AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Türkiye'nin stratejik önemi ve Erdoğan'ın liderlik gücü

Türkiye sonunda müzakere masasına oturdu. "Başvuru yapan ülke" ve "aday ülke" aşaması geçilerek "müzakereci ülke" statüsüne gelindi.

Bu başarıya katkısı bulunan pekçok insan, parti ve örgüt vardır. Ama netice, son anda yapılan siyasal müdahalelerle alınmıştır. Dışişleri Bakanı Gül'ün Straw'la süren telefon trafiği ve Erdoğan'ın Barroso'dan Blair'e, Berlusconi'den Schröder'e kadar AB'li liderlerle yürüttüğü görüşmeler sonucu belirlemiştir.

17 Aralık'ta çekilen restle 3 Ekim günü çekilen rest aynı siyasal gücü ortaya koymaktadır.

Bu güç "reddedilemezlik"ten beslenmektedir.

Avrupa Türkiye'yi reddedememiştir. Burada iki faktör etkili olmuştur.

Birincisi, Türkiye'nin siyasal gücü ve stratejik önemi.

İkincisi, Erdoğan'ın liderlik gücü.

Avrupa basınının yazdığı gibi Türkiye, bugüne kadar müzakerelere başlayan en stratejik ülkedir.

Türkiye'nin sıradan, herhangi bir ülke olmadığını biz söylediğimizde abartılı bir övgü gibi algılanır, ama Avrupa Birliği son kararıyla Türkiye'nin "vazgeçilemezliğini" ve "önemini" teyid etmiş, Türkiye'yi kaybetmeyi göze alamamıştır.

Başbakan Erdoğan da, 17 Aralık'ta olduğu gibi uluslararası arenadaki liderliğini bir kez daha test etmiş ve güvenoyu almıştır.

3 Ekim günü yaşananlardan iki ders çıkarmak gerekir:

1. Türkiye, gücünü ve konumunu bilerek müzakereleri yürütmelidir.

2. Avrupa Birliği'nin içinden çıkan çatlak seslerin her an sorun çıkarabileceği nazara alınmalıdır.

AB ile bundan sonraki süreç zor ve meşakkatli bir süreçtir. Bu yüzden iki taraf arasındaki anlayış ve güven, "sürecin tutkalı" olacaktır.

Ancak üzüntüyle belirtmek gerekir ki, bugüne kadar yaşananlar bu konuda iyi bir izlenim vermemiştir.

AB Konseyi, 17 Aralık'ta hedefin "tam üyelik" olduğunu ve müzakerelerin 3 Ekim'de başlayacağını deklare etmiştir. Buna rağmen 3 Ekim sabahı yaşanan rezalet, tam bir dürüstlük sorunudur.

3 Ekim günü bu konuların tartışılacağı gün değildi.

1963 yılında Ankara Anlaşması imzalandığında ve 1987 yılında Türkiye üyelik başvurusu yaptığında Avrupalılığı Roma Anlaşması'nın 237. maddesine göre resmen tescil edilmesine rağmen nasıl bazı Avrupalı liderler Türkiye'nin coğrafi olarak Avrupalı sayılıp sayılamayacağını tartışmaya açarak ayıp ediyorlarsa, Avusturya da belirlenmiş bir hedefi yeni baştan tartışmaya açarak ayıp etmiştir.

Türkiye bundan sonra AB'ye nasıl güvenecektir?

Yarın iktidara gelen liderler, bugüne kadar kurumsal hiçbir taahhüt altına girmemişler gibi yeni baştan filmi başa sarmaya çalışırlarsa ne olacaktır?

Bu zigzaglar devlet ciddiyeti ve kurumsal ahlakla nasıl bağdaşır?

Erdoğan, 17 Aralık'ta yaşananlarla ilgili "içinden bir tel koptuğunu" söyleyerek, kimi AB ülkelerinin tavırlarına karşı üzüntüsünü ifade etmişti. Herhalde 3 Ekim günü içinden bir tel daha kopmuştur.

AB ülkeleri güven erozyonuna sebep olmamak için bundan sonra daha dikkatli davranmalıdır. Yoksa ortada kimsenin güven duymadığı bir kurum kalacaktır.


6 Ekim 2005
Perşembe
 
YASİN DOĞAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED