AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Doğru' kadraj Hürriyet'te

Başbakan Erdoğan'ın Rize gezisine ilişkin bir foto-haber... Habere üç gazete yer vermiş: Hürriyet, Milliyet ve Vatan... Önce Hürriyet versiyonu: Foto-haberin başlığı: "GÖBEĞİ AÇIK DİYE BARİYER ARKASINDAN HATIRA FOTOSU..."

Foto-haberin kendisi: "Erdoğan, protokol platformunda otururken kendisiyle hatıra fotoğrafı çektirmek isteyen ve göbeğini açıkta bırakan bir elbise giyinen Ayşe Topçu'ya, protokolün yaklaşık bir metre önünde bulunan bariyerin önünde durmasını söyledi. Başbakan, genç kadına, 'Siz bariyerin önünde durun, o şekilde fotoğraf çektirelim' dedi. Daha sonra da bu şekilde genç kadınla birlikte fotoğraf çektirdi."

Hürriyet, bu haberi sayfamızda gördüğünüz küçük fotoğraf eşliğinde sundu...

Haberin Milliyet ve Vatan versiyonlarına geçmeden önce, Hürriyet'in haberine ilişkin bir-iki şey söyleyelim... Şu nokta kesin: Fotoğraf, gerçekten de "göbeği açık kadın" bariyerin önünde duracak şekilde çekilmiş, bunu fotoğrafa bakarak anlamak mümkün. Öte yandan, fotoğrafın o şekilde çekilmesi arzusunun Erdoğan'dan geldiği de belli. Gazetenin, Başbakan'ın söylemediği bir sözü, onca şahit varken söylemiş gibi tırnak içinde aktaracağını düşünemeyiz, zaten aynı sözler Milliyet ve Vatan'da da var...

Soru şu: Başbakan o fotoğrafın öyle çekilmesini başka bir gerekçeyle istemiş olamaz mı? Mesela, fotoğraftan da anlaşılabileceği gibi "protokol" bölümü fazla kalabalık olduğu için vakit kaybetmeme kaygısıyla öyle davranmış olamaz mı? İlaveten, başka taleplerin gelme ihtimaline karşı da öyle bir "önlem" düşünmüş olamaz mı? Bunlar "varsayım" mı diyorsunuz? Tabii ki öyle. Tamam da, Hürriyet'inki (ve Milliyet'inki, ve Vatan'ınki) varsayım değil mi?

Üstelik, fotoğrafın Hürriyet'teki kadrajlanmış halini değil de Milliyet ve Vatan'daki (bakınız, sayfamızdaki daha büyük fotoğraf) tamamını esas aldığımızda Hürriyet'in varsayımının hiç değilse bizim varsayımlarımızdan daha zayıf olduğunu görüyoruz... Sizin de şahit olduğunuz gibi Başbakan'la fotoğraf çektiren, yalnızca "göbeği açık ve göğsü dekolteli Aysel Topçu" (bunu da Milliyet'in versiyonundan aldık) değil. Topçu'nun yanında bir başkası daha var ve gördüğünüz gibi onun başı örtülü... Bu durumda, Başbakan'ın, kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen herkesi "bariyerin önüne" davet ettiği sonucunu çıkarmak daha makul değil mi?

Şimdi de gelelim başlıktaki yargımıza: Evet, bizce Hürriyet fotoğrafın tümünü değil de kadrajlı versiyonunu 'doğru' kullanarak hareket etmiştir... Madem bir varsayımı hüküm içeren bir habere dönüştürerek yapılmaması gereken bir şeyi yapıyorsun, o zaman fotoğrafı da ona uydurup "çelişkileri gidermek" daha "doğru"... Sorarız size, aynı varsayımı aynı kesinlikle haberleştiren (yani: "Erdoğan, göbeği açık kadınla fotoğraf çektirmek istemedi") Milliyet ve Vatan'daki "tam" fotoğraflar okurların kafasını karıştırmaktan başka ne işe yaramıştır?!!

Son vermeden önce Milliyet'in birinci sayfa editörlerinin iç sayfa editörlerine verdiği ilan edilmemiş "kadraj dersi"nden de söz edelim... Milliyet'in iç sayfalarında yer alan "tam" fotoğrafa karşılık, gazetenin birinci sayfacıları tıpkı Hürriyet'çiler gibi gerekli çalışmayı yapıp, başı örtülü kadını fotoğraf dışında bırakmışlar... Tecrübe işte... (A.G.)


Gazetecilerin beslemeyip astıkları...

Aşağıda okuyacağınız satırlar Sabah gazetesinin 29 Haziran 2004 tarihli nüshasının 18. sayfasındaki "Savaş Abi" köşesinde yer almış... "Almış" diyoruz, çünkü "orijinal"ini gözden kaçırmışız; bu satırları gazeteye gönderilen ve 22 Ağustos'ta yayımlanan bir tekzip metninden aldık. Sabah yazarı Savaş Ay, sinema sanatçısı Nurgül Yeşilçay hakkında şöyle yazmış o gün:

"... Ağır madde bağımlılarının belirli özelliklerini yansıtıyor. Malum ya o tiplerin bir saniyeleri diğerine uymaz. Ürkek, çekingen, içine dönük halleri bir anda patavatsız, densiz, dengesiz hallerle tahterevalli olur. Kimi zaman süt dökmüş kedi hallerinde gezinirken anında volkan gibi patlar, agresif, ölçüsüz bir özneye dönüşürler... İşte tam da bu tavırlar içinde görüyorum Nurgül'ü..."

Görüyorsunuz, ne kadar kolay, bir insanı "ağır madde bağımlılığıyla" itham etmek... Tekzip metnini gönderen "Nurgül Yeşilçay Vekili" Av. Ali Cahit Polat ne güzel söylemiş:

"Yazıdaki somut iddia bir eleştiri ve yorum niteliğinde değildir. Esasen gerçek dışı olan fakat bir olgu görüntüsü verilen iftira niteliğindedir."

Av. Polat, "iftira" sahibinin psikolojisi konusunda da ilginç bir imada bulunuyor:

"Müvekkilemin sanatçı kişiliğine uygun ilke ve kuralları bulunmaktadır. Bazı medya mensuplarının alışık olduğu sanatçı-medya mensubu ilişkisini kuramadığından bu tür olumsuz tavırlar sergilenmektedir."

Sözün kısası, Av. Polat, bazı "medya mensupları"nın, yola getiremedikleri kişilerden, kalemlerini kullanarak öç aldığını söylemeye çalışıyor ki, hiç yabana atılır bir iddia değil bu. Biliyoruz ki, bazı "medya mensupları", onaylamadıkları insanlara karşı son derece yargılayıcı, hatta zalim olabiliyor.

İşte taze bir örnek: Cumartesi günü Radikal 2'de Ayça Şen imzalı Banu Özdemir portresi... (İtiraf edelim, bu portreyi kaçırmışız, Hürriyet'ten Ayşe Arman'ın eleştirisi sayesinde haberdar olabildik.) Şöyle şeyler varmış portrede:

"... Banu Özdemir, Saint Benoit'i bitirmiş. Hiç öyle serserilerle arkadaşlık yapmamış. Uyuşturucu kullanan arkadaşları olmamış, geceleri o bar senin bu kulüp benim gezmemiş, hiç sigara içmemiş, her akşam iş çıkışı yogaya, aerobiğe, ahşap boyama kurslarına gitmiş, skuba dayving yapmış, geçenlerde kaptan ehliyeti almış ve üç bin parçalık bir pazıla başlamış. 'Erkek arkadaşınla kesin tangoya da gitmişsindir' deyince, 'Hayır, salsaya gittik!' dedi...

"... Aslında Banu, annelerin hep olmasını istediği kız, İÜ İktisat'ı bitirip Işık Üniversitesi'nde işletme master'ı yapmış. Altı yıldır Eczacıbaşı'nda orta düzeyde yöneticilik yapıyor ve ciddi bir işte çalışıp bu tür 'zıpır' kitaplar yazmak hoşuna gidiyor... Feng Şui, yoga, meditasyon yaptığında depresyondan çıkıyor...

"... Banu Özdemir 'ortaya karışık' kumpanyasının gerçek prototipi. Hatta Muhsin'e (Şen'in fotoğrafçı arkadaşı) 'Muhsinciğim bak şu anda bir prototiple birlikteyiz' dediğimde, Banu samimi ve ışıltılı bir gülümsemeyle 'Evet, biz ofis kadınları hep böyleyiz' dedi."

Sahi, Savaş Ay, Ayça Şen ve başkaları nereden alıyorlar bu hakkı? Nasıl bir ruh hali bu? Bir ülkenin gazetecileri, haberlerine-portrelerine-yorumlarına konu olan insanların bir kısmını "beslenecekler", bir kısmını da "asılacaklar" diye kategorize ederse bu iş nereye varır? (A.G.)


Bunun da adı 'naif ırkçılık' olsa gerek

Tahmin ettiğiniz gibi "Tatil"de önümüze Kronik Medya'lık dünya kadar malzeme geldi gitti... Yine pek güzel tahmin ettiğiniz gibi bu "malzeme" (eksik olmasınlar) pekçok gazetenin katkılarıyla oluşmuş bir malzemeydi. Yeni Şafak'ın dışarıda kaldığını sanmayın! Bazı günler "O" da çok iyiydi doğrusu... Bu çerçevede aklımızda kalan en iyi örnek, gazetemizin Yargıtay Başkanı'na ilişkin yorumuydu tabii ki... Dünya âlemin "Bu ne iştir?" diye kafasının karıştığı günlerde Yargıtay Başkanı'nın yaptığı açıklamayı "hakikat" olarak ilan etmek az şey midir?!

Neyse biz gelelim başkalarına:

Önümüzde bir köşe yazısından çekilmiş şöyle bir bölüm var:

"Ben İzmir'de Paskalya yumurtaları yiyerek büyüdüm.

Babamın Yahudi komşularının çocukları ile dükkan önlerinde oynadım.

Hepsi çok iyi insanlardı."

Evet, hepsi bu kadar...

Şimdi belki diyeceksiniz ki "Ne var bunda? İşte ne güzel, köşe yazarı 'dinler arası diyalog'a ne kadar da açık, daha ne yapsın?"

Ama biz bu fikirde değiliz. Yazıdan aktardığımız bu bölümde yer alan "Hepsi iyi insanlardı" cümlesi bizce çok problemli.

Biz şöyle düşünüyoruz: Bir yazarın bir halk (burada Yahudiler) "Hepsi iyi insanlardı" şeklinde bir hüküm vermesi niçin olağan kabul edilsin? O (yani söz konusu yazar) dünyadaki çeşitli halkları, toplulukları değerlendirme yetkisiyle donanmış bir "otorite" midir ki, kendisinde "Hepsi iyi insanlardı" gibi bir yargıda bulunma gücünü (ve cesaretini) buluyor?

Peki bu dünyada "Hepsi iyi insanlardı" gibi bir cümle kurmak her zaman uygunsuz mu kaçar?

Tabii ki hayır... Bizler (ve bu arada o yazar) tabii ki "Geçen gece beraber olduğum insanların hepsi iyi insanlardı!" diyebilir. Ya da "Bizim dünürler gerçekten iyi insanlar" diyebiliriz...

Ama söz konusu olan etnik ya da dini temelde bir topluluk ise bu cümlenin kurulması çok sakıncalıdır. Yani, "özel hayat"a ilişkin değerlendirmelerde "evet", ama iş diğer cenaha dayandığı zaman bu şekilde değerlendirmelere olumlu da olsalar "hayır"...

Çünkü bir milletten, bir topluluktan, bir halktan "Hepsi iyi insanlardı" şeklinde söz edilmesi herşeyden önce (bu sonuca bir "endüksiyon" sonucu varılamayacağına göre) yanlıştır. Ve tabii çok daha vahimi, bir topluluk hakkında "fetva" vermeye kalkışan bu tavır (hiç istemese de) ırkçı bir tavırdan çok uzak değildir... "Naif bir ırkçılık" tabii ki, isteyerek yapmıyor! Ama sonuç "ırkçılık" ya siz ona bakın.

Bu tür "yüksekten" yorumları işitince insanın şöyle demesi geliyor: "Hadi bakalım; diyelim ki 'Hepsi iyi insanlar değildi', o zaman ne olacak yani?!" (K.B.)


24 Ağustos 2004
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED