|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Gecenin bir vaktinde gözlerini açan kadın, yatağında doğruldu. Hava serinlemiş gibiydi. Aralık pencereyi kapattı. Geceyi ve evi dinledi. Oğlunun odasından biraz ses, biraz ışık mı geliyordu, ne? Herhâlde yine televizyon izliyordu. Belki de çoğu gece olduğu gibi televizyon açıkken uyuyup kalmıştı. Bu çocuğun davranışını anlayamıyordu. Koskoca delikanlı olmuştu, hâlâ adam gibi yatmayı öğrenememişti. İnsan hani çok yorulur da yatmak için gerekenleri yapamadan uyuyakalır. Böylesi bir kez, iki kez olur, olabilir. Ama bu çocuk, hem de kaç gece ya ders çalışırken, ya müzik dinlerken, ya ikisini birden yaparken -bu da tuhaf bir şey!- ya televizyon izlerken uyumuştu. Sabahlara kadar yanan ışığın, çalışan cihazın yaktığı elektrik bir yana, o ses, o ışık kim bilir nasıl zararlar vermektedir çocuğa! "Ah Ali ah! Bebek gibisin valla!" diye söylenerek oğlunun odasının kapısını açtı kadın. Evet, televizyon ekranından renkli ve hızlı görüntüler akmaktaydı. Yabancı bir diziydi galiba. Kaçan kovalayan arabalar… Yatağında uyuyan Ali'nin sağ elindeki kumandayı çekip aldı. Çocuğunun üzerindeki örtüyü biraz daha yukarı çekti. Gerçi mevsim yazdı, hava sıcaktı ama tedbirli olmakta yarar vardı. Gözlerini kısarak yaklaştı televizyona, düğmesini bulup bastı. Susturdu. Meğer ne çok gürültü çıkarıyormuş lânet âlet! Tam esneyecekken çenesini tutmayı denedi kadın. Sonra vazgeçti. Kocasının esneme karşıtı sözlerini, davranışlarını hatırladı. Dinin kuralları, Peygamber'in örnekliği, evet güzeldi, iyiydi elbette ama biz de insandık işte. Ayrıca Allah da büyüktü ve affederdi. Dünyada nice kötüler ve nice kötülükler varken… Mutfağın ışığı da mı yanıyor? Bu saatte? Kaynanası yarın oruç tutacağı için sahura kalkmış olabilir mi? Ama yarın ne perşembe, ne pazartesi. Yavaşça mutfağın kapısını açıyor. Evet o! Musluğu açmış, bir şey yıkıyor. Ne yıkıyor? Bir dilim karpuz. Yani bir dilimin bir dilimi. Hani bir lokmalık, bilemedin iki lokmalık bir karpuzcuk. Kırmızı ve belli ki lezzetli. İnsanın iştahını açıyor. Ne kadar güzel! Yumuşak ve saygılı bir sesle: "Ne yapıyorsun anneciğim?" diyor. Yaşlı kadın, elindeki karpuz parçasını göstererek: "Bunu nereden aldım, biliyor musun?" diyor. Gelin hanım, hayır anlamına gelecek şekilde başını sallıyor. Kaynana, tezgâhın üstündeki karpuz kabuklarının konduğu çöp poşetini göstererek: "İşte buradan aldım. Nankörün biri utanmadan atmış oraya!" diyor. Sonra elindeki karpuzu gelinine doğru uzatıp: "Bak bakalım, çürük mü bu? Kokla bakalım, bozulmuş mu?" diyor. Sonra cevap filân beklemeden ekliyor: "Ne kokmuş, ne çürümüş; sapasağlam karpuz! Ee, neden atılıyor öyleyse çöpe? Haa, neden?" Gelin bu soruya uygun cevabı yüksek sesle aramaya çalışıyor: "Belki yere düşmüştür. Çocuk da yere düştü, kirlenmiştir diye yemek istememiştir." diyor. Sahi, hangi çocuk? Oğlan, kız, ufaklık? Üçü de olabilir. Tuhaf titizlikleri var bu çocukların. "Kirlenmişse yıkasın!" diyor büyük anne. "Bu çocukların hâli pek fenâ kızım. Nimetin kadrini bildikleri yok. Yazıktır, günahtır. Caaanım karpuzu nasıl kıyıp da atıyorsun çöpe nankör? Allah insanı sınayıp duruyor. Böyle yaparsak vallahi başımıza taş yağdırır. Buldunuz da bunadınız mı? Bu nimetleri bulamayan nice insanlar var şu dünyada?" Gelin, "Haklısınız anneciğim" diyor; "Şimdiki gençler nimetin kıymetini bilmiyorlar. Öğretemiyoruz işte. 'Allah ıslah etsin!' diye dua etmekten başka ne yapabiliriz?" "Aç bırakmak lâzım bunları? Aç bırakıp terbiye etmek lâzım! Amma nerde öyle anne, nerde öyle baba?" Gelin bir yandan kaynanasının coşkunluğuna gülümserken, öte yandan evyenin kenarındaki iki üzüm tanesini alıp suya tutuyor. Kim bırakıyor bu güzelim üzümleri burada? Ben mi?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |