AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Ramazan'ın İlk Günü Hazım Meselesi

Ben aslında Avrupa Birliği sürecini henüz "hazmedemeyenlerdenim". Hazımsızlığım Kıbrıs'ı sattırmak istemeyişimden kaynaklanmıyor. Otuz yıldır Kıbrıs konusunda kollarını bağlayıp küsmek dışında tek bir girişimde bulunmamış olan Türkiye, zorla kopma noktasına gelinen bir noktada inisiyatif sahibi olma yoluna girmiştir. Hükümetin Kıbrıs duruşunu beğenelim, beğenmeyelim (ben, sözgelimi, çok beğendiğimi iddia edemem), Türkiye'nin Kıbrıs hususunda elinin bugün geçmişten daha güçlü olduğu kesin.

Hazımsızlığım, "Onlar ortak, biz pazar" inancına sahip olduğumdan da değil. Şüphesiz ki AB süreci, Türkiye'nin bugüne dek kendini konumlandırdığı ekonomik düzlemi hayli zorlayacak.

Başta tarım ve küçük esnaf olmak üzere, bu ülkede büyük kitlelere hitap eden sektörlerde ciddi değişiklikler talep edilecek, bu değişiklikleri kabul etmek bu sektörlerdeki milyonlarca küçük ekonomik birim için maddi bir imkânsızlık olacak. Tabii olarak acı ve sıkıntı çekecekler. Kente göç ve kentsel işsizlik başlıca meselelerimizden olabilecek.

Yine bu çerçevede, Türkiye AB'nin ikinci sınıf üretim işlerini sürdürmeye devam edecektir. Aynı ülke sınırları içinde dahi ciddi bölgesel eşitsizlikler varken, AB içinde Batılı anlamda kalkınmışlıkta nispeten geri kalmış bir ekonominin kendini diğerleriyle hemen eşitleyebilmesi tabii ki beklenemez.

Hatta Türkiye kalabalık nüfusu ile AB'nin yeni pazarı da olacaktır. Bu süreç zaten Gümrük Birliği'nden beridir zaten iyice belirginleşmeye başlamıştı. AB'ye ilk gireceğimiz kapılardan biri, hiç şüphe yok ki, tüketici kapısı olacak. Bunun böyle olmayacağını iddia etmek anlamsızdır.

Ancak tüm bu meselelerin önemli bir kısmının, daha AB'ye dahi girmeden önümüzdeki on - on beş yıl içinde halledilebileceğini de düşünüyorum. O yüzden bu konuda hazımsızlık yapmıyor bende.

Ben, AB'yi emperyal, Türk'ü sevmeyen, bu ülkenin insanı ile kültürel ve dini uyuşmazlığı bulunan bir güç olarak gördüğüm için de AB'yi hazmetmekte zorlanmıyorum.

Zorlanmıyorum; zira tarihi, toplumu ve kültürüyle Müslüman Türk'e güveniyorum. AB, din ve mesela Ermeni hususunda bastıracak diye çekinmiyorum bu yüzden.

Benim hazımsızlığım, AB'nin kendi seyriyle alakalı. Gelişen bir dünya ekonomisi, artan uluslararası ticaret ve sınırlar ötesi iletişim, tabii olarak ortak sembolleri, ortak lisanları, ortak kuralları, ortak kanunları ve ortak standartları daha fazla gerektiriyor. İşte AB gibi merkezi bir güç bu ortaklıkları dikte ettirmeye başladıkça, yani yerellikten merkeziyetçiliğe gidiş devletler üstü bir çatıya yöneldikçe benim de endişelerim artıyor. Merkeziyetçilik bir yaklaşım, Avrupa'yı oluşturan tüm toplumları tek bir standarda uygun tasarlar. Ne kadar çok şeyi çoğunluğa uygun tek tip yaparsanız, aslında o kadar çok kişiye uymayan bir elbise hazırlamış olursunuz. Merkeziyetçilik gerekli, ama tehlikeli bir siyasettir.

Şu anda Avrupa tam sınırda duruyor. Daha merkeziyetçi dinamikler, yerelliği önceleyen akımlarla henüz yenişemiyor. AB anayasasını veto eden üye ülkelerde tepki büyük ölçüde merkeziyetçi dinamiklere yönelikti. Ancak AB'nin devasa bürokratik çarkı dönmeye devam ediyor.

AB, Türkiye'yi kabul ederse ne olacak bu yenişememe durumu?

Türkiye, denkleme yeni bilinmeyenler katacak. Bu kesin. Ancak bu bilinmeyenlerin AB'yi ne ölçüde daha merkeziyetçi, ne ölçüde daha yerelci yapacağı meçhul.

AB'nin, açıkçası benim de, hazmedemediği işte bu.


6 Ekim 2005
Perşembe
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED