|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Enerji ve çevre ilişkisi ilk insandan günümüze kadar sürekli artan oranda devam eden dünyasallaşmanın temel sorunudur. Teknolojinin ilerlemesi, nüfusunun artması, insanın dünyaya hakim olma düşüncesi enerjiye olan talebin hızını artırmaktadır. Muhakkak her enerji elde etme türünün çevreye belli oranda negatif etkisi olmaktadır. Burada önemli olan karar vericilerin enerji politikası güderken hangi kesimin çıkarlarını koruduğudur. Dikkat çeken bir hususta çevreye zararı neredeyse yok denecek kadar az olan yenilenebilir enerji türlerinin çevreye zarar verme ihtimalleri yüksek olanlara göre ticari kaygılarla daha az uygulanır oluşudur. 1972 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından toplanan Stockholm Konferansı ile "Çevre ve İnsan" kavramı ilk kez uluslararası düzeyde gündeme alınırken, mevcut kalkınma paradigması sorgulanmış, dünyanın doğal dengesinin korunması için; insan ve doğal varlıklara öncelik veren bir anlayışın egemen olması gereği ortaya koyulmuştur. Bu konferansta, kapitalist kalkınma anlayışını sorgulayan dönemin Hindistan Devlet Başkanı İndra Gandhi bugün hâlâ geçerliliğini koruyan tespiti ile en önemli çevre sorununun, yoksulluk, açlık ve barınma olduğunu dile getirmiştir. Aradan geçen 30 yılda teknolojinin artmasına, refah seviyesinin yükselmesine rağmen bu durumun devam etmesi dünya sisteminin mutlu azınlığa hizmet eden kurgusundan kaynaklanmaktadır. Savaşlar, çevrenin tahrip olmasının başlıca sebeplerinden biridir. Ne doğal çevreyi, ne de yüzyılların mirası olan tarihi ve kültürel çevreyi gözetmeden ülkelerin üzerine yağdırılan bombalar, onulmaz yaralar açmaktadır. Hidrolik santrallerin çevreye etkileri
Baraj gölü nedeniyle su yüzeyinin genişlemesi insanlar için zararlı bazı organizmaların üremesine neden olabilmektedir. Suda üreyebilen hastalık mikropları, gerek taşıyıcı gerek taşıyıcısız olarak malarya (şiştozom) ve nehir körlüğü gibi hastalıkların yayılmasına yolaçabilirler. Bir nehrin önüne set çekilmesi durumunda nehrin aşağı kesimlerinde bulunan toprakların suyun taşıdığı faydalı organizmalardan mahrum kalması demek olacak, bu durum ise açığın suni gübreleme ile kapatılmasını gerektirecektir. n Nehir akıntısının geçtiği çevre sistemi ciddi olarak tehlikeye girmektedir. Civardaki doğal bitki örtüsü ile sucul karasal hayvan varlığı ani bir değişim içine girmektedir. Nehirde bazı balık türleri ölmektedir. Baraj rezervuarlarından sera etkisi oluşturan gazların özellikle metan gazının çıkması ciddi sorun teşkil etmektedir. Barajın inşaat aşamasından itibaren sosyo- ekonomik kültürel etkiler ortaya çıkarmakta yöre halkının üretim alanı olan araziler su altında kalmakta işsizlik göç ve psikolojik sorunlar ortaya çıkmaktadır. Tabiat ve kültürel değerlerin korunamaması yeraltı zenginlikleri ve tarihi eserlerin elden çıkması anlamana gelmektedir. Rüzgar türbinlerinin çevreye etkileri Rüzgar türbinleri, atmosferdeki sıcaklık ve basınç farkından oluşan rüzgarın kinetik enerjisini mekanik enerjiye dönüştürürler. Rüzgar enerjisinin diğer enerji türlerine göre en önemli avantajı soğutma suyuna ihtiyaç olmamasıdır. Dezavantajı ise şöyle sıralanabilir: Çok büyük alanlara ihtiyaç duyulması bu alanlara insanların girmesinin tehlikeli olması, Çıkardığı gürültü ve sesin yapmış olduğu titreşimlerin insanlara binalara ve kuşlara menfi tesir etmesi, Rüzgar çiftlikleri yakınında elektro-manyetik alana tesir etmesi Radyo-TV alıcılarında parazit yapması. Yakın bölgelerdeki göllerin yüzeyindeki buharlaşmanın azalması neticesinde göl sıcaklığının artması ve toprak neminin yükselmesi ekosistemin olumsuz etkilenmesine yol açar. Nükleer santrallerin çevreye etkileri Nükleer santrallerin Çernobil türü kaza dışında çevreye bir yılda yaydığı radyasyon miktarı bir röntgen filmi çekiminde alınanın ellide biri kadardır. Nükleer santrallerin riksleri; Güvensiz eski teknoloji (Çernobil türü), Deprem fırtına, sel vb. gibi doğal afetlere karşı yeterli güvenlikte olmayan türde inşaası. Kömüre dayalı termik santraller Kalitesi düşük kömürler yakılarak ısı enerjisi termik santrallerde elektrik enerjisine dönüştürülür. Genelde kömür yataklarına yakın inşa edilir. Teknolojik makine ve ekipman dışında yerli olması dışa bağımlı olmaması kullanılmayan kömürün ekonomiye kazandırılması avantajları dışında dezavantajları şunlardır; Kömürün yakılması ile insan sağlığını etkileyen , küresel ısınmaya ve asit yağmurlarına sebep olan CO2, SO2 ve NO2 gazları açığa çıkar. Kömür büyük bir radyasyon kaynağıdır. Çevre Koruma Ajansı'nın analizine göre 1000 MW elektirik üreten kömür santralinde 5.2 ton uranyum 12.8 ton toryum ve yaklaşık 0.33 ton radyoaktif potasyum açığa çıkmaktadır. Yakılan kömürün külündeki radyoaktif maddeler rüzgarla besinlere ve yeraltı suyuna karışmaktadır. ENERJİ İSRAFI ÖNLENMELİ
Önce enerji israfının önüne geçilmeli. Bunu göstermelik enerji tasarrufu haftası kutlamaları düzeyinde değil teşviklerle ödüllerle desteklemeli, kojenerasyona önem verilmeli, enerji israfını önleyici yatırım yapanlara vergi indirimi yapılmalıdır. Enerji yatırımlarında çok titiz davranılmalı üretilen enerji depolanamadığı için taleple uyumlu olmalı, yerli kaynaklara dayalı dışa bağımlılığı minimum seviyede olmalıdır. Kömüre dayalı termik santrallerde kullanılan kömürlerden uranyum, toryum ve radyoaktif potasyum gibi elementler çıkarıldıktan sonra yakılmalı, bunlar da nükleer santrallerde kullanılmalıdır. Güvenli yapılmış bir nükleer santral çevreye en az zarar veren enerji santralidir. Çeşitli lobilerin tesiri ile hareket eden sözde çevrecilerin oyunlarına gelinmemelidir. Büyük miktarda tarım arazisini sular altında bırakan hidroelektirik santrallerinden kaçınılmalı bunun yerine derin vadiler tercih edilmeli veya bir büyük baraj yerine üç orta ölçekte baraj yapılmalıdır. Gelişmiş ülkelerde dogalgaza dayalı termik santrallerin oranı %20'lerle sınırlıdır, bizde ise %60'lara dayanmaktadır. Bu herhangi bir kriz anında felaket anlamındadır. Enerjinin elde edilmesinde çeşitliliğe dikkat edilmelidir. Rüzgar türbini yapılmaya uygun tarım yapılmayan rüzgar potansiyeli yüksek yerler kamulaştırılarak bu işe tahsis edilmelidir. Cumhuriyet Arşivi Cumhuriyet Arşivi çok eksik Arşivcilik hakikaten en zor mesleklerden biri ve belki de birincisidir. Bir şeyin, bilfarz bir evrakın tasnifi zannedildiği kadar kolay ve basit bir iş değildir. Bu sebepten dolayıdır ki, çok arayıp da bulamadığınız bir evrakı ummadığınız bir dosyadan bulduğunuz çok olmuştur. Bu yüzden, avcıların çok kullandıkları 'kırk gün ayak eti; bir gün av eti' sözünü arşivde çalışanlar da beğenir ve kullanırlar. Gelelim Cumhuriyet Arşivi'ne intikal eden evrak geniş çapta taranmış, ayıklanmış ve araştırma yapanlara adeta 'posası' kalmıştır. Bu kanaatimizi destekleyecek ve bizi haklı çıkaracak bir değil, pekçok delil vardır. Bilhassa yakından takip ettiğimiz ve yıllar yılı peşinde koştuğumuz ve ele geçiremediğimiz CHP evrakı, böyle bir akıbetin kurbanı olmuş gibidir. Mesela, tek parti CHP iktidarının koskoca 27 (aslında 30) yıllık devresinin üçüncü şubeye (Bu şubelerin de ne olduğu ayrı bir makale konusudur) ait bütün evrakın arşivdeki vesika adedi 262 (yanlış okumadınız sadece 262)'dir. Mümkün olabilir mi? Bu 262 rakamı, 27 yıllık tek parti CHP iktidarının belki 'bir saatlik' kısmına şamildir. İnsanı tebessüm ettiren bir başka husus ise, vesika olarak sunulanların tamamına yakınının (posa) cinsinden şeyler olmasıdır. Bilfarz muhtelif 15-20 kadar değişik vilayetlerdeki Kızılay ve Himaye-i Etfal cemiyetlerinin yeri, yurdu, adresi gibi belgelerdir. CHP katalogu ortadadır. Böyle bir arşiv kimin ne işine yarayacaktır ki? Koskoca Cumhuriyet idaresinin 'üçüncü şube' belgeleri bu kadar mı olur, bu kadar mı olmalıdır? Kesinlikle hayır! Araştırma yapanlar, Cumhuriyet Arşivi'ni mahçup edecek ve bugünlere ışık tutacak çok daha kıymetli belgelere ulaşmış olabilirler. Hatta bazı özel arşivlerde fevkalade ehemmiyeti haiz belgelerin bulunması mümkün ve muhtemeldir. Bu itibarla Cumhuriyet Arşivi'ni fevkalade eksik ve fakir bulduğumuzu belirtmeliyiz. Cumhuriyet Arşivi'nin eksikleri sadece CHP evrakıyla da sınırlı değildir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin 'altı ok'una dair bir bilgi yok Hepimizin bildiği gibi, CHP'nın altı umdesi, altı ok şekline gelmiş, bir taraftan CHP'nin amblemi olurken diğer taraftan da bu prensipler Anayasa'ya girmiştir. Bunlar inkılapçılık, laiklik, halkçılık vs gibi hemen herkesin ilkokul sıralarından beri bildiği şeylerdir. Biz, Cumhuriyetin umdelerine; Cumhuriyet Arşivi'nde rastlayamadık, bulamadık ve buna hem şaşırdık ve hem de üzüldük. Cumhuriyetin temel umdelerinin, hangi şartlar altında düşünüldüğüne, kim veya kimler tarafından nasıl karar verildiğine, bu kararlar verilirken memleketin içinde bulunduğu şartların neler olduğuna, içerden ve/veya dışardan bir takım tavsiye ve telkinlerin olup olmadığına, bilhassa cumhuriyetin ilk yıllarında dünyadaki iktisadi ve siyasi şartların nasıl cereyan ettiğine, bilhassa 1929 dünya iktisadi buhranının nasıl karşılandığına ve nasıl atlatıldığına dair binlerce belge bulacağımızı hayal ederdik. Hakikaten de öyle olması gerekmez miydi? Devleti ve milleti sevk ve idare edenlerin bilfarz, 1929 dünya iktisadi buhranı karşısında neleri bildiklerini, neleri düşündüklerini belgeleriyle ortaya koymak arşivin vazifesi değil midir? Milyonlardan ve yüz binlerden vazgeçtik, tek bir vesika bulmakta hakikaten zorlanıyor ve böyle bir arşivin kimin ne işine yarayacağını da doğrusu merak ediyoruz. Cumhuriyetin temel prensiplerine dair, Cumhuriyet Arşivi'nde belge bulunmuyorsa; nerede aranıp, nerede bulunacaktır? Hiç böyle arşiv olur mu? Nereden bakarsanız bakınız, yüz binlerce belge olması icabetmez mi? Cumhuriyet, kendi hedef ve iddialarını milyonlarca vesika ile ortaya koyup isbat etmesi gerekmez mi? Karşılaştığımız manzaraya insanın inanası gelmiyor. Böyle bir arşivin ne kadar faydası olabilir? Cumhuriyet kendi iddialarını henüz layıkı veçhile tahakkuk ettiremediğine göre; bilfarz, hangi yollardan gidildi, birtakım hatalar yapıldı mı, bu hatalar tekrar ediliyor mu, içerde ve/veya dışarıda değişen şartlar ne idi, değişen şartların hedeflerin tahakkuk etmemesinde tesiri olmuş mudur? İnsan bilmek istiyor. Hem de vesikalarıyla bilmek istiyor. Ama gel gelelim, bunların belgelerine ulaşmak mümkün olmuyor. Bir devletin, bir milletin bütün icraatları arşivlerin hem konusu ve hem de malzemesidir. Kafi miktarda belge ve bilgi vardı da, arşiv tertip ve tanzim edilirken vesikalar bu derece ayıklandı mı? Hal böyleyse hakikaten yazık olmuştur deriz. Gerçi, Cumhuriyetin endişelerini anlıyoruz. Ama bu, elbette arşivi fakir bırakmak manasına gelmez ve gelmemelidir. Eğer davranış tarzı bu ise, böyle bir 'arşivciliğin' -kimse kusura bakmasın- ilme hizmet edeceği ve memlekete fayda getireceği kanaatinde değiliz. Yok eğer bütün belgelerin olup olacağı bu ise; içimizi sızlatan manzara daha da acıdır der, yaramıza tuz basarız. Yazımızın baş tarafında belirttiğimiz gibi, adı üstünde; arşiv bir hazinedir. Cumhuriyet Arşivi'nin bugünkü vaziyeti gazete sütunlarına sığmaz. Gayemiz, arşivi arşiv gibi görmektir. Araştırma yapacaklar eliboş dönmemelidir. FİNANSAL TERÖR Modern kapitalizmin estirdiği terör Siyasi amaç güden, şiddet şeklinde tanımlanan terör kelimesi önüne veya arkasına eklenen eklerle dünya emperyalizminin sığınağı, işgallerinin, toplumsal katliamlarının kısacası tüm kirli işlerinin gerekçesi olmaktadır. Bu kavramın pratikteki tezahürlerini hemen her gün görsel ve yazılı basında sıkça görmekteyiz. Bizim üzerinde duracağımız onların geliştirdiği bu kavramın akabinde var olan bir başka kavram 'Finansal Terörizm' üzerinde durmak istiyoruz. Modern kapitalizmin günümüzde uyguladığı terör şekillerinden biridir. Nedense hep şiddet içeren terör üzerinde durulurken bu kavram üzerinde pek durulmamaktadır. Özellikle ülkelerin, milletlerin topyekün karşı karşıya kaldıkları bir terör biçimidir finansal terör. Modern kapitalizm deyimiyle özdeş olan ve çağın firavunu olan ABD ve İsrail Arz-ı Mev'ud denilen kutsal topraklarının ele geçmesi, yeryüzünde hakimiyet sağlama felsefeleri gereği, İslam ülkelerinin yer altı ve yerüstü kaynaklarına hakim olma, ülkelerin kaynaklarını kendi kaynaklarına kanalize etme noktasında sözde uluslararası kurdukları teşkilatları vasıtasıyla yaptırımlar uygularlar. Özellikle hedef aldıkları ülkelerin halklarının gelir düzeylerini düşürücü tedbirler alıp, onları uygulatarak rızık endişesiyle karşı karşıya getirip, akletmelerini, düşünmelerini engellerler. İnsanlar gelişen bu ağır şartlar altında geçimlerinden başkaca bir şey düşünemezler. İnsanları taksitli hayata yöneltirler. Artık geçimleri için gerekli parayı kazanmak, ay sonu ödeyecekleri taksitleri düşünmekten başka bir şey yapamazlar. Toplumların milli gelirleri düşer. Bu ise onlar için bir başlangıçtır. Kendi teknolojileri ile geliştirdikleri her türlü araç ve gereç için artık bu ülkeler pazar olmakta hem de akabinde uzun yıllar yedek parça satış garantisi sağlanarak. Böylelikle sömürülen ülke halklarının sanayicisine, üreticisine darbe vurulmakta bu ise önlenemeyen bir işsizlik girdabına yol açmakta; toplumsal çöküş hız kazanmaktadır. Faiz, borsa, döviz üçgeni Yine modern kapitalizm denince akla gelen ve şeytanın üç ayağı olarak tanımlanan faiz, borsa, döviz cephelerinde gerçekleştirilen müdahaleler ki; elde edilen kârlar yine aynı ülkelere sözde uluslar arası teşkilatlar vasıtasıyla uzun vadeli kredilerle ikinci bir rant sağlanmaktadır. Bu şeytani üçgenin yöneticisi olan uluslararası finansal güçler, Yahudi sermayeli provokatörlerdir. Spekülatif hareketlerle bu üçgende oynayarak, ülkelerin yıllık tasarruflarını bir gecede hortumlayabilmektedirler. Tüm bu hareketlerle ülkelerin dolayısıyla mazlum halkların gelir kaynakları, yaşam biçimleri etkilenmekte, yaşam standartları düşürülmektedir. İşte kısaca örneklerle açıklamaya çalıştığımız bu olaylar finansal terör değil de nedir?! Bizler finansal terörün pratikteki tezahürlerini iyice algılamalı, kendimizi, nesillerimizi, topyekün toplumumuzu bu noktada bilinçli tutmalıyız. Vahşi Batı'nın geliştirdiği terör kavramına karşı finansal terör kavramını irdelemeli, bunu bir ibadet telakkisiyle gerçekleştirmeliyiz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |