AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Geçti gitti ama tartışma devam ediyor

Türk Ceza Kanunu TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilip Köşk'ün yolunu tutmuş olsa da, kanunun bazı kritik maddelerine ilişkin tartışma devam ediyor... Tartışmanın devam ediyor olması hepimizi memnun etmeli. Demek ki içinde farklı cenahları barındıran toplum adı nasıl konursa konsun, bundan sonraki hayatına yeni bir düzen getirecek önemli bir düzenlemeyi sorgulamaktan vazgeçmiyor. Her zaman için istenen, özlenen durum da bu değıl midir zaten.

TCK'nın üzerinde hâlâ tartışılan maddelerinin birisi, "Temel Milli Yararlar" başlıklı 305. maddesidir. Herkesin bilgisinde olan bu maddenin içeriği ve "gerekçesi" tabii ki bitmez tükenmez bir tartışmayı fazlasıyla hakediyor.

Ancak benim bugünkü niyetim bu maddeyi bir kez daha "masaya yatırmak" değil. Ben bugün (daha doğrusu bugünden başlayarak) özellikle "İslami kesim"in TCK henüz tasarı halindeyken ağır eleştirilerine konu olan 230, 263 ve 219. maddelerini değerlendirmeye çalışacağım.

Kanunun 230. maddesi, bildiğiniz gibi, "Birden çok evlilik, hileli evlilik, dinsel tören" başlığını taşımakta. Maddenin birinci fıkrası "Evli olmasına rağmen, başkasıyla evlenme işlemi yapan kişi"ler hakkında. Maddenin 5. fıkrası hariç diğer fıkraları da bu birinci maddeyi tamamlayıcı nitelikte. Problem tabii ki 5. fıkrada ortaya çıkıyor: "Aralarında evlenme olmaksızın, evlenmenin dinsel törenini yaptıranlar hakkında iki aydan altı aya kadar hapis vezası verilir. Ancak, medeni nikâh yapıldığında kamu davası ve hükmedilen ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar."

Problemli, hem de çok promlemlı bir fıkra, çünkü hem vatandaşlar arasında "ayrımcılık" yapan, vatandaşları "eşit" olarak değerlendirmeyen bir fıkra, hem de "toplumsal gerçek" ile sanki "alay edermişcesine" kaleme alınmış bir fıkra. Yasaların herşeyden önce göz önüne alması gereken "eşitlik" ilkesine aykırı bir fıkra, çünkü kanun bu fıkra ile bazı yetişkin insanların birarada yaşamasına (ev'lenmesine) üzerine vazife olmadığı halde karışmaktadır. Bunu söylerken sadece "dinsel tören" ile yetinen evliliklerde karşımıza çıkan ve hemen her zaman kadının aleyhine sonuç veren hepimizin bildiği sorunları ve sonuçları unutuyor değilim. Ancak, bu sorunlar-sonuçlar ortada olsa bile, devletin kanunları yoluyla iki yetişkin insanın "ev'lenmesine" kayıt ve ceza koyması kabul edilemez. Ortada hemen her zaman kadınlar aleyhine sonuç veren önemli bir "risk" olmasına rağmen, eğer demokrasinin ilkelerinde mutabıksak bu "risk" ikinci plandadır.

TCK'nın yasalaşma süreci boyunca çokça tartışıldığı gibi, iki yetişkin insan ister resmi nikâh, ister "dinsel tören", isterse bunların hiçbiri olmadan "ev'lenebilir". Bu evliliklerde ortaya çıkan "etik" sorunlar sadece tarafları ilgilendirir. Bu evliliklerde ortaya çıkan ve tazminata ve "çocuklara" ilişkin sorunlara ise Medeni Kanun çerçevesinde çare bulunmuştur. Biliyoruz ki, bugün artık aralarında "resmi" bir nikâh olmaksızın birlikte yaşayanların sorumlulukları-hakları da kayıt altına alınmıştır. Dolayısıyla, 230. maddenin 5. fıkrasına "İslami kesim"den gelen ağır eleştiriler, bu "kesim"in "idealindeki" evlilik tarzı benim biraz önce hatırlattığım tarza izin vermiyor ve mesele tamamen "ahlakçı" bir açıdan değerlendiriliyorsa da, sonuna kadar haklıdır.

230. maddenin 5. fıkrası toplumun önemli bir bölümünün (Kanun'a danışmadan!) benimsediği bir pratiği yok sayması açısından da problemlidir. Öyle bir ceza maddesi ki, cezalandırmaya niyetlendiği "suçluları"i bulması-yakalaması mümkün değil! Hepimiz biliyoruz ki, tecrübe ile sabit ki, işlerliği, işlevselliği "sıfır"a yakın bir ceza kanunu maddesi bu! Dolayısıyla ne gerek vardı; bu şekilde yaygın bir toplumsal gerçeğin kanun maddesine dökülmesine ne gerek vardı. Hükümet de, yargıçlar da, belediye başkanları da, hepimiz biliyoruz ki bu "âdet" bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de aynen devam edecek.

Ayrıca bu uygulamanın toplumumuzu "Batı"dan uzaklaştırdığını düşünerek dertlenmeye de gerek yok. Çünkü artık "ev'lenmeler" söz konusu olduğunda "Batı"da karşılaşılan teori ve pratiğin yönü de çok farklı değil. "Ev'lenme" söz konusu olunca bu diyarlarda asıl dikkat edilen husus (varsa) evdeki "çocuk"un durumu ve geleceği değil mi? Yani ister belediyede ister kilisede evlen, istersen evlenmeden "ev'len", asıl iş ancak "çocuk" sahibi olunca başlamıyor mu? Demek ki biz de asıl olarak "çocuk"u merkeze almalı ve "aile"nin ancak çocuk ile oluştuğunu bellemeli ve bu çerçevedeki yasalarımızı asıl olarak "çocuğu" korumak yönünde düzenlemeliyiz. Hangi tarzda olursa olsun birlikte yaşamak isteyen yetişkinlerle uğraşmaktan bıkmadık mı hâlâ?

Çok önceleri birkaç kez yazmıştım ama söz madem ki "nikâh" türlerinden açıldı bir kez daha tekrarlayayım: Evlenme törenlerine ilişkin olarak ülkede şu kadar yıldır cezâi yaptırımı olan bu "ikili" yapı, isteyenler için, çok daha pratik bir hale getirilemez mi? Evlenecek olanlar içinden arzu edenlerin belediye başkanı ya da "nikâh memuru" yerine devletin koca Diyanet İşleri Başkanlığı içinden görevlendireceği din adamları karşısına çıkarılması çok mu zordur? Bu ülkenin "imamlar"ının büyük bölümü de zaten "nikâh memlurları" gibi devlet memuru değil mi? Müftülükler de birer "devlet dairesi" değil mi? İsteyen çift müftülüğün tayin ettiği nikâh memurunun, isteyen çift belediyenin tayin ettiği nikâh memurunun önüne...

Hep söylemişimdir; Türkiye'nin laikliği benimsemesinde Batı'ya kıyasla atladığı noktalardan birisi de bu "evlilik" olayıyla ilgilidir. Batı'da Kilise'nin laik devlet karşısında terketmemeye çalıştığı üç temel hizmetten birinin "evlilik-nüfus kütüğü" meselesi olduğunu ve bunun karşılığının bizde olmadığını bilmiyor muyuz? Aslına bakacak olursanız, Kilise'nin terk etmek istemediği diğer iki "hizmet"in karşılıkları da tam anlamıyla bizde yoktu. Bu hizmetler de "Hastane" ve "Okul" hizmetleriydi. Ama bakın; uzun bir mücadele sonrası Kilise'nin elinden bu hizmetleri koparmayı başaran laik Batı ülkelerinde bile nikâhın kiliselerden çıkarılması mümkün olmadı. Hem de bir "devlet kuruluşu" olmayan Kiliseler'in yönetimindeki kiliselerden.. Bu durumda işlerin bizde çok daha kolay olması gerekmez mi? Nasıl olsa "belediyesi" de, "müftülüğü" de birer "devlet dairesi". Aralarında ne gibi bir niza çıkabilir, aynı ağacın dalları değil mi? Evet öyle yapalım; "resmi nikâh" işlemi için (ve tabii isteyenler için) "müftülükleri" de yetkili kılalım ki, bu bitmez tükenmez sorun da burada noktalansın...

TCK'nın problemli maddelerini gözden geçirmeye devam edeceğiz.


6 Ekim 2004
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED