|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
| ||
|
|
|
|
|
|
|
|
|
2. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Birkaç yıl önce Anadolu Ajansı bir haber geçmişti. Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü'nden bir yetkili, balet sıkıntısı çektiklerini, ailelerin kızlarını balerin olarak görmek istemelerine rağmen 'külotlu çoraplar giyerek dans etmelerini içlerine sindiremedikleri için' erkek çocuklarının balet olmasını istemediklerini söylüyor ve balet yokluğunun önüne geçmek için de kendince mantıklı bir teklif getiriyordu: Devlet, Kimsesiz Çocuklar Yurdu'ndaki yetenekli erkek çocuklarını balet olarak yetiştirilmek üzere kendilerine vermeliydi. Beden kullanımıyla yapılan kimi sanat dalları gibi sporun bazı dalları da küçüklükten başlayan zorlu bir eğitim sürecini ve şaşmaz, aksamaz bir disiplini gerektiriyor. Çocuklardaki yeteneği keşfedenler antrenörler olsa da, çocuklarının o spora başlayıp başlamayacağına aileler karar veriyor. Halter, atletizm, güreş, boks gibi zorlu ve yapıldıkça beden estetiğini bozan, vücutta günümüz güzellik anlayışının dışında bir deformasyona neden olan spor dalları, orta-üst sınıf ailelerin çocukları için seçtiği sporlar olmuyor. Gelir düzeyi yüksek kentli aileler çocukları için yüzme, tenis, futbol, basketbol gibi hem popülaritesi ve kazancı yüksek, hem de vücudu biçimlendirip güzelleştiren spor dallarına yöneliyor. Yüzlerce kilonun kaldırılması esasına dayalı, yapanı oldukça bodur bırakan halter; vücut ağırlığının önemli olduğu, yağ ve kas yığının enseye kadar yükseldiği güreş; alınan her darbeyle yüzün normal şeklini kaybettiği boks; bacak kaslarını geliştirirken gövdeyi kaburgaları sayılacak denli zayıf bırakan atletizm nedense hep dar gelirli ailelerin çocuklarının payına düşüyor. Uluslararası müsabakalarda ay-yıldızlı bayrağı göndere çektirip milletin göğsünü kabartan, gazetelerin birinci sayfalarından "İşte azmin zaferi!" başlıklarıyla duyurduğu başarılara imza atan çocuklar; babaları köylü ise tarlada öküzle çift süren, köyde karnını doyuramayıp şehre göçmüş ise en iyi ihtimalle inşaatlarda, fabrikalarda, tamir yahut konfeksiyon atölyelerinde terini damıtarak evine ekmek götürmeye çalışan, anneleri çorap yamayıp evlere gündeliğe giden, kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim diyen ailelerin çocukları arasından çıkıyor. Olimpiyatlarda kazandıkları altın madalyalar karşılığında Cumhuriyet altınına boğduğumuz, milli bir başarıya imza attıkları için -biraz tiksinerek de olsa- bir iki günlüğüne bağrımıza bastığımız bu sporcular neden hep kara kalabalıkların içinden çıkıyor? Rutubetin tel dolap, basma perde, yatak döşek ve muşambalarla birlikte ciğerleri de çürüttüğü bodrum katlarına sığışmaya çalışan kalabalık aileler, parasız yatılılara, kuru ekmeğe, hastalıklara, çelimsiz kollara, bitlere, okullarda dağıtılan süt tozlarına yazgılı çocuklarını neden hayatlarında hiç bir karşılığı olmayan spor dallarında yetiştirilmeleri için 'eti senin kemiği benim' anlayışıyla devlete teslim ediyor? Neden bu spor dallarından hiç birinde, bir tane bile, bol proteinle birlikte kolej eğitimi almış, doğum gününde uzaktan kumandalı arabalarla ödüllendirilmiş 'Beyaz Türkler'in çocuklarını görmüyoruz? Kişisel azim ve irade sınavına icbar edilenler neden hayata sıfır noktasından başlayanlar arasından çıkıyor ve neden her başarı öyküsü 'sıfırdan zirveye' öyküsü oluyor? Neden birincilik kürsüsüne çıkanlar hep, yıl sonu müsamerelerine çıkartılmayan çocuklar arasından çıkıyor? NEDEN?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |