|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
![]() |
|
taa Tiran'a gelmişler
TİRAN-Eğer, sadece Enver Hoca'dan miras kalan toprakları sayarsanız, küçük bir ülke, Arnavutluk. Yüzölçümü 28,750 kilometrekare, nüfusu 1999 tahminlerine göre 3 milyon 364 bin. Ancak, Makedonya, Kosova ve diğer Balkan ülkelerindeki Arnavutları ilave edersek, Arnavut nüfus bunun iki katına çıkabilir. 'Arnavut' ne demek biliyor musunuz? Bizler bilmeyiz, orada dikkatimi çekti, Arnavutlar kendilerine 'Arnavut' demiyorlar. Shqiptar diyorlar. Arnavut kelimesinin de ne demek olduğundan haberleri yok. Osmanlı döneminde verilmiş bir isim olabilir, Arnavutlara soruyorum, bilen yok. Araştıracağım, bu yazı bitinceye kadar bulmaya çalışacağım. (Evet, buldum. Benim ulaşabildiğim Arnavutlar bilemedi ama, değerli dostum Müfit Yüksel, hemen açıkladı.) Yunanlılar, dağlık, kayalık yerlerde çobanlık yapanlara 'Arvana' ya da 'Arvanit' diyormuş. Bu kelime, Arnabut şeklinde kullanılmış. Şu kadarını ben de biliyordum: Arnavutköy'ün eski adı, Arnabud Karyesi'dir. Türkçe'ye de kelime bu şekilde geçmiş. Arnavutluk, yeryüzündeki sosyalist rejimlerin en katısına maruz kaldı. Bir dini yaşamak, ibadet etmek bir tarafa, bir dine inanmak bile suçtu; hapisle cezalandırılıyordu Enver Hoca'nın Arnavutluk'unda. Bugün o kadar değil. Değil ama, çok iyi de değil. Bir karşı-misyonerlik diyalogu Enver Hoca zamanında meydana gelen tahribatı 'avantaj' hanesine yazan misyonerler, hiç yalnız bırakmıyorlar Arnavutluk'u. Burası, Tiran'ın büyük meydanında, Osmanlı zamanından ve 'müslümanlık'tan kalan yegane 'alamet' olan Etem Bey Camii'nin önü. Merdivenlerde, çok şirin bir ninecik, yanında da 4-5 tane güzel kız. Çok hoş. Bunlarla konuşmalıyım, diyorum, yaklaşıyorum, İngilizce bilip bilmediklerini soruyorum. "Biliyoruz, biz Amerikalıyız" diyorlar. "Peki, buralarda ne yapıyorsunuz" diye soruyorum; açıkça, "Misyonerlik yapıyoruz" iye cevap veriyorlar. Ben, namaz kılmak için içeri giriyorum. Birazdan onlar da, cami görevlisinden temin ettikleri başörtülerle örtünerek, giriyorlar içeriye. Onlara, hiç Kur'an-ı Kerim dinleyip dinlemediklerini soruyorum. "Dinlemedik" diye cevap veriyorlar. "Okusam, dinler misiniz" diyorum. Memnuniyetle dinleyeceklerini söylüyorlar. Oturup, 'Elif, Lam, Mim' diye başlayan, Bakara Suresi'nin ilk ayetlerini okuyup, dilimin döndüğü kadarıyla tercime ediyorum. Daha sonra da, hakikati aramak üzerine, bir kaç dakikalık bir sohbet geçiyor aramızda. Ta Caliphornia'dan buralara gelip misyonerlik yapan gencecik insanlara bir tür karşı-misyonerlik yapmayı 'anılar' hanesine geçirdikten sonra, ayrılıyorum oradan. Bir hisse çıkıyor bu anıdan: Elin oğlu, ya da elin kızı, boş durmuyor. Demek ki, bizlerin de boş durmaması lazım. Hele, Arnavutluk söz konusu olduğunda,Türkiye'deki Arnavutlar'ın hiç boş durmaması lazım.
ESKİ GÜNLERDEN BİR HATIRA GİBİ Etem Bey Camii'nde Kur'an okuyan bir ihtiyar. Adı, Aslan. Aslan amca, eski güzel günlerden kalma bir anı gibi duruyor camide. Ve güzel okuyor Kur'an'ı.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |