AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Tufan Türenç'in köşesinde enteresan bir mektup...

Mektubu kaleme alan 16 yaşında bir öğrenci; mektubun muhatabı Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına. Komutan, kendisine postalanan bu mektubu Hava Harp Okulu'nun yeni öğretim yılına başlaması dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşma içinde olduğu gibi aktarmış.

Hürriyet'ten Tufan Türenç, 6 Ekim tarihli köşesinin neredeyse tamamını bir "mektup"a terketmiş... (Köşe yazarlığı açısından bayağı 'pratik' bir yöntem doğrusu!)

Yanlış anlaşılmasın, söz konusu mektup Türenç'e hitaben kaleme alınmış bir okur mektubu filan değil. Mektubu kaleme alan 16 yaşında bir öğrenci; mektubun muhatabı Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına. Komutan, kendisine postalanan bu mektubu Hava Harp Okulu'nun yeni öğretim yılına başlaması dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşma içinde olduğu gibi aktarmış.

Bu mektupta Hava Harp Okulu'na girip pilot olmak isteyen 16 yaşındaki bir gencin hayalleri dile getiriliyor.

Bu genç öğrenci önce Hava Harp Okulu'nu kazandığı müjdesini alıyor. Sonra, artık bir pilot adayı olan öğrencinin okulda çok başarılı olduğuna şahit oluyoruz. Daha sonra uçuş eğitimi; öğrencimiz bu alanda da çok başarılıdır. Öyle ki, kendi icat ettiği hareketlerle F-5 uçaklarını F-4 uçaklarından daha üstün bir duruma getirmiştir. Girdiği bütün eğitim savaşlarını kazanmaktadır. Bu arada kendi icat ettiği bir taktik ile okul komutanını bile yenmeyi başarmıştır... Sonunda generalliğe terfi eder. Orgenerallik yıllarında iki önemli görev üstlenir: Harp Akademileri Komutanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı. İsterseniz, "hayal"in bundan sonrasını mektuptan olduğu gibi aktaralım:

"Kuvvet Komutanlığımın son Yüksek Askeri Şûra Toplantısı'nda benim genelkurmay başkanı olmam kararı çıkınca çok sevinmiştim. Çünkü o güne kadar ilk havacı genelkurmay başkanıydım ve bu çok zor bir şeydi. Çünkü TSK geleneğinde bir kara orgenerali dışında bir orgeneralin veya oramiralin genelkurmay başkanı olması yoktu. Ama o gün bu gelenek değişti ve bir hava orgenerali genelkurmay başkanı oldu. Bunu da teklif eden o günün genelkurmay başkanıydı. İşte o gün kendimden tam anlamıyla gurur duyuyordum. Çünkü ben bütün hedeflerimi eksiksiz bir şekilde gerçekleştirmiş ve TSK'ya birçok güzel ve çok faydalı yenilikler getirmiş biriydim. Ne mutlu Türküm diyene."

16 yaşındaki gencin bu "hayallerini" siz de paylaşıyor musunuz, bilemeyiz... Ama, mektubu törende olduğu gibi okuduğuna göre bu "hayalleri" Hava Kuvvetleri Komutanı herhalde paylaşıyor olsa gerek... Bu "hayalleri" olduğu gibi sütünuna taşıdığına göre, bu paylaşıma Tufan Türenç'in katıldığı da söylenemez mi?

Gördüğünüz gibi "mektup"u kaleme alan kişi henüz çok genç olduğu için "hayallerini" bir Hava Kuvvetleri Komutanı'nı genelkurmay başkanı yaptıktan sonra noktalamış... İsterseniz şimdi de siz hayal edin: Bu genç eğer 70'li yılların başında hayallere dalan bir genç olsaydı hayallerin sonu burada mı noktalanırdı? Tabii ki hayır... Bu "hayal dünyası" bir ilerleme daha yapar ve hayaller "Köşk"e kadar yükselmez miydi?!

Sonuç olarak şu tespiti yapabiliriz herhalde: Herşeye rağmen Türkiye iyi yolda. Türkiye her geçen gün daha "gerçekçi" oluyor. Artık kendisini eskisi gibi ölçüsü kaçmış bir hayal dünyasına teslim etmiyor... (K.B.)


'Eli kanlı Zarkavi'yi dinlemeye hazırız'

Başlıktaki sözü neden "tuhaf" bulduğumuzu söylemeye gerek yok sanıyoruz: Mantıksal tutarlılıktan yoksun her şeyden önce... Siz bir insan hakkında ne düşünürseniz düşünün, onunla şu ya da bu şekilde işbirliği yapmak ya da uzlaşmak gerektiğini hissettiğinizde, o kişi hakkında uygun gördüğünüz sıfatları kendinize mi saklarsınız, yoksa kitle iletişim araçlarıyla ilan mı edersiniz?

Yukarıda okuduğunuz başlığı Vatan gazetesinden (1 Ekim) aldık... Üst başlık ve alt başlığı da aktararak bu tuhaf sözün kime ait olduğunu da öğrenelim:

"Blair rehine pazarlığında Berlusconi'nin yolunda... İtalyan Başbakanı Berlusconi, fidye karşılığında Irak'ta rehin iki vatandaşını kurtarınca Blair de çark etti. Daha önce 'Teröristlerle konuşmayız' diyen Blair, Zarkavi'nin elindeki İngiliz için görüşmeye hazır olduğunu açıkladı..."

Başlıktaki sözü neden "tuhaf" bulduğumuzu söylemeye gerek yok sanıyoruz: Mantıksal tutarlılıktan yoksun her şeyden önce... Siz bir insan hakkında ne düşünürseniz düşünün, onunla şu ya da bu şekilde işbirliği yapmak ya da uzlaşmak gerektiğini hissettiğinizde, o kişi hakkında uygun gördüğünüz sıfatları kendinize mi saklarsınız, yoksa kitle iletişim araçlarıyla ilan mı edersiniz?

Yani mantıken Blair'in Zarkavi'ye çağrıda bulunurken onun adının önüne "eli kanlı" sıfatını koyması beklenemez... Nitekim haberi okuyup bitirdiğimizde böyle bir sıfata hiç rastlamıyoruz... Blair, "rehineciler", "onlar" gibi kelimeleri tercih ediyor... Peki, Blair'e ait olmayan bu sıfatı kullanmak da nereden çıktı? Tabii ki Türk basınında refleks halini almış bir uygulamadan; "kötü" adamları, adlarının önüne mutlaka olumsuz bir sıfat ekleyerek anma uygulamasından... "Katil", "canavar", "hayvan", "alçak" vb. sıfatlar bu amaçla her daim devrededir...

Bu uygulamanın Türk basınında "tavan yaptığı" örneklerden birini, eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in göz hapsinde tutulduğu evden alınıp cezaevine konduğu gün yaşamıştık... Uygulamanın gerçekte nasıl bir kirliliğe yol açtığı, bütün gazetelerin başlıklarını alt alta sıraladığımızda daha iyi anlaşılıyordu... Miloseviç'in, bizim Medyakronik dönemimize rastlayan tutukluluğunu 2 Nisan 2001'de gazeteler bakın hangi sıfatları kullanarak aktarmıştı:

Hürriyet: "Sırp kasabı..."
Sabah: "Sırp kasabı, kasap."
Akşam: "Katil, Sırp kasabı"
Star: "Sapık, Belgrad kasabı, kasap."
Orta Doğu: "Katil."
Milliyet: "Katil, Belgrad kasabı, Balkan kasabı."
Yeni Şafak: "Canavar."
Radikal: "Eski kasap."
Türkiye: "Kasap, Sırp kasabı."

Bu kirlilikten kendini uzak tutabilen sadece iki gazete varmış o gün: Cumhuriyet ve Zaman... Onlara göre, bir yıldır göz hapsinde tutulan ve bir gün önce yakalanarak cezaevine konan kişi sadece "Yugoslavya eski devlet başkanı"ymış.

Basınımızdaki sıfat kullanma merakını "ağzı bozukluk" ya da "heyecanı dizginleyememek" gibi argümanların yardımıyla açıklamaya çalışmak, sorunu basitleştirmek olur... Gerçek neden, sıfat uygulamasının okuru manipüle etmenin (ki bu da çok yaygın bir hastalıktır) en "tasarruflu", en "kestirme" aracı olmasıdır.

Miloseviç haberinde "kasap" vb. sıfat kullanmayı reddeden iki gazetenin (Cumhuriyet, Zaman) aynı zamanda konuya ilişkin en uzun, en ayrıntılı haberleri veren gazeteler olması da ilgimizi çekmiş o zaman. Şöyle demişiz:

"Bu, tesadüf değil. Çünkü mese-leniz haber vermek değil nefret uyandırmak olunca, okura haberin ayrıntısını bildirmenin hiç gereği yok. Küfredersiniz, yeter... Oysa bahsettiğiniz kişi hakkında belirli bir yargıya varmanıza yol açan olguları düzgün bir şekilde aktardığınızda, akıl-mantık sahibi okurların çoğunluğunun yargınıza katılmasını bekleyebilirsiniz. Örneğimize bakalım tekrar: Miloseviç'in icraatını özetleyerek anlattığınız bir okur, onun hakkında ne düşünür? Gazeteciye bu niye yetmiyor?"

Gelelim taze örneğe... Vatan gazetesinin kullandığı "Eli kanlı Zarkavi'yle görüşmeye hazırız" başlığı, dikkat edersiniz, Miloseviç için kullanılan sıfatlardan bile tuhaf. Çünkü bu örnekte Blair böyle bir sıfat kullanmıyor, fakat Vatan'cılar refleksi o kadar ilerletmişler ki, onun adına da patlatıveriyorlar sıfatı...

Son olarak Zarkavi'nin, kendisine yakın bir internet sitesinden Blair'in çağrısına nasıl cevap vereceğini hayal edelim... Şu başlığa ne dersiniz: "Zarkavi, sitemiz aracılığıyla uşak Blair'e şöyle seslendi: 'Bush'un yalakası haydut Blair, konuyu görüşmeye biz de hazırız...' " (A.G.)


8 Ekim 2004
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED