AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Türkiye, nereye koşuyor?

"Türkiye, nereye koşuyor?" sorusunun cevabını verebilmek için dünyanın nereye koştuğunu iyi anlamak gerekiyor. Çünkü zaman-mekân mesafesinin ortadan kalkması, yerküreyi tek bir dünyaya dönüştürdü.

Bir bütün olarak baktığımızda, dünya, her geçen gün sonunun nereye varacağını bilemediğimiz bir kaosun eşiğine doğru sürükleniyor hızla.

Dolayısıyla, insanlığın önünde bir belirsizlikler denizi var... Burada cevabı aranması gereken soru şu: Bu belirsizlikler denizinden ve kaostan nasıl çıkılacak?

Bu sorunun cevabını, hem Batı'da, hem de Batı dünyasının dışında yaşanacak muhtemel gelişmelere bakarak verebileceğiz.

Bugün dünyanın içine sürüklendiği kaosun başlıca sorumlusu Batı uygarlığıdır. Şöyle ki: Batı uygarlığı, bilebildiğimiz yazılı-kayıtlı insanlık tarihi boyunca tüm dünya üzerinde hâkim olmayı başaran tek tecrübeyi üretti: 1648 Westfalya Anlaşması, Avrupa'da ulus-devletlerin doğuşunu, Avrupa içinde yaşanan çatışmaların ve savaşların dünya coğrafyası üzerine yayılması demek olan sömürgecilik ve emperyalizm süreçlerinin hız kazanmasını, dolayısıyla 1948'e kadar süren bir Avrupa Dünya Düzeni'nin kurulmasını sağladı.

Avrupalıların, dünya üzerinde kurdukları seküler hegemonya, dünyaya barış, özgürlük ve adalet armağan etmedi. Tam tersi oldu: Bütün kıtaları ve deniz ticaret yollarını kontrol etmelerine rağmen, bu küresel hâkimiyet Avrupalıların dünyaya huzur ve sükûn yerine, savaş, sömürü ve haksızlıklar armağan etmeleriyle sonuçlandı.

Özetle, Avrupa Dünya Düzeni, dünyanın düzenini ve dengesini bozan bir saldırganlık üretti. 20. yüzyıla gelindiğinde dünyayı kontrol ve kolonize eden Avrupa güçleri, bu kez birbirlerini kontrol ve kolonize etme azmanlığına soyunmaktan çekinmediler ve sonuçta iki büyük dünya savaşından sonra Avrupa harâb-ü türâb oldu.

Batı uygarlığının bu saldırgan yürüyüşünü Avrupa'dan sonra Amerika devraldı: Anglo-sakson siyaset, ekonomi, kültür ve düşünce sistemi üzerine kurulan ve yürüyen Amerika, hayata ve harekete geçirdiği BM, NATO, Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi küresel tahakküm örgütleriyle Batı uygarlığının saldırgan, kontrol ve kolonize edici mirasını devraldığını kanıtlamakta gecikmedi. Soğuk Savaş boyunca Latin Amerika ülkelerine kan kusturdu; Soğuk Savaş sonrası süreçte ise dünya üzerinde bir Amerikan Dünya Düzeni kurdu; bu kez de insanlığı "barış, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü masalı"yla avutarak, başta Osmanlı Coğrafyası olmak üzere dünyayı savaş, kölelikler ve haksızlıkların hâkim olduğu bir çatışma arenasına dönüştürdü.

Özetle söylemek gerekirse... Hem dünya tarihi boyunca tek başına hâkim olacak bir tecrübeyi; hem de insanlık tarihinde gelmiş geçmiş bütün medeniyetleri ya yok ederek, ya da fosilleştirerek diğer kültürlere ve medeniyetlere yaşama hakkı tanımayacak kadar narsist, narsist olduğu için de kendine güveni olmadığını gizlemeyi başaran ve dünyayı sonu nereye varacağı belli olmayan bir anaforun eşiğine fırlatan bir tecrübeyi insanlık tarihinde sadece Batı uygarlığı üretmiş oldu.

İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde, insanın diğer insanlarla, kültürlerin diğer kültürlerle, insanın kâinâtla ve Yaratıcı ile ilişkisinin bu kadar koptuğu, problemli hâle geldiği, dolayısıyla insanın tek bir kültüre ve yalnızca bu dünyaya kapatıldığı başka bir tecrübenin üretilmediğini görüyoruz.

Görüldüğü gibi, yeryüzünde barışı ve adaleti tesis edecek, kâinatla ve Yaratıcıyla kesinkes kopartılan teması ve irtibatı yeniden kurdurtacak yaratıcı ruhu ve kurucu iradesi olan yeni bir medeniyet tasavvuruna ve bu tasavvurun hayata geçirilmesi mücadelesine insanlığın her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettiği tarihî bir dönüşümün eşiğinde yaşıyoruz.

Batlıların seküler (dolayısıyla kapitalist) saldırıları sonucunda fosilleştirilen ve hadım edilen Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm gibi Doğu "hikmet" geleneklerinin dünyayı içine sürüklendiği kaostan kurtaracak bir dinamizmi, ruhu, hareket alanı ve kabiliyeti kalmadığı apaşikâr ortada. Üstüne üstlük bu dinlerin, hayatı ruhsuzlaştıran, insanların duyarlıklarını aşındırarak taşlaştıran ve dünyanın sorunlarına yabancılaştıran seküler, neo-pagan Batı uygarlığının hastalıklarının tedavisinde bir "masaj" işlevi görmekte bir "hizmetçi" gibi kullanıldığını ve bu dinlerin içlerinin alabildiğine boşaltıldığını görüyoruz.

Dün olduğu gibi yarın da insanlığın ufkunu ve zihnini, aklını ve kalbini açacak; insanın kâinâtla ve Yaratıcı'yla kopartılan irtibatını yeniden kurarak insana insan olma onurunu ve konumunu yeniden iade edecek; bütün kültürlere kendileri olarak varolma, varlık alanlarını geliştirme ve genişletme imkânları sunacak yegâne kaynağın İslâm olduğunu Batılılar bizden çok daha derinlemesine ve çok daha açık-seçik bir şekilde fark ettikleri için, Osmanlı coğrafyasına yerleşmeye ve İslâm'ın yeniden esaslı bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmesini önlemek için Türkiye'yi kendi hâline bırakmaMaya karar vermiş durumdalar.

Uzun vadede, Türkiye'nin, kendisiyle ve dünyayla yüzleşip bir durum değerlendirmesi yaparak, İslâm dünyasının yeniden esaslı bir medeniyet sıçraması yapması için gerekli hazırlıklara şimdiden soyunması gerekiyor.

Batılılar, dünya üzerinde kurdukları sömürü düzeninin ömrünün uzatılması sürecinde Türkiye'nin jeo-kültürel iddialara sahiplenmeMesinin ne denli hayâtî bir önem arzettiğini kavramış durumdalar.

Türkiye, nereye, niçin ve nasıl koşması gerektiğine karar veremediği sürece, yutulmaktan, unufak edilmekten ve yokolmaktan kurtulamayacağını görebilmelidir.


11 Ekim 2004
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED