|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu laf bizim değil. Sanırım bir Yargıtay başkanı adli yıl açlış töreninde söylemiş. Zaten yargı mensuplarının "vicdanı ile cüzdanı arasında sıkıştığını" artık toplumda bilmeyen kalmadığına göre, bu lafı kimin söylediği çok da önemli değil. Bizdeki bütün kurumlar ve kurallar gibi yargı da istisnalara, farklılıklara, ayrıcalıklara tâbi. Yargı bağımsızlığı hem var hem yok. Yargı hem kutsal hem değil. Yargıçlar hem vicdanlarının sesine hem de devletin yüce ve kutsal buyruklarına bağlılar. Hem kimseden emir ve talimat almazlar hem de idarenin en asli mensupları gibi davranırlar. Yargıya hem kimse müdahale edemez hem de ( bu tabir için yargının saygın mensuplarından özür dilerim) herkesin eli yargının cebindedir. Bizdeki demokrasi gibi yani… Demokrasi var mı yok mu, biz bile hala anlayabilmiş değiliz. "Yargının bağımsız olmadığı, 1982 Anayasası ve ilgili yasalar çerçevesinde ortada ama, hiç olmazsa yargının adaletinden söz etmek mümkün olabilmeli" diye düşünenlerdenim. Yani en azından yasaların eşit uygulanması anlamında adaletten söz ediyorum. Diyeceksiniz ki, "yasaları eşit uygulamakla görevli diğer görevliler bunu yapıyorlar mı ki yargıdan böyle bir şey bekleyelim?" Bir maliye görevlisi yasaları eşit uygulamazsa en fazla paranızdan olursunuz. Bir yargı mensubu bunu yaparsa özgürlüğünüzden olursunuz, hayatınız kararır. Dolayısıyla herkesin gerçek adaleti, eksiksiz talebetme hakkı büyük önem taşıyor. İnsanların en son başvurdukları, sığındıkları bir kurum olarak yargının kusursuz ( ya da ona yakın) olması bekleniyor. Günlerdir hakkında konuşulan, yazılan çizilen yargının en tepesindeki yüksek yargıç bakınız ne diyor: "Benim şahsımda yargı yıpranıyor. Neticede toplumun inanacağı, güveneceği odak noktalar, zirveler, olur olmaz birtakım acayip senaryolarla yıpratılırsa, vatandaşın güveneceği hiçbir kurum ve kuruluş kalmaz. Bundan Türk toplumu, rejimi zarar görür." "Neticede toplumun inanacağı, güveneceği bir odak kalmaz" Peki kurumlar niye ve nasıl yıpranır? Kurumlar, toplum içindeki güç odaklarının denetimine, hatta alenen yönetimine girip o odakların, menfaat gruplarının menfaati doğrultusunda çalışmaya başlayabilirler. Ya da kararlarıyla, uygulamalarıyla toplum vicdanına açıkça ters düşebilirler. Böylece toplum içinde meşrulukları, kutsallıkları ve saygınlıkları kalmaz. Bu kurumlara meşruiyet veren yasalar toplum nezdinde geçersiz hale gelir. O zaman bu kurumlara hayat veren yasaları da o kurumları da değiştirmek, toplumun şartlarına ve ihtiyaçlarına uydurmak gerekir. Ancak bu ihtiyaca en başta o kurumlar direndiği için de bu yapılamaz. Bugün Türkiye'de herkesin adalete ihtiyacı vardır ve hemen her iki kişiden birinin yolu adalete düşmektedir. Ama kimse de gönül rahatlığı ile mahkemede hakkını alabileceğine ya da yasaların kendisine eşit uygulanabileceğine inanmamaktadır. Bir kere insanlar, yargının devletin güdümünde olduğunu birçok kararında ve yaklaşımında görmektedir. Yargı organları, güvenlik, devletin bekaası gibi gerekçelerle emniyet ve istihbarat örgütlerinin uzantısı gibi çalışmaktadır. 28 Şubat'ta örneğini gördüğümüz gibi, yüksek yargı mensupları vicdani bağımsızlıklarını bile tartışılır kılan askeri brifinglere katılmakta bir sakınca görmemişlerdir. Bunun yargı açısından ne kadar büyük tahribat yaratacağını düşünmemişlerdir. Yargının genel olarak korumacı tavrı nedeniyle işkencenin kökünün kazınamadığı Avrupa Birliği organlarının hazırladığı raporlarda belirtilmektedir. Yargının 12 Eylül darbesiyle bağımsızlığını yitirdikten sonra saygınlığını da yitirdiği, menfaat gruplarının ve güç odaklarının etkisi altında kaldığını yıllardır bizzat o camianın en saygın, en yetkin yargıçlarınca söylenegelmekte ve "Vicdan-Cüzdan" lafları sarfedilmektedir. Bu konuda birçok şeyin değiştirilmesi gerektiğini yargı mensupları da ifade etmektedir. Bir reform ihtiyacı dile getirilmektedir. Buna rağmen kimse buna yanaşmamaktadır. Yargının mefluç durumda kalması iktidarların da işine gelmektedir. Sonuçta: Çakıcı dosyası vesilesiyle mesele çok yakıcı bir şekilde gündeme gelmiş bulunuyor. Buna rağmen Yargıtay Başkanı, "Benim şahsımda yargı yıpranıyor" diyebilmektedir. Gündeme gelen onca belge, bilgi, telefon kaydı, açıklama, ropörtaj vesaireye rağmen, "Benim bu mesele ile yakından uzaktan bir ilgim yoktur" diyerek meselenin kapatılacağını düşünmektedir. Hatta, 6 Eylül'de Adli Yıl açılışını kendisinin yapacağını söylemektedir. Yargıtay Başkanı bu meselelerle hiçbir ilgisi olmasa bile, şu anda kendi kurumu tarafından takibata maruz kalan ilk başkandır. En azından bu nedenle ve o çok titizlendiği kurumu yıpratmamak adına istifa etmesi, mesleki etik gereği herhalde daha yararlı olacaktır. Bana kalırsa adli yılın açılışı soruşturma geçiren bir başkan tarafından yapılmamalıdır. Bu konuda eski yargıtay başkanları, kıdemli yargıçlar ve hukukçular da konuşmalı ve bir reform yapılabilmesi amacıyla hükümeti harekete geçirmeye çalışmalıdırlar. Çünkü nasıl olsa bu konuyu bir sure sonra AB talepleri çerçevesinde tartışmak zorunda kalacağız. Meselenin üzerine gitmenin tam zamanıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |