Meclis’te kurulan özel araştırma komisyonunun önüne çıkan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Ferit Bernay’ın dediklerini, kendisini o göreve atayan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç duymuş mudur acaba? O ifadeler hakkında ne düşündüklerini gerçekten çok merak ediyorum.

Samsun’daki Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığı iddiaları hayli eskiye dayanıyor. En önemli şikâyet konusu ise, üniversitede uygulanan akademik kadrolara dönük politikalar... Yılların unvanlı öğretim elemanlarının üniversiteyle ilişkisi durduk yerde kesiliyor; doktora eğitimini yurtdışında almış nice değerli akademisyen, hak ettikleri halde, üniversitenin kapısından çevriliyor... Buna karşılık, bilimsel yeterliliği tartışmalı kişilere üniversitede ders verdiriliyor...

Dosyalar dolusu belgelere bakıldığında, sözgelimi, “İhtiyaç olmadığı” gerekçesiyle üniversiteyle ilişkisi kesilen öğretim üyelerinin yerlerinin kısa süre sonra doldurulduğu görülüyor. Tarih bölümüne müzisyen kökenli öğretim elemanları alınıyor, doktoralı öğretim üyesinin ilişkisini keserek boşaltılan bazı derslere lise öğretmenleri veya avukatlar giriyor... Bunlar ve diğer bazı iddialar gerçekten vahim; bu sebeple, Meclis’in iddialara el koyup gerçeği araştırması çok isabetli.

Rektör Bernay’ın ‘üniversitede yandaşlarını kadrolaştırdığı’ iddialarına verdiği cevap gözleri yuvalarından fırlatacak kadar meydan okuyucu: “Ondokuz Mayıs Üniversitesine irticaî ve bölücü kadroları sokmuyoruz; çağdaş ve Atatürkçü bilim adamlarıyla çalışmayı tercih ediyoruz. Eğer bu kadrolaşmaysa, evet ben kadrolaşma yapıyorum. Bazılarının hoşuna gitmese de Anayasa ve YÖK’ün çizdiği çizgiden sapmadan bilim üretme çabalarımız devam edecek.” (Vatan, 14 Ekim 2005)

Benim, Cumhurbaşkanı Sezer ile YÖK Başkanı Prof. Teziç’in ne düşündüklerini merak ettiğim ifadeler bunlar... Rektör, açıkça, ‘kadrolaşma’ yaptığını beyan ediyor. Tercih ettiği kişileri ‘çağdaş’ veya ‘Atatürkçü’, ilişki kestiklerini ‘irticâî ve bölücü’ olarak tanımlamasının fazla bir önemi yok; çünkü bunlar hukukî değil, hiç zorlanmadan arkasına sığınılabilecek olağanüstü keyfî ifadeler... Hukukî açıdan kullanım değerleri olsaydı, ilişki kesilirken veya göreve alırken bu tanımlar kullanılırdı. Oysa, üniversite, öğretim elemanlarının ilişkisini keserken, Meclis önünde beyan edilen ‘politik’ gerekçeyi kullanmıyor, daha başka yöntemler uyguluyor.

Tarafgir bir yazarın kalemine yakışacak ifadelerin sahibi olan kişi bir üniversitenin başındaki rektör olduğunda durum farklı bir hal alıyor. Türkiye bir ‘hukuk devleti’; anayasa, devletin değiştirilemez niteliklerini sayarken bu sıfatı da zikrediyor. Bir hukuk devletinde uyrukluk ilişkisinin nasıl oluştuğu da, kamu görevlilerinin taşıması gereken özellikler de yasalarla belirlenir. Yasalar ise, ‘soyut’ kavramlara, politik nitelemelere dayanmaz, somut değerlendirme esaslarını belirler. Öğretim üyesinin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini bir yönetici kendi keyfine göre belirleyemez. Belirlerse, ‘hukuk devleti’ olma niteliği zedelenir.

Rektör Bernay’ın Meclis komisyonu önünde ifade ettiği görüşleri, Cumhurbaşkanı Sezer ile YÖK Başkanı Prof. Teziç, ‘hukukçu’ gözlüklerini takarak değerlendirmelidirler. Öğretim üyesi olmaya hak kazanmış bir kişi kolay yetişmiyor; bilimsel unvanlar yıllarca dirsek çürüterek alınıyor. YÖK sistemi içerisinde hak kazanılmış unvanların sahiplerinin, yılların öğretim elemanlarının, soyut gerekçeler ve keyfî nitelemelere mâruz bırakılarak üniversite ile ilişkilerinin kesilmesi, o insanlar için çileli bir dönemin başlangıcı olduğu kadar, hatta ondan daha fazla, ülke için büyük kayıp. Herhalde bu yanlışa “Dur” diyecek birileri çıkacaktır.

Gönlüm, o birilerinin, konuyu soruşturan Meclis komisyonu üyelerinden önce, Cumhurbaşkanı Sezer ve YÖK Başkanı Prof. Teziç olmasını arzuluyor.

FEHMİ KORU

Künye

Temsilcilikler

Abone Formu

Mesaj Formu

Online İlan