|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Kürt sorunu etrafında yaşanan gelişmeler kaygı verici. Bu konuya yıllardır devlet politikaları ve temel demokratik değerler açısından değiniriz. Ancak politika ve değerler sadece devleti değil, Kürt aktörleri, örneğin DEHAP (yeni adıyla DTH'yı) da kuşatıyor. DEHAP, Türkiye'ye yönelik bir "güneydoğu siyaseti" izlemekten çok, Kürt sorunu merkezli, "merkezi uluslararası politika" izliyor, "topluluk değil, millet esaslı" bir tavır geliştiriyor. Bu tavır devletin attığı adımları hiç bir şekilde doğrulamasa da, sıkıntılı bir politikaya işaret etmektedir. Kürt sorunu 90'lardan bu yana ülkenin en yakıcı sorunlarından birisi oldu. Sorunun temelinde ciddi bir "vatandaşlık krizi"nin yattığını düşündük, her zaman. "Vatandaşlık krizi" kültürel farklılıkları ve mensubiyetleri reddeden; bireyin topluma zımni ve tek taraflı bir sözleşme üzerinden sadece siyasi aidiyet çerçevesinde bağlı olmasını öngören; özgürlük sınırlarını buna göre tanzim eden; bu çerçevede görevi hakkın önüne alan bir vatandaşlık anlayışından kaynaklanan krizdir. Bu kriz ilk aşamada toplumsal mutabakatların aşınmasına işaret etmiştir. Ancak işaret ettiği tek sıkıntı bu değildir. Hak, özgürlük ve görevlerin kısır bir çerçevede tanımlanması; toplumsal taleplerin ifadesinin ayrıcalıklı aracı olan, demokrasinin özünü ifade eden, söz konusu ortak değer ve paydalara hayatiyet kazandıran temsil ve katılma kanallarını da sınırlandırmaktadır. Bu nedenle vatandaşlık krizinin aşılmasının temel koşulu, farklı taleplerin temsil edilme ve katılma kanallarının açılmasında yatar. Diğer bir deyişle Kürt Sorunu'nun çözümü, yani yeni bir entegrasyon modelinin inşası, bu konudaki taleplerin kamusal alana Güneydoğu'yu temsil eden siyasi partilerce taşınmasından geçer. Bu fikri de yıllardır taşıdık, hala taşıyoruz. Bugün mevcut durumu, Güneydoğu'yu, DEHAP'ı ele aldığımızda; ilk bakışta, temsil ve katılımın önündeki engellerin bir ölçüde kalktığını söylemek mümkün. Ancak bir gelişme var ki, tüm bu söylediklerimizin özüyle, ruhuyla ters düşüyor. Başta DEHAP olmak üzere çeşitli Kürt aktörlerin dünden bugüne uzanan bir süreklilik içinde, milliyetçilik ve aşırı siyasi merkezileşme araçlarını elden bırakmamasıdır. Türkiye politikası yerine uluslararası politika izlenmesinin ardında da bu gerçek yatmaktadır. Güneydoğu'da temsil mekanizmasının manevi yaptırım gücüne sahip bir tür "gizli siyasi merkez" işlevini üstlenen ve milliyetçi söyleme uzak durmayan tek bir partinin tekeline girmesi çağdaş demokrasi anlayışla ters düşmektedir. Zira çağdaş demokrasi anlayışı; farklılıkların birarada yaşamasına işaret ettiği oranda bireyleşmenin önünü açan; buna karşılık homojen toplum bakışını yücelten her tür blok düşünceyi, örneğin her tür milliyetçiliği dışlayan bir anlayıştır. Demokrasi ile otoriter anlayış arasındaki fark, sadece temsil ve katılım mekanizmalarının varlığı ya da yokluğu farkı değil; aynı zamanda siyasi açıdan ve taleplerin ifade edilmesi açısından farklılaşma ile merkezileşme arasındaki farktır. Demokrasi siyasetin ve farklılaşmanın altını çizer. Merkezileşme ya da merkezi siyaset; siyasetsizlikle, çatışmayla, otoriter ruhla iç içe bir durumdur. Eğer talep edilen demokrasiyse; demokrasinin ruhuna uymak, farklı bir toplumsal mutabakat inşasında sadece gruplar arası değil, gruplar içi farklılıkların varlığını dikkate almak, siyaseti bir strateji ve taktik mekanizmasından çok kültürel aidiyetleri reddetmeyen bir bireyleşme üzerine kurmak mutlak koşuldur. Unutmayalım: Kürt siyasetinin iki sacayağı vardır. Biri devlet, diğeri Kürtler. Yine unutmayalım: gidişatı tayinde ikisinin ağırlığı da eşit orandadır.
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |