|
 |
EŞKIYALAR VE KIRK ALTIN
Abdulkadir Geylani, küçük yaşta ilim tahsiline başlamak üzere, bir kervan ile Bağdat'a doğru yola çıkacaktır. Annesi, ihtiyacı olan parayı kaftanının altına gizleyerek tembihler. "Oğlum, ne olursa olsun, sakın yalan söyleme!" Küçük Abdulkadir'in de aralarında olduğu kervan yola koyulur. Kervan bir vadiden geçerken, eşkıyalar yolu keser ve kervanda işe yarar ne varsa alırlar. Eşkıyalar, soygun yerinden ayrılmak üzereyken içlerinden birisi Abdulkadir Geylani'ye yönelir ve sorar: "Senin neyin var bakalım?" Geylani hiç tereddüt etmeden cevap verir. "Kaftanımın altında kırk tane altınım var!" Eşkıya, Geylani'inin verdiği cevap karşısında şaşırır. Eşkıyaların reisi izlediği manzara karşısında daha fazla susamaz: "Evladım, biz seni aramayacaktık, sen niçin bende altın var diyerek başını derde soktun" diye sorar.
Küçük Geylani, "Ben, dünya malı için yalan söyleyerek, Allah'a ve anneme verdiğim sözü bozamam" der. Bir çocuktan duyduğu sözler, eşkıyaların reisinin kalbini yumuşatır. Reis çocuğun büyük ferasetini düşünür... Diğer eşkıyalara dönerek: "Şu andan itibaren yaptığım fenalıklardan pişmanlık duyuyor ve tövbe ediyorum. Siz devam etmek isterseniz, kendinize yeni bir reis bulun" der. Öteki eşkıyalar da reislerinin tercihini doğru bulurlar ve tövbe ederek, ona bu defa doğruluk yapmak üzere katılırlar. Reis, soydukları kervanın bütün eşyalarını geri verir.
|
 |
|