AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
R A M A Z A N

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

California'dan kalkıp
taa Tiran'a gelmişler

Başkent Tiran'da Osmanlı'dan kalma gözle görülür tek hatıra, Etem Bey Camii. Cami önünde bir sürpriz, Amerikalı misyoner kızlar.



KİM BU BAŞÖRTÜLÜ KIZLAR?
İlk bakışta, Ramazan gününde yolları camiye uğramış müslüman Arnavut kızlar olduğunu düşünmek mümkün. Hayır, bunlar Amerikalı misyonerler. Aralarındaki yaşlı kadın, misyonerlerin ne yapmak istediklerinin pek farkında olmayan,
Atiye nine. Misyoner kızlara, başörtüsü çok yakışıyor.

  • YUSUF ZİYA CÖMERT
    TİRAN-Eğer, sadece Enver Hoca'dan miras kalan toprakları sayarsanız, küçük bir ülke, Arnavutluk. Yüzölçümü 28,750 kilometrekare, nüfusu 1999 tahminlerine göre 3 milyon 364 bin. Ancak, Makedonya, Kosova ve diğer Balkan ülkelerindeki Arnavutları ilave edersek, Arnavut nüfus bunun iki katına çıkabilir.

    'Arnavut' ne demek biliyor musunuz?

    Bizler bilmeyiz, orada dikkatimi çekti, Arnavutlar kendilerine 'Arnavut' demiyorlar. Shqiptar diyorlar. Arnavut kelimesinin de ne demek olduğundan haberleri yok. Osmanlı döneminde verilmiş bir isim olabilir, Arnavutlara soruyorum, bilen yok. Araştıracağım, bu yazı bitinceye kadar bulmaya çalışacağım. (Evet, buldum. Benim ulaşabildiğim Arnavutlar bilemedi ama, değerli dostum Müfit Yüksel, hemen açıkladı.) Yunanlılar, dağlık, kayalık yerlerde çobanlık yapanlara 'Arvana' ya da 'Arvanit' diyormuş. Bu kelime, Arnabut şeklinde kullanılmış. Şu kadarını ben de biliyordum: Arnavutköy'ün eski adı, Arnabud Karyesi'dir. Türkçe'ye de kelime bu şekilde geçmiş.

    Arnavutluk, yeryüzündeki sosyalist rejimlerin en katısına maruz kaldı. Bir dini yaşamak, ibadet etmek bir tarafa, bir dine inanmak bile suçtu; hapisle cezalandırılıyordu Enver Hoca'nın Arnavutluk'unda. Bugün o kadar değil. Değil ama, çok iyi de değil.

    Bir karşı-misyonerlik diyalogu

    Enver Hoca zamanında meydana gelen tahribatı 'avantaj' hanesine yazan misyonerler, hiç yalnız bırakmıyorlar Arnavutluk'u. Burası, Tiran'ın büyük meydanında, Osmanlı zamanından ve 'müslümanlık'tan kalan yegane 'alamet' olan Etem Bey Camii'nin önü. Merdivenlerde, çok şirin bir ninecik, yanında da 4-5 tane güzel kız. Çok hoş. Bunlarla konuşmalıyım, diyorum, yaklaşıyorum, İngilizce bilip bilmediklerini soruyorum. "Biliyoruz, biz Amerikalıyız" diyorlar. "Peki, buralarda ne yapıyorsunuz" diye soruyorum; açıkça, "Misyonerlik yapıyoruz" iye cevap veriyorlar.

    Ben, namaz kılmak için içeri giriyorum. Birazdan onlar da, cami görevlisinden temin ettikleri başörtülerle örtünerek, giriyorlar içeriye. Onlara, hiç Kur'an-ı Kerim dinleyip dinlemediklerini soruyorum. "Dinlemedik" diye cevap veriyorlar. "Okusam, dinler misiniz" diyorum. Memnuniyetle dinleyeceklerini söylüyorlar. Oturup, 'Elif, Lam, Mim' diye başlayan, Bakara Suresi'nin ilk ayetlerini okuyup, dilimin döndüğü kadarıyla tercime ediyorum. Daha sonra da, hakikati aramak üzerine, bir kaç dakikalık bir sohbet geçiyor aramızda. Ta Caliphornia'dan buralara gelip misyonerlik yapan gencecik insanlara bir tür karşı-misyonerlik yapmayı 'anılar' hanesine geçirdikten sonra, ayrılıyorum oradan. Bir hisse çıkıyor bu anıdan: Elin oğlu, ya da elin kızı, boş durmuyor. Demek ki, bizlerin de boş durmaması lazım. Hele, Arnavutluk söz konusu olduğunda,Türkiye'deki Arnavutlar'ın hiç boş durmaması lazım.

    ESKİ GÜNLERDEN BİR HATIRA GİBİ

    Etem Bey Camii'nde Kur'an okuyan bir ihtiyar. Adı, Aslan. Aslan amca, eski güzel günlerden kalma bir anı gibi duruyor camide. Ve güzel okuyor Kur'an'ı.


    BİR AYET BİR HADİS
    "Fecir vakti; beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın"
    (Bakara: 187)
    Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
    (Hadis-i Şerif)


  •  
    Prof.Dr.
    VECDİ AKYÜZ
    Zekat, Fitre ve Fidyenin Miktarı

    KISSADAN HİSSE
    EŞKIYALAR VE KIRK ALTIN

    İFTAR SOFRASI
    Talaş böreği
    Aç karnına
    alışveriş yapmayın

    Uzmanlar israfa yol açmamak için, iftardan önceki 2 saat içinde alışverişe çıkılmaması gerektiğini söylüyor. Uzmanlara göre açlık bilinçsiz şekilde yiyecek alışverişi yapılmasına neden oluyor. Genellikle alışveriş bilinçli yapılır. Evdeki eksikler bir kağıda yazılır ve çarşıya öyle çıkılır, ancak Ramazanda bunun ucu biraz kaçabilir. İftardan önce alışverişe çıkanlar, aç oldukları için,gördükleri her şeyi almak istiyor. Sepeti tıka basa doldurup gereksiz masraf yapıyorlar. Yani açlığın en çok hissedildiği iftardan önceki 2 saat içinde bilinçsiz alışveriş yapılıyor. Tabii bunun sonucunda iftar açılıp rahatlayınca, alınan gereksiz her şeyin neden alındı sorgusu başlıyor. Kısacası israfa yol açtığı için bütçeye zarar veriyor. Uzmanlar Ramazan ayında en uygun alışveriş saatinin sabah veya akşam iftardan sonra olduğunun altını çiziyorlar.
    22 Ekim 2005
    Cumartesi
     
    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

    İMSAKİYE

      Adana
      Ankara
      Bursa
      Diyarbakır
      Erzurum
      İstanbul
      İzmir
      Konya
      Trabzon

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
    Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
    Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED