|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Avrupa Komisyonu ilerleme raporunu yayınladı. "Evet" cevabı yanında o kadar çok "ama"lar var ki, raporun lehimize mi yoksa aleyhimize mi olduğu tartışma konusu yapılmaktadır. Oysa "Avrupalı zihniyetini" iyi bilenler, bu tartışmanın gereksizliğini kolayca anlayacaklardır. Kısaca söylemek gerekirse, Avrupalının Türkiye'ye bakışının bazı özellikleri vardır: Türkiye'ye karşı şüpheyle bakmak, çifte standart kullanmak ve taahhütlerine sadık kalmamak. Daha eskilere gitmeden, son elli yıllık tarihimizde, bunun birçok misallerini görmemiz mümkündür. Avrupa Konseyi katılım belgesi imzalanırken
Avrupa Konseyi 1949 yılında kurulmuştur. Kurucular arasında Türkiye yoktur. Ancak, İngiliz Başbakanı Çörçil, Avrupa Konseyi'nde yaptığı konuşma metnine, Avrupa Konseyi üyeleri arasına Türkiye ve Yunanistan'ın da eklenmesini kendi el yazısıyla önermiştir. Avrupa Konseyi'nin kuruluş statüsünü imzalayan Dışişleri bakanları, bu birliğe katılması için Türkiye ve Yunanistan'ı davet etmiş ve bu ülkelerin dışişleri bakanları Strasbourg'a gelmiştir. Dışişleri Bakanları toplantısının hemen başında Yunanistan Dışişleri Bakanı içeri alınarak anlaşmaya imza koymuştur. Sıra Türk Dışişleri Bakanı'nın da katılım belgesini imzalamasına gelince, bir tartışma başlatılmıştır: Türkiye'yi üyeliğe kabul edelim mi, etmeyelim mi? Türk Dışişleri Bakanı sekreterin odasında içeri çağrılmasını beklemektedir. Bir iki saat veya uzun bir süre bekledikten sonra Türk Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak'ın (?) sabrı taşmış ve kapıyı açıp toplantı salonuna dalmıştır. Sadak: -Beyler, siz davet ettiniz, biz de geldik. Anlaşmayı hemen imzalatmak istiyorsanız buradayım. Yoksa ülkeme döneceğim, demiştir. Bu beklenmedik müdahalenin şaşkınlığı içerisinde anlaşma metnini ona uzatmışlar ve imzalatmışlardır. 25 sene beklettikten sonra
1963 yılında Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında yapılan anlaşmayla Türkiye'ye adaylık statüsü verilmiştir.. Anlaşmada geçen süre sonunda Türkiye bu birliğe üye olacak ve Türkler serbest dolaşım hakkına kavuşacaklardır. Bu süre geçmiş, Avrupa Birliği ne Türkiye'nin üyeliğini ve ne de serbest dolaşımı kabul etmiştir. İki terör grubuna farklı bakış
1971 yılı ordunun muhtırasıyla Türkiye'nin durumu Avrupa Konseyi'nde tartışılmaktadır. Avrupa Konseyi'nden birçok üye, Türkiye'de yargılanmakta olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının birer siyasi suçlu olduklarını ve salıverilmelerini istemektedirler. Almanya'da Bader-Mainhof çetesi, banka soygunlarına, adam kaçırmalarına devam etmektedir. Almanya'nın tanınmış "Stern" mecmuasının aynı sayısında, Bader çetesini "haydut, terörist" olarak, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ise "hürriyet savunucuları" olarak takdim etmişlerdir. İdam cezasının kaldırılması talebi
1980 yılında Türkiye'de askeri müdahale olmuştur. Durumu tespit için Türkiye'ye gelen raportörler, Türkiye'nin kısa sürede seçimleri yaparak tekrar demokrasiye döneceğine inandıklarını, bu sebeple ilişkilerin kesilmemesini tavsiye etmişlerdir. Buna rağmen, Sosyalist Grup'un verdiği önergeyle, Türkiye'nin "idam cezasını" kaldırması istenmiş ve bu yapılmadığı takdirde üyeliğin askıya alınmasına karar verilmiştir. O tarihte Fransa ve Yunanistan dahil 7-8 ülkede idam cezaları mevcut bulunmaktadır. Avrupa Konseyi başka üyelerden talep etmediği bir şeyi Türkiye'den ve hem de darbe ile iş başına gelmiş bir yönetimden talep etmiştir. Türkiye'nin denetim altına alınması
Sovyet imparatorluğunun yıkılışından sonra, Avrupa Konseyi yeni üyeler alarak genişlemeye başlamıştır. Yeni üyelerin Avrupa Konseyi kriterlerine uyup uymadığını kontrol için bir mekanizma kurulmuştur. Bu mekanizmanın bir bölümü, ülkeler aday statüsünde iken işletilmekte, bir kısmı da üyeliğin kabulünden sonra uygulanmaktadır. Bunun için Avrupa Konseyi bünyesinde özel bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon sadece yeni üyeleri denetlemek gerekçesiyle kurulduğu halde, eski üyelerden sadece Türkiye denetim altına alınmıştır. Avrupa Konseyi'nde yıllardır bu denetimin diğer ülkeler için de yapılmasını, "tematik" yani "konular" dikkate alınarak yapılmasına ait isteklerimiz cevapsız kalmıştır. Türkiye Avrupa'ya karşı olan taahhütlerini daima yerine getirmiştir. Ancak Avrupalılar, taahhütlerinin pek azını yerine getirmişlerdir. Kendileri de "Türkiye'ye olan taahhütlerini yerine getirmediklerini her fırsatta itiraf etmektedirler. Evet veya hayır arasunda fark yok
Avrupalının daha pekçok örneklerle anlatabileceğimiz bu zihniyeti varken, biz ilerleme raporunun şartlarını neden bu kadar heyecanla tartışıyoruz. Raporda Türkiye'nin muayyen bir süre sonra mutlaka üyeliğe kabul edileceği söylenseydi, üyeliğimiz garantilenmiş olacak mıydı? Zamanı geldiğinde başka bahaneler bulup, üyeliğimizin dondurulmasını önleyecek herhangi bir güvencemiz var mıydı? Raporda, Türkiye Avrupa Birliği'ne asla üye olamaz denseydi, yaptığımız reformlardan geri mi dönecektik. Yapılması gerekenlerden vaz mı geçecektik. İşte bütün mesele bu noktada toplanmaktadır. Hükümet her fırsatta "biz bu reformları Avrupa için değil, kendi milletimiz için yapıyoruz demektedir. Bir taraftan bunu söyleyip diğer taraftan, "biz ev ödevimizi yaptık, artık "top Avrupa'da" veya "sesimizi duy Avrupa" dediğimiz zaman inandırıcılığımız kaybolmuyor mu? Biz yaptığımız reformları sadece kendi milletimiz için yaptığımıza halkımızı inandıramazsak, bu reformları uygulatamayız. Borsa, dolar, ekonomi Verhaugen veya yerine geleceklerin ağzına bakarak yön değiştirir. İşte istikrara muhtaç Türkiye'nin asıl hastalığı buradadır. Özetlemek gerekirse, Avrupa Birliği'ne girmekte çıkarlarımız olduğu için gireceğiz. Bu hedeften şaşmak akılcı bir yol değildir. Ancak, Avrupalının kafa yapısını yeniden keşfetmeye kalkmayalım. Onun bize evet veya hayır demelerinin onları ne derecede bağladığını hesaba katmak zorundayız. Bu manada Avrupa Birliği ilerleme raporunun zafer mi, hezimet mi olduğunu tartışırken ne üzülelim, ne çok sevinelim. Yalnız Avrupa'nın sadece devlet adamlarından ibaret olmadığını, onları iktidara getiren kitlelerin, Türkiye'ye karşı var olan ön yargılarını aklımızdan çıkarmayalım. Karakolda dayak yiyen, hapishanede haksız olarak yatan, yokluk ve sefalet çeken insanlar yapılan reformların kendileri için yapıldığına inanmazlarsa, Avrupa Birliği'ne girsek de, giremesek de sonuç değişmeyecektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |