|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünden Bugüne Tercüman gazetesinin (25 Ağustos) manşetine göre, "sınırı aşan" Alman büyükelçi "Azerbaycan, Karabağ'dan vazgeçerse Ermenistan'la sınır kapısı açılır" demiş. Haberin dibinde büyükelçiden "ben öyle bir şey söylemedim" açıklaması... Zaten söylese saçma olurdu: çünkü "Sınır kapısı"nı kapalı tutan Türkiye... Ermenistan ise kapının açılması için sürekli ricada bulunan taraf.
"ALMAN ELÇİ'DEN GARİP AÇIKLAMA... Doğu Anadolu ve Karadeniz illerini adım adım gezen Büyükelçi Born, Kars'ta sınırı aştı: Azerbaycan, Karabağ'dan vazgeçerse Ermenistan'la sınır kapısı açılır... "Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Wolf Ruthard Born, Kars Belediyesi'ni ziyareti sırasında diplomatik nezaket sınırlarını zorladı. Başkanvekili İsrafil Çakaz'ın Türkiye-Ermenistan arasındaki Doğukapı Sınır Kapısı'nın açılması gerektiğini söylemesi üzerine Born, 'Kapının açılması için Azerbaycan-Karabağ sorununun çözülmesi lazım. Azerbaycan hükümeti Karabağ'dan vazgeçerse kapı açılır' dedi... "Born'un 'Bildiğim kadarıyla Kars ve çevresi, Ermenistan Anayasası'nda, Ermeni sınırları içerisinde belirtiliyor. Ben okumadım ama duydum' demesi de soğuk duş etkisi yaptı." Kars ve çevresine ilişkin Ermenistan Anayasası'ndaki ifadeler faslını sona bırakalım; onun cevabını büyükelçiden alırız. Biz şimdilik manşetin ana teması, yani büyükelçinin "Azerbaycan, Karabağ'dan vazgeçerse Ermenistan'la sınır kapısı açılır" sözleri üzerinde yoğunlaşalım... Bu cümleden her okuyanın çıkartabileceği tek bir anlam var: Sözü edilen kapı Ermenistan tarafından kapatılmıştır ve açılması için bir tek yol vardır: Azerbaycan'ın, Ermenistan tarafından işgal altında tutulan Karabağ'dan vazgeçmesi; ki Alman büyükelçi de böyle diyerek büyük bir "diplomatik gaf" yapmış, Tercüman da vakit geçirmeden ağzının payını vermiştir... Oysa gerçek durum şudur: Ermenistan'la Türkiye arasındaki sınır kapıları Karabağ'ın işgalinden hemen sonra Türkiye tarafından kapatılmıştır ve açılmaları, işgalin sona erdirilmesi şartına bağlanmıştır. Ermeniler sürekli olarak kapıların açılması için ricada bulunmaktadırlar...
Bu gerçek orta yerde dururken böyle bir haber yazabilmek ancak şu varsayımlar altında mümkündür: 1.) Alman büyükelçi bu gerçekten habersizdir; tersinin geçerli olduğunu sanmaktadır... 2) Onu dinleyen gazeteciler de (ve tabii bu arada Dünden Bugüne Tercüman) habersizdir; ki büyükelçiyi düzeltmemişlerdir... BU NE PERHİZ... İç sayfalarda "Alman büyükelçi Kars'ta damdan düşer gibi konuştu: ŞAŞIRTAN AÇIKLAMA" başlığıyla ve aynı kesin ifadelerle devam eden haberin ayağında, tek sütunluk başka bir haber daha okuyoruz: "BÜYÜKELÇİ: YORUMLAR BANA AİT DEĞİL." Gazete alt başlıkta gene bildiğini okuduktan sonra ("Kars'ta sarf ettiği sözlerle şaşkınlık yaratan Büyükelçi, dün Ankara'daki açıklamasında ise 'Yorumlar bana ait değil' dedi"), haberde artık mecburen büyükelçinin "şaşkınlığını" da yansıtmak zorunda kalıyor. Yani: "Büyükelçilik yetkilileri aracılığı ile Tercüman'a açıklama yapan Born, Kars'ta bir gazetecinin Azerbaycan-Ermenistan durumunu sorduğunu ifade etti ve 'Almanya'nın Ankara'daki Büyükelçisi olarak hiçbir şekilde, bu ikili veya üçlü sorun hakkında yorum yapma durumunda olmadığını vurguladığını' söyledi. Born, kendisi ile beraber olan Türk yetkililerin, 'Ermenistan-Azerbaycan arasındaki ana sorun, Karabağ probleminin çözümü' dediğini ve aynı yetkililerin, 'Ermenistan anayasasında Türkiye'nin doğu bölgesinde Ermenistan'ın hakkı olduğu değerlendirmesi' yaptığını, kendisinin de bu değerlendirmeleri, hiçbir özel yorum katmadan, kendisine soru yönelten gazeteciye aktardığını dile getirdi." Gördüğünüz gibi "olay"ı öğrenmeye çalışan, sürekli soru soran (ki bu da imâlı bir ara başlık olmuş haberin içinde) yeni bir büyükelçiyle karşı karşıyayız. Hiç kuşkumuz yok: Büyükelçi bundan sonra Türk basını hakıknda da soru sormaya başlayacaktır... Son olarak şunu da söyleyelim: Bu müthiş haberde ne imza var, ne kaynak var... (A.G.)
'Basın Tarihimiz'in ilginç bir sayfası
Sabahattin Ali ve Necip Fazıl, her ikisi de "Milli Şef" yönetimine karşı oldukları için 1947 yılında bir mapushanede karşılaşırlar. Sabahattin Ali, sonradan mecburen başka sıfatlar da alacak olan Marko Paşa'nın başındadır. Necip Fazıl ise, Büyük Doğu'nun...
Tuncay Akgün'ün yönetimi ve Adnan Özer'in danışmanlığı altında yayımlanan aylık dergi Kaçak Yayın, 16. sayısını idrak etmiş de haberimiz yok... Son sayısından hareketle söyleyecek olursak hiç mi hiç fena olmayan, şiirden siyasete pekçok konuyu kurcalayan bir gençlik dergisi. Elimizdeki 16. Sayı İsmet Özel ile yapılan bir röportajı kapağa çıkarmış. Necip Fazıl'ın "100. Yıldönümü" de derginin geniş yer aldığı bir diğer dosya. (Yeri gelmişken: Siz ne düşünüyorsunuz bilemeyiz ama, özellikle son yıllarda sıkça karşılaştığımız bu "Doğum Günleri"ne biz pek bir anlam veremiyoruz. Hatta, Necip Fazıl örneğinde olduğu gibi bu dünyadan göçmüş kimi şahsiyetleri, ölmemişlercesine, 100 yaşına ya da sırasında 200 yaşına bastırmanın pek uygun bir hatırlama biçimi olduğunu da düşünmüyoruz.) Kaçak Yayın'ın Necip Fazıl dosyasında, sizin de ilginizi çekeceğini umduğumuz çok hoş bölümler var. Mesela Nihat Genç'in Necip Fazıl'ın şiiri üzerine kaleme aldığı eski tarihli "Bozuk Ölümler" başlıklı yazısı bize göre tazeliğini hâlâ koruyor... Söylediğimiz gibi, "dosya"da dikkat çeken başka bölümler de var. Ancak bizim burada (sayfamızın ruhuna uygun olarak!) sizlere aktarmak istediğimiz bölüm, doğrudan "Basın Tarihimiz"i ilgilendiriyor. Çok hoş, ama gerçekten çok hoş bir hikaye... Aktaracağımız bölümü, Mehmet Ergün'ün "Mâkam-ı Yusuf'ta iki karşıt: Sabahattin Ali ile Necip Fazıl" başlıklı yazısından çekip çıkarıyoruz. Sabahattin Ali ve Necip Fazıl, her ikisi de "Milli Şef" yönetimine karşı oldukları için 1947 yılında bir mapushanede karşılaşırlar. Sabahattin Ali, sonradan mecburen başka sıfatlar da alacak olan Marko Paşa'nın başındadır. Necip Fazıl ise, Büyük Doğu'nun. Bu iki "Milli Şef" muhalifinin bu karşılaşması kısa bir süre bakın nasıl bir "dayanışma"ya dönüşür. Mehmet Ergün anlatıyor: " 'Marko Paşa'nın sahibi', Sabahattin Ali, dergisinde, 'demokrasi savaşı' veriyor. Koşullarla da bağdaşan bir durum bu. 'Tek partili siyasal yaşam'dan 'Çok partili siyasal yaşam'a resmen geçilmeye çalışılan bir dönem söz konusu çünkü. (...) Ancak yukardan, 'Milli Şef'in yönergesiyle başlayan bu süreçte payına düşen baskı oluyor. Bunun nedeni, kavgasını verdiği demokrasi ile geçilmeye çalışılan demokrasinin bir ve türdeş olmaması. Demokrasiyi emekçilere kapalı, mülk sahiplerinin kendi aralarında oynadıkları bir oyun olarak gören anlayışa karşı çıkıyor o. (...) Necip Fazıl ise, Büyük Doğu'da, somut bir 'devlet projesi' ile 'Milli Şef' yönetimine karşı çıkıyor. (...) Görülüyor; bağdaşmalarına olanak bulunmayan iki eğilimin temsilcisi onlar. Üstelik Sabahattin Ali'nin Marko Paşa'sı, zaman zaman Necip Fazıl'ı iğnelemekten de geri durmamıştı." Evet durum bu merkezde... Ancak ne zaman ki Marko Paşa sadece yasal engeller değil, basım ve dağıtım sorunlarıyla da karşılaşıyor, bir de bakıyoruz ki, Necip Fazıl'ın Büyük Doğu'su Marko Paşa'yı kendi matbaasında basmaya talip oluyor... "İşte bu dar dönemde Sabahattin Ali'ye omuz veren 'ranza' arkadaşı Necip Fazıl oluyor. Marko Paşa'nın Malûm Paşa 'nam-ı müstearı' ile yayımlanan sayıları, bir 'protokol' çerçevesinde, Büyük Doğu Matbaası'nda basılıyor." Peki söz konusu olan "protokol" nasıl bir şeydi? İşte sonunda geldik bu çok ilginç "protokol"a. Olduğu gibi aktarıyoruz: "Necip Fazıl Kısakürek'in sahibi bulunduğu (Büyük Doğu) matbaa ve müessesesi (Malûm Paşa) gazetesini aşağıdaki şartlar altında basmayı kabul etmiş ve her iki taraf anlaşmayı imzalamıştır: 1) Bu gazete en yakın ve uzak mânada kominizm ideolojisi ile hiçbir alâkası olmadığını ve metinleri altında bu mânayı uyandıracak hiçbir satır bulundurmamayı kabul ve ilân eder. 2) Bu gazete, din ve mukaddesatı, samimiyetsiz ve halisiyetsiz olarak sırf istirmarcı bir ruh haletiyle benimseyenlerin şahıs ve fikir seciyeleri müstesna, gerçek din ve mukaddesat bahsinde en küçük bir tecavüz ve ihtifafa sayfalarında bir yer vermemeyi kabul ve ilan eder. 3) Necip Fazıl da, bu gazetenin yukarıdaki iki madde mahfuz olarak istediği siyâsi kutup ve rejime karşı, istediği mikyasta ve istediği görüş merkezinden hareket ederek zıt cephe almakta serbest olduğunu kabul ve ilân eder. (9.9.1947") "Protokol"un ruhu epeyce açığa çıkmıştır artık. Mehmet Ergün, aktardığı "protokol"u şöyle yorumluyor: "Dönemin koşulları gereği adı seçikçe konamıyor ama amaçlananın 'Milli Şef Yönetimi' olduğu çok açık. Necip Fazıl, Marko Paşa'nın 'etki gücü'nün bilincinde ve 'Milli Şef Yönetimi'nin yıkılması için bu güçten sonuna dek yararlanmaya çalışıyor." Görüyorsunuz; bugün kimi kalemlerin hemen her gün "ifşa etmeye" çalıştıkları "güçbirliği çabaları"nın tarihi ne kadar gerilere gidiyor! Kaçak Yayın'ın dosyasında Necip Fazıl'ın Malûm Paşa'yı kendi matbaasında bastığı için gelen eleştirilere verdiği cevaba da yer verilmiş. Hikaye hoşunuza gittiyse artık o bölümü de dergiyi satın alarak okuyun! Haa bir de şu husus: Dikkat ettiyseniz, "protokol" (eğer olduğu gibi aktarılmışsa) "kominizm"den söz ediyor! Doğru aktarılmış olsa gerek; çünkü "soğuk savaş" boyunca yerden yere vurulan öğretinin adı hemen her yerde "kominizm" olarak geçerdi... (K.B.)
Gözden kaçmasın...
İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Vatan'dan (23 Ağustos) Elif Ergu'nun "intihal" konusundaki sorularını cevaplıyor...
İddiaların bir kaynağı var, o da Virginia Üniversitesi web sitesi... Onlar bu kitapla ilgili intihal suçlamasını getirdiler... Virginia Üniversitesi'nin resmi internet sitesi değil o site. Orada görevli bir akademisyenin sitesi. Bunların içinde başka işler var.
Ne gibi? Virginia Üniversitesi'nin böyle bir uğraşı yok. Fethullah Efendi Amerika'da.
Ne ilgisi olabilir bu konuyla? Birileri Virginia Üniversitesi'ndeki adama ulaştırmış bunları. Onlar Türkiye'de hukuk yok sanıyor.
Bu bir profesöre yapılabilecek en ağır suçlama, neden böyle bir suçlamayla karşı karşıyasınız? Benim suçum hırsızlık değil, türban. Bunların nedeni türban. Gerici ve bölücülere karşı dik duruşum. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek anlamda vatandaşıyım. Özü, süzü, soyu sopu belli olan biriyim. Kimseye ödün vermem. Tek suçum türbandır, ben bu suçla onur duyuyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |