|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Avrupa Birliği Komisyonu'nun 6 Ekim raporu sonrasında iki husus çok tartışıldı. Birincisi "azınlıklar" gibi bir kısım ifadeler, ikincisi ise hükümetin son anda metinde bazı değişiklikler yaptırması. Türkiye'ye kesin bir tarih verilmemesi, müzakere sonucunun açık uçlu bırakılması, serbest dolaşımın engellenmesi ve bir kısım vatandaşlarımızın azınlık şeklinde tanımlanması gibi birçok konuda ciddi rahatsızlık olduğu anlaşılıyor. AB sürecini destekleyenlerin eleştirilerini bir kenara bırakırsak, feveran koparanların önemli bir kısmı zaman zaten Avrupa Birliği projesine kökten karşı olan çevrelerdir. Bu kesimlerin habbeyi kubbe yapmasına doğrusu şaşırmamak lazım. Yine bu çevreler hükümetin son anda metinde bazı değişiklikler yaptırmasını ise "bu işin pazarlığı mı olur" diye eleştiriyorlar. Evet, bu işin pazarlığı olur, aslında pazarlıklar yani müzakere daha yeni başlıyor. Avrupa Birliği'ne girmeyi arzu edenler tamamen "teslimiyetçi" bir tutum içinde değiller. Ayrıca diplomasi bir yönüyle kelime oyunları üzerinde dönen bir müzakere sanatıdır. Gerek Dışişleri'nin gerekse Başbakan Erdoğan'ın son gece yürüttüğü sıkı diplomasi raporun olumlu olmasını belki sağlamamıştır, -çünkü olumlu kanaat 2 yıldır sürdürülen çalışmaların bir eseridir- ama can sıkacak bir kısım ifadelerin metinde yer almamasına sebep olmuştur. Peki metinde bir kısım "rahatsızlık verici" ifadeler niçin yer aldı? Bunun bence iki sebebi var. Birincisi Başbakan Erdoğan'ın Komisyon Başkanı Prodi'yle yaptığı görüşmeden de anlaşılacağı üzere AB Komisyonu, kendi kamuoyundan gelebilecek tepkileri ciddi şekilde dikkate almıştır. Türkiye'nin üyeliğine karşı olan kesimlerin yatıştırılması için "rüşvet-i kelam" babından bazı ifadeleri komisyon kullanmak zorunda kalmıştır. Ama gerçekçi şekilde bakılacak olursa komisyon Türkiye'ye istediği cevabı vermiş, karşıt kesimleri ise oyalayacak tabirlerle yetinmiştir. Burada Türkiye, idare edilen değil, netice alandır. İkincisi Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin yapısal özelliklerini ve kendine özgü şartlarını çok iyi bilmemesidir. Avrupa bu işe hazırlıksız yakalanmıştır. Onlar da Türkiye'nin böyle bir dönüşüm geçirerek hazır hale geleceğini kestiremedikleri için çok dışardan ve klasik şablonlarla değerlendirmeler yapmışlardır. AB, alışık olmadığı bir toplumun özelliklerini tanımak yerine, kendi içindeki sorunlara bakar gibi bir sorun tanımlaması yapmaktadır. Oysa Türkiye'yi anlamak ve değerlendirmek o kadar kolay değil. Çünkü Türkiye'de onların hiç tanık olmadıkları yaşam tarzları, hiç yaşamadıkları sorun örnekleri, hiç görmedikleri ilişki biçimleri var. Bu yüzden müzakere sürecinde Türkiye'yi değerlendirirken aynı perspektifle bir sonuca varamazlar. Sanırım, 2005'den itibaren Türkiye'yi anlamaya yönelik daha ciddi bir çaba olacaktır, şimdilerde bile çok sayıda araştırmacının gelerek sosyolojik incelemeler yapmaya başlaması bunun bir işaretidir. Avrupa Türkiye cehaletini bir an önce gidermelidir. Aksi halde "azınlıklar" konusundaki hatalarını sürdürürler. Her ne kadar Avrupalılar bir kısım konuları, kültürel ritüelleri ve alışkanlıkları Avrupa'daki Türkler sayesinde öğrenmeye başlamışlarsa da bu yeterli değildir. Çünkü Avrupa'daki Türkler ile Türkiye arasındaki farklılık da giderek artmaktadır. Rapora yönelik eleştiri getirenlerin bu açıdan haklı olduğunu söylemek lazım. Örneğin azınlık meselesi Türkiye'de Lozan'dan kaynaklanan bir hukuki statü çağrışımı yapmaktadır. Bu çerçevede Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler bu şekilde tanımlanmıştır. Kürtler ve Aleviler bu kategoriye girmediği gibi, kendileri de şiddetle bunu reddetmektedirler. AB'nin bu konuda daha kültürel düzeyde bir farklılık ifadesi olarak azınlık tabirini kullandığı anlaşılıyor, ama Türkiye'de böyle bir hassasiyet varsa bunu da dikkate almaları gerekir. Yoksa bir topluluğa kendi rızaları olmadan bir etiket yapıştırmak, zorla birtanım getirmek durumunda kalacaklar. Hükümetin son andaki müdahalesi ve yakın markajıyla bazı ifadeler metinden çıkartıldı. Ama AB bu bakış açısını sürdürürse müzakereler sürecinde de bu sıkıntı sürer. Eğer AB Komisyonu bilgisizlikten bunu yapıyorsa mesele yok, ama kasıtlı bir sıkıştırma amacı taşıyorsa, bilmeliler ki, Türkiye kamuoyunda konunun tarafı olan çevreler bile bundan rahatsızlar ve bunda ısrar ederlerse yanlış yaparlar. Önümüzdeki dönem AB, Türkiye'yi farklı kültürel dokusuyla birlikte değerlendirmeye almalıdır. Çünkü Türkiye'deki tüm sorunları Avrupa'daki sorunlara birebir tercüme ederek anlamaya çalışmak, hiç de iyi sonuç vermez. AB bir an önce Türkiye'nin dini, etnik ve kültürel yapısını doğru algılamanın yollarını bulmalıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |