AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Dedelerimizin evlerini terkettik...

Başbakan Erdoğan, memleketi Rize'de hemşehrilerine "Hayin, kötü evler yapayisunuz" demekle çok önemli bir konuya dikkat çekti. Başbakan'ın bu çıkışması, bence siyasi açıklamalarından çok daha derin bir anlam taşıyor.

Dedelerinin yaptığı ev tarzını terkeden ve "hayin, kötü evler" yapanlar sadece Rize'de mi?

Ordu'da, Trabzon'da, Edirne'de, Antalya'da, İzmir'de, Bursa'da velhasıl memleketin her tarafında durum aynı.

Bas betonu, ör tuğlayı, çık katları!

Odalar şuraya, salon buraya, mutfakla banyoyu da oraya yerleştirdik mi, tamamdır!

*

Önceleri her yörenin iklim şartlarına göre bir yapı tarzı vardı. Nevşehir'deki başka, Erzurum'daki başka olurdu. Dedelerin bina tarzı yerine, sözüm ona modern usülde yapılanların birbirinden farkı kalmadı.

Bir Ege'den bir de Doğu'dan iki bina fotoğrafını yanyana koysak, arada fark kalmadığını görürüz.

Resmî binalar ve okullar da memleketin her köşesinde bir örnek yapılıyor artık. Sivil mimari diye bir şey neredeyse kalmadı.

Hepsi, acemi ve estetik yoksunu bir tek mimarın elinden çıkmış ve kopyalanmış gibi.

Malzeme kalitesiz ve ucuz, dayanıklılık düşük, estetik sıfır, mahalli özellikler sıfırın altında.

Bu sözleri yalan çıkartacak yapılar tek tük çıkar ki onların yüzdesi "bir" bile etmez.

Her şehrimiz, her kasabamız çarpık çurpuk yapılaşma ile büyüdüğünden, istilaya uğramış görüntüsü veriyor.

Düşman zoruyla yapmaz insan böyle bir ihaneti.

*

"N'apalım abicim, paramız kıt!.."

Tek savunma örneği var, o da bu.

Parasızlık.

"Paramız olsa, biz bilmez miyiz şahane binalar yapmayı?" Vallahi şüpheliyim.

Bu sadece parayla izah edilecek bir konu değil çünkü.

Aynı masrafla daha estetik, daha şık binalar yapmak mümkün.

Daha çok paramız olsa, daha büyüğünü yapmakla yetiniriz gibi geliyor bana. Osmanlı'nın çöküş döneminde yaptığı evler, bizim yükselirken yaptıklarımızdan daha kaliteli, daha insani, daha sağlıklı.

Buradaki tersliğin tek açıklaması maddî olamaz. Şimdi dedelerimizden kalan evler, valilik kararlarıyla koruma altına alınıyor.

Onlar da birer birer yok olmaya mahkûm. Zira çivi çakmak bile izne bağlı.

Çocuklardır şehrin asıl sahibi...

Şair Osman Bülent Manav, yeni çıkan kitabına "Musandıra" adını uygun görmüş. Artık pek azımızın hatırladığı musandıra için "Mahremiyete düşen ışığın yok ettiği musandıranın hikâyesi" başlığıyla bir giriş yazmış kitabına.

"Anadolu'da 'musandere' olarak telaffuz edilen musandıralar, hem gündelik ihtiyaçlar için bir depo vazifesi görür, hem de göz önünde bulunması istenmeyen lâkin bir gün lazım olabileceği düşüncesiyle evden 'ihraç' edilemeyen eski püsküyü barındırırdı.

Musandıra, 'gömme dolap' tabir edilen bir tarzda yapılır, kapağı duvar seviyesinde olur ve ana gövde duvarın derinliklerine doğru uzanırdı. Zaman zaman musandıradaki eski eşyalar aile fertlerince ortaya dökülür; bir yandan 'atalım gitsin'cilerle 'sakın ha, belki lazım olur'cular tartışırken, öte yandan çeşitli hatıraların yadedilmesine vesile olurdu. İhtiyarlar iç geçirir, çocuklar meraklı gözlerle seyrederdi.

Duvar kalınlıkları bugünün neredeyse oda genişliklerine denk olan eski evlerde, duvarın içine 'gömülerek' yapılan bu dolapları, günümüzün 'kağıt kalınlığına' indirgenmiş duvarlarıyla bağdaştırmak ciddi bir hayal gücü istiyor."

Kitaba adını veren şiirin ilk kısmına göz atmakla yetineceğiz.

Kağşamış evlerin cumbalarından
Sokağı gözleyen çiçekler gibi
Gerçeği hayalle kanatlandıran
Çocuklardır şehrin asıl sahibi...

Çocuk yüreğinde büyürse umut,
Kahve köpüğüne dünyalar sığar.
Acıyı sabırla örtmeli sükût,
Gün doğmadan evvel gör neler doğar...

Hem eski eşya hem masal dolabı,
Sini, kevgir, maltız, hepsi burada,
Sabırtaşı, Harkıt, Lokman kitabı,
Hayal ve hakikat musandırada...

Burası bir turfe dükkân-ı hikem,
Raflarda rengârenk umutlarımız,
Kimi harcıâlem, kimiyse mahrem,
Bütün hiçliğimiz, bütün varımız...

NE GARANTİSİ KARDEŞİM!

Boğaz'daki köprüler yılın ilk yedi ayında 74 trilyon kazanmış. Para basma makinesi de ancak bu kadar çalışır.

Üçüncü köprü için görüşmeler yapılan Malezya firmasının, 'geçiş garantisi' talep etmesi bu durumda garip kaçıyor.

Biraz matematik bilen biri varsa o firmada, beş dakikalık hesap yapar ve ertesi gün kazmayı eline alırlar.

İstanbul'un ve Türkiye'nin nüfus artışı ile araç artış oranı ortaya konduktan sonra, hesap kendiliğinden çıkar.

Hele o firma yetkililerini bir sabah bir de akşam mevcut köprülerden geçireceksin ki görecekler oradaki tıkanıklığı, hemen bir sonraki köprü yahut tünel için de şimdiden yer aramak gerektiğini kendileri söyler.


24 Ağustos 2004
Salı
 
MEHMET ŞEKER


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED