtemelen bu baskılar artacak da... İşte kritik soru burada duruyor: Ankara bu baskılar karşısında ne yapacak? BM Genel Sekreteri'ne gönderilen mektubun dili çok "ricacı..." Biraz zaaf ruhu taşıyor. Görüldüğü kadar AB'ye henüz "taviz beklentileri"ni yokedecek net duruş sunulmadı. Bunda da AB ile ilişkilerin nereye konacağı sorusu önemli yer tutuyor. AB'ye "AB ile müzakere tarihi için ne gerekirse yaparız" imajı ayrı bir diplomasi üretecek, "Kıbırs'ta her şeye rağmen gerilemeyeceğimiz bir nokta var" imajı ayrı bir diplomasi üretecek... Ben, ikincisinin daha sağlıklı olacağını ve AB ile daha sağlıklı ilişkilere zemin hazırlayacağını düşünüyodrum. Birinci tavırdan, hem hayati tavizler verilip hem de AB ile ilgili hiçbir olumlu gelişme sağlayamamak gibi bir sonuç çıkabilir. DEMİRCİ HOCA'YA RAHMET: Osman Demirci Hoca, dar-ı bekaya göç eyledi. Kendisine sonsuz rahmetler diliyor, yakınlarına, muhibbanına taziyelerimi sunuyorum. Hocaefendi Türkiye'nin kalbi imarına güzel hizmetleri olan bir insandı. Eminönü Hocapaşa Camii'ndeki Cuma vaazlarında yaptığı dualardan "Rabbimiz baştaki başlara akıl, kalplerine iman versin" şeklindeki sözleri hala kulaklarımda... Güzel insanlar güzel sözleriyle kalıyor insanların içinde.. Rahmetle yadediliyorlar. "Fa'tebiru ya ül'il ebsar - Ey görebilenler ibret alınız" diye seslenilir musalla başında... İyi iz bırakanlardan da ibret almak lazım. Fatihalarımız böyle güzel insanlarla...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |