AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Olimpiyat mı, 'paradigma çöküşü' mü?

Atina'da yapılan olimpiyat oyunlarının sembolik olarak Batı medeniyetinin temellerine gönderme yaptığı, onu oluşturan ruhu canlandırmaya yönelik bir amacı olduğunda kuşku yok. Bu, hem dört yılda bir yapılan bizatihi olimpiyat fikri hem de olimpiyatların yurdu kabul edilen Antik Yunan vesilesiyle bu yılki oyunların Atina'da gerçekleşmiş olmasıyla sebebiyle anafikir daha da güçlendirilmiş oldu.

Ne var ki, Batı medeniyetinin temelinin Antik Yunan olduğu fikrinin canlandırılması gibi olimpiyat düşüncesi de modern bir olgu. Yunan medeniyetinin Batı medeniyetinin Kâbesi sayılması çok geç bir keşif aslında. Yunan düşüncesi çok daha erken dönemde Batı Avrupa'ya aktarılmış olsa da Yunan medeniyetinin Batı için bir tür Kabeye dönüştürülmesi modern bir Avrupai icattır.

Yunan medeniyetinin Kâbeleştirilmesi ile olimpiyat fikrinin evrensel hale getirilmesi modern Batı medeniyetinin bir icadı olarak hayli modern unsurlar taşır. Bu fikrin Batı düşüncesinde, geleneğinde bir sürekliliğe işaret etmesinden çok modernitenin kendine tarihsel bir temel arama, daha doğrusu ironik biçimde bir 'gelenek icat etme' gayretine bağlayabiliriz. Bu anlamda biraz Hobsbown'dan esinlenerek, Batı medeniyetinin geleneksel bir medeniyet değil ama geleneği olan bir medeniyet olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel toplum olmakla (icat edilmiş de olsa) geleneği olan bir toplum olmanın ayrımı anlamında modern bir örnektir Batı uygarlığı.

Bokstan atletizme kadar çok farklı alanlarda Amerika'ya altın madalya kazandıran sporcuların önemli bir kısmının siyah ırktan olması artık alışılmış bir durumdu. Bu durum büyük Amerikan başarısının bir ironisi olarak kanıksanmıştı. Atina Olimpiyatları'ndaki siyah rengin gittikçe etkinlik alanın artırdığını 5000 metrede fark etmeye başladık. Son dünya futbol şampiyonasındaki Fransız takımındaki siyah yoğunluk, Fransa gibi 'beyaz adam' idealini/ayrıcalıklılığını milli kimlikle eş sayan bir ülkenin beyaz geleneği ile modern kimliği arasındaki çelişkiyi ortaya koyan bir durumdu.

Olimpiyatların özellikle Soğuk Savaş döneminden beri ideolojik mücadelenin göstergesi haline gelmesi 'beyaz adam miti'nin de çöküşünü beraberinde getirdi. Aslında bu beyaz adam mitinin çöküşü batı mitinin paradigmatik bir çöküşüdür.

Amerika'nın ya da Sovyetler'in birbirinden sporcu ayartmalarına kadar vardırdığı ideolojik spor yarışları çok katılımlı bir siyasal yarışa dönüşmüş bulunuyor. Olimpiyat oyunlarında her ülkenin çok değişik alanlarda yarışa girmesi, madalya mücadelesinde ön sıralara çıkma kaygısı modernliğin icat ettiği miti, yani beyaz adam söylemini de yerle bir etmiş görünüyor. Artık yarış iki büyük güç arasında değil, kas ve beyin gücünü göstermek isteyen her ülkenin kıyasıya yarıştığı bir arenaya dönüştürdü olimpiyatları. Bir tür gelişmişlik, zenginlik hatta uygarlaşma gösterisi…

Ancak bir uygarlaşma göstergesi sayılan bu 'beyin ve beden gücü' artık "üstün kuzey ırkı"nın yada WASP (White,Anglo-Sakson, Protestant) modelinin (en azından sporda) tekelinden çıkmış görünüyor. "İnsan aklının ve bedenin alabildiğine abartılışı"nın uygarlığı olan Batı uygarlığı aydınlama çağının ve modernitenin iddialarını kendi eliyle çürütür hale geldi. Bırakınız Akdeniz esmeri İspanya, Portekiz gibi ülkeleri, veya sömürge geçmişi olan İngiltere ve Fransa gibi beyaz Avrupalıları Kuzey Avrupalı devletlerin bayrağını göndere çekenler arasında küçümsenmeyecek sayıda siyah Afrikalı sporcu var. Renk ve beden olarak, bugünkü Avrupa fikrinin kurucu babalarının (Hegel gibi) aşağıladığı siyah ırkın kas gücüne mahkum olmak çok değil 40-50 yıl öncesi için Batı dünyasında hayal edilemeyecek bir durumdu.

Aydınlanma fikrinin ilkel pozitivizmini ithal eden "beyaz Türk seçkinciliği" de bu "gurur kırıcı" durumdan nasibini aldı. Zaman zaman kazanılan kimi uluslar arası başarıları resmi ideolojinin hanesine yazdırmaya çalışan seçkinci zihniyet bu olimpiyatlarda pek perişan görünüyor. Her ne kadar devletin para ile sporcu satın alması Naim Süleymanoğlu ile başlasa da 2004 Atina Olimpiyatları'ndaki durum hayli farklı. Naim olayı, sonuçta, ideolojik savaş şartlarında, etnik ve kültürel olarak halkın kendinden saydığı bir unsurun kazandırılması ile 'milli gururun okşanması'na hizmet etti.

Atina Olimpiyatları'nda "Atatürk kızı" ilan edilen sporcunun dopingli çıkması gibi yüz kızartıcı bir durumdan sonra tüm umutların ne etnik ne kültürel anlamda milli gurur okşayıcı bir boyutu olmayan Afrikalıya bağlanması hayli beyaz Türk seçkinleri açısından hazin bir durumdu.

Avrupa'da 'beyaz adamın üstünlüğü' ya da 'üstün kuzey ırk' teorilerine dayalı dünya tasavvurunun yerlere serilmesi gibi bizde de her başarıyı Atatürkçülük üzerinden ideolojik propaganda malzemesi olarak kullanan seçkinci anlayışın çöküşünü belgeleyen bir olimpiyat yaşadık.

Atletizm gibi estetik ve teknik (beden ve beyin) sporunda gösterilecek başarı ile beyaz, Batılı yanımızı bir siyah sporcu ispatlamak isterken aslında paradigmanın çöküşüne tanık oluyoruz tüm ülke olarak. Sonuçta spor yarışmaları da ideolojik mücadelenin bir göstergesi olarak okunduğu takdirde çok ilginç sonuçlar çıkarılabilir…


26 Ağustos 2004
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED