|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
-Eğer feylesoflar, hiç olmazsa hususî hayata ait işlerde bir şeye yarasalardı, memurluklarda ve âmme işlerinde rebap önünde birer eşek gibi durmaları affedilirdi. Fakat feylesofu bir ziyafete oturtunuz, hüzünlü sükûtu, yahut yersiz sualleri her an davetlilerin neşesini bozacaktır; raksettiriniz, bir devenin füsununa ve hafifliklerine şahit olacaksınız; zorla bir temsile sürükleyiniz, onun yalnız varlığı dahi hazları kovacaktır. (...) Mükâlemenin [konuşmaların] hararetli olduğu bir meclise girsin, görünüşü birdenbire sükûtu doğuracaktır. Bir şey satın almak, günlük hayatın münasebetlerinde elzem olan bir işi görmek yahut böyle bir iş için birisiyle sözleşmek mevzûbahis olsun, o zaman bizim zavallı feylesof insana benzemeyecek, size bir kütük kadar budala görünecektir. Sözün kısası, o, hayatın bütün işlerinde o kadar kabiliyetsiz, mutad fikir ve âdetlerden o derece uzaktır ki ne kendine, ne vatanına, ne de âilesine bir faydası olabilir. (Erasmus, "Deliliğe Methiye", çev. Nusret Hızır, s. 41-42, İstanbul, 1989) Tasvirlerindeki abartıyı ve ironiyi gözardı etmeksizin, bir bütün olarak dünyayı, dünyada olup bitenleri görmek derdindeki feylesofun eşekliğine, kütüklüğüne, budalalığına (!) ilişkin hicivlerinde Erasmus'un îmalarının öyle veya böyle bir gerçeklik taşıdığını inkâr etmeye çalışmayacağım. Çünkü yaşamı bir bütün olarak kavramaya çalışan zekâların günlük yaşama uyum sağlamak konusundaki beceriksizlikleri handiyse tevatür düzeyinde kesindir. Dış-dünyaya yönelen (ektopsişik) kişiliklerin iç-dünyalarında, iç-dünyalarına yönelen (endopsişik) kişiliklerin ise dış-dünyalarında koflaşmalarından ve bu koflukları nedeniyle yabancısı oldukları farklı dünyalar karşısında yetersiz kalmalarından daha doğal ne olabilir? Cevap olumsuzsa, düşünürlerin dalgınlığından, sanatçıların ise şaşkınlığından ancak ahmakların şikâyet edebileceklerini kabullenmeli o halde. Çünkü bilmeli ki kişi dalmadıkça 'düşünür', şaşakalmadıkça 'sanatçı' olmayı başaramaz. Siyaset ve ticaretin tam da aksine, düşüncenin sermayesi 'dalgınlık', sanatın sermayesi ise 'şaşkınlık'tır. Nitekim Nobel ödüllü İvan Petroviç Pavlov (1849-1936) hakkında karalanmış şu satırlar, Rus bilgin'in o ünlü dalgınlığını hakikaten çok güzel tasvir eder: - "Özel yaşamında sık sık yoksulluk çizgisinin biraz üzerinde yaşıyor olmasına karşın, Pavlov para konusunda korkunç dikkatsizdi. Aylarca maaşını almayı unuturdu. Bir keresinde o sıralarda büyük gereksinim duyduğu nakit bir ödülü de yanında getiren akademik bir terfiyi kazanmasının hemen üstüne, daha eve dönmeden paranın çoğunu güvenilmez bir tanıdığa borç verdi. Para bir daha geri dönmedi. Bunun ardından ailenin tüm para sorunlarını Pavlov'un karısı yönetmeye başladı ve küçük bir bozukluktan daha çoğunu taşımasına izin vermedi." 25 Ekim 1917 günü işe geç gelen asistanının "Efendim, bugün devrim oldu da..." yollu gerekçesi karşısında, "Peki ama bir daha olmasın!" diyen Pavlov'un gündelik yaşama uzaklığını ölçebilmek bakımından şu anektod da oldukça öğreticidir: - "Zaman zaman Pavlov'un gündelik sorunlara ilgisizliği duygusal bir yön tutardı. Nişanlandığı zaman elindeki paranın hemen hemen tümünü nişanlısı için lüks eşyalar almak için harcamıştı -şekerlemeler, çiçekler, tiyatro biletleri, vb. Ona aldığı biricik işe yarar armağan, kızın tasarladığı bir gezi için ciddi olarak gereksindiği bir çift yeni ayakkabıydı. Nişanlısı gideceği yere ulaşıp sandığını açtığı zaman ayakkabıların ancak tekini buldu. İşin gizi konusunda Pavlov'a yazdığı zaman şu yanıtı aldı: - Ayakkabını boşuna arama. Senden bir anı olarak aldım ve masamın üzerine koydum." (Raymond E. Fancher, Ruhbilimin Öncüleri, çev. Aziz Yardımlı, s. 248-249, İstanbul, 1997) Bile isteye yaşama yenilmeden yaşamın kendisini yenemeyiz. Yaşam düşkünlüğü yaşamı ıskalamanın ta kendisidir çünkü. Hâsılı, tek ayakkabıyla yetinmeyi bilmeyenler, yaşamın ve düşünmenin derinliklerine dalmayı beceremezler. Aksi kanaatte olanlar, lütfen zahmet edip derinliklere dalmayı becermiş ustaların ayaklarına bir baksınlar! Nereye mi? Meselâ İsmail Kara'nın geçen hafta Dergâh Yayınları'ndan yayımlanan "Sözü Dilde Hayali Gözde" adlı hâtıratına... Sevgili Kara, dalgınlar ve şaşkınlar kafilesi arasından bizzat tanıştığı kimi zevata dair ince ayrıntılarla örülmüş, güzel dizelerle bezenmiş, ustalıklı yorumlarla zenginleşmiş bir bilgi demeti sunuyor bizlere. Hakkında pek fazla bilgimizin olmadığı yakın tarihin önemli düşünce ve sanat adamları hakkındaki bu ilk elden tanıklıkların kıymeti, tanık İsmail Kara'nın kendisi olunca, daha da artıyor. Artık tek ayakkabıyla yetinip yetinmemek size kalmış.
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |