|
|
|
|
|
|
|
|
|
Fıkıh mezhepleri bir takım ilmî, sosyo-kültürel ve siyasî etkenler altında doğmuştur. Bütün bu etkenler, müçtehit imamlar döneminde bireysel görüş ayrılıklarının ötesine geçmiş ve âdeta içtihat gruplaşmasına yol açmıştır. Bütün bu gelişmeler, ileride bugün bildiğimiz anlamda kitleler halinde belli bir görüşe bağlanmanın zeminini hazırlamıştır. Müçtehit imamlar döneminde, hiç kimse oluşmaya başlayan belli bir mezhebe ve görüşe uymaya zorlanmamıştır. Siyasî iktidar da, belli bir mezhebi tutmaz ve insanları bu mezhebe uymaya zorlamazdı. İkinci yüzyıldan sonra giderek farklı görüşlere bağlanmanın yerini, belli bir mezhebin görüşlerine bağlanma alarak, dördüncü yüzyılda bugün bildiğimiz anlamda mezhepleşme yerleşikleşti. Bu yazımızda, genel olarak fıkıh mezheplerinin yayılışını ve yerleşmesini, özellikle de dört hak mezhebin yerleşik hale gelmesini ele almak istiyoruz. Mezheplerin Yayılış Etkenleri Mezheplerin doğuşunda olduğu gibi, yayılışında ve yerleşmesinde de bir takım ilmî, siyasî ve sosyo-kültürel etkenler sözkonusudur. Hatta mezheplerin doğuş ve yayılış etkenleri bazen iyice içiçe geçmiş durumdadır. Şimdi, mezheplerin yayılış ve yerleşmesindeki etkenleri ele almaya çalışalım. Fıkıh mezheplerinin imamı kabul edilen büyük bilginler, "müçtehid imamlar" olarak adlandırılmıştır. Sünnî fıkıh mezheplerinin sayısı, ilk zamanlarda (özellikle hicrî üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda) neredeyse müçtehid imamlar sayısınca idi. Bu sayı, ancak dört mezhebin yerleşikleşmesiyle azaldı ve günümüze kadar istikrar kazandı. Mezheplerin yayılışında ve yerleşmesinde payı olan etkenleri, ilmî, sosyo-kültürel ve siyasî etkenler biçiminde üç ana başlık altında ele alabiliriz. 1) İlmî Etkenler: Fıkıh mezheplerinin oluşumunda ve yayılıp yerleşmesinde en başta gelen etken, fıkıh üretimi ve öğretimi alanındaki ilmî etkenlerdir. Bu ilmî etkenleri, birkaç başlık altında ele inceleyebiliriz: a) Seçkin Bilginler ve Öğretim Etkinlikleri: Fıkıh mezheplerinin ortaya çıkıp yayılmasında elbette öncelik usûl (hüküm çıkarma ve içtihat) farkına ait olmakla birlikte, fürûya (özel kural ve hükümlere) ait yaklaşımlar ve bunları çok sayıda seçkin bilginlerce ve onların yaşadığı çevrelerdeki insanlarca benimsenmesi de etkili olmuştur. Güçlü ve itibarlı bilginler, ilk zamanlar doğrudan mezhep imamlarından, daha sonra da onların öğrencilerinden fıkıh tahsil etmişlerdir. Yetişen öğrenciler, kendi memleketlerine dönerek, aynı şekilde öğrenci yetiştirmişlerdi. Daha sonraları, her mezhebin fıkhının öğretildiği özel medreseler kurulması, örgütlü öğretimin avantaj elde etmesini, böylece de ilim öğretme faaliyetinin ve medresenin bulunduğu bölge ve ülkede, ilgili mezhebin yayılmasını sağladı. Bu açıdan, özellikle birçok yönden öncü konumu kazanan Hanefi Mezhebi, diğer mezheplere göre, başka etkenlerle birlikte daha avantajlı durumda oldu. Diğer fıkıh mezhepleri de, özellikle siyasî destek gördükleri bölge ve ülkelerde benzer şekilde kurumlaşmış olmanın avantajlarını yaşadılar. b) Fıkıh Eserlerinin Yazımı: Fıkıh öğretimi, zamanla fıkıh eserlerinin yazılmasını, böylece fıkıh eğitim ve öğretimi ile mahkemelerde artık belirli eserlerin kaynak olarak kullanılmasını sağlamıştır. Mezhep imamlarının ve onların daha sonraki bağlıları olan seçkin bilginlerin görüşlerinin belli kitaplarda toplanması, bu eserlerin temel başvuru (referans) kaynağı olmasını, onlar üzerinde çok etkili çalışmalar yürütülmesini imkân dahiline getirmiştir. Fıkıh eserlerinin yazımında öncülük, İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin öğrencilerine aittir. En başta İmam Muhammed eş-Şeybânî, Ebu Hanife'nin akademik bir tarzda yürüttüğü fıkıh üretim ve öğretim faaliyetlerini, bu faaliyetler sırasındaki görüşmeleri, âdeta birer zabıtname (tutanak) sayılabilecek eserleriyle çok başarılı bir tarzda derleyip yazmıştır. İmam Muhammed'in yazdığı eserler, sadece Hanefi fıkhının temel eserleri olarak kabul edilmemiştir. Onun eserleri, ayrıca başta Malikî Mezhebi olmak üzere, diğer fıkıh mezheplerince de hep örnek alınmıştır. Böylece o ve diğer Hanefiler, fıkıh eserlerinin yazımında gerçek anlamda çığır açıcı olmuşlardır. Yine Ebu Hanife'nin en önemli öğrencilerinden olan Ebu Yusuf, başta maliye, toprak, sular, ceza, vatandaşlık ve uluslararası ilişkiler hukuku gibi temel kamu hukuku konularını içeren Kitâbu'l-Harâc olmak üzere, bugün bile elkitabı olarak kullanılan çok sayıda fıkıh kitabı yazmıştır. Daha sonraki Hanefiler de, fıkıh eseri yazımına yoğun bir biçimde devam ettiler. İmam Malik ve öğrencileri, Ebu Hanife'nin başlattığı ve sistematiğini belirlediği fıkıh eserleri yazımını, özellikle İmam Muhammed'in yöntemini kendilerine örnek alarak sürdürdüler. İmam Şafiî ve Ahmed bin Hanbel, çok sayıda fıkha ve başka alanlara ait eserler yazarak, adlarına oluşan mezheplerin yayılıp yerleşmesinde belirleyici olmuşlardır. Bugün yaşamayan fıkıh mezheplerinin imamları ve bağlısı öğrencilerince, kendi görüşlerini topladıkları çok sayıda eserler yazılmıştır. 2) Siyasî Etkenler: a) Hukuk Birliği ve Güvenliği Arayışı: Abbasîler'in başlangıç döneminde, müçtehitler fetva (ilmî görüş) ve kazalarında (yargı içtihadı), kendi içtihatlarına dayanırlardı. Bu durum, gayet doğal olarak çok sayıda içtihat (ihtilaf) ortaya çıkmasını sağlıyordu. İçtihatların çokluğu ise, aynı olay hakkında, çok farklı fetva ve hükümlerin doğuşuna zemin hazırlıyordu. Bu kaygan zemin, hukuk eşitliği ve adalet, hukuk güvenliği ve istikrarı açılarından bir takım sorunlar doğuruyordu. Abbasîler'in başlangıç döneminin önemli siyasî düşünürlerinden Abdullah İbnu'l-Mukaffa (ö.142/759), Abbasî hükümdarı Mansur'a sunduğu bir reform önerisinde, hukuk birliği ve güvenliği ihtiyacına vurgu yaparak, bütün ülkede uygulanacak tek bir kanun yapılmasını salık vermiştir. (İbnu'l-Mukaffa'nın bu reform önerisi için bk. İbnu'l-Mukaffa, İslâm Siyaset Üslûbu, çev.Vecdi Akyüz, İstanbul 2004, Dergâh Yayınları, s. 103-123, özellikle, 113-115; Muhammed Hamidullah, İslâm Anayasa Hukuku, editör: Vecdi Akyüz, İstanbul 1998, Beyan Yayınları, s. 58-60; Muhammed Abid Câbirî, Arap-İslam Siyasal Aklı, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 2001, Kitabevi, s. 431-448) Başlangıçta bu öneri, bayağı tepki topladı. Ancak zamanla ihtiyaçların bastırmasıyla Mansur ve Harun Reşid, İmam Malik'e Muvatta adlı hadis-fıkıh kitabını bağlayıcı kanun olarak önerdilerse de, İmam Malik tekelciliği uygun görmeyerek bu önerileri reddetti. Ama Harun Reşid, ihtiyacın zorlamasıyla, İbnu'l-Mukaffa'nın önerisinde ima edilen şekilde ehl-i rey anlayışının öncüsü Ebu Yusuf'u başkadı (adalet bakanı) olarak atadı. b) Başkadılık: Başkadılık (kâdî'l-kudât), bütün adalet ve yargı örgütünün başı olarak, yargının işleyişnde çok belirleyici bir yere sahipti. Abbasîler'in Ebu Yusuf ve İmam Muhammed gibi Hanefi Mezhebi'nin ileri gelen bilginlerini başkadılığa getirmesi, başkadıların gayet doğal olarak kendi öğrencilerini bölge kadılıklarına ataması, Hanefi Mezhebi'ne yayılıp yerleşme ve olaylar içinde gelişme avantajı sağladı. Ebu Yusuf, kadı olarak atayacağı kişilerin yargıç formasyonlarını İmam Muhammed'in el-Câmiu's-Sagîr adlı kitabını ezberlemeleriyle ölçüyordu. Bu gelişmeler sonucunda Hanefi Mezhebi, âdeta Abbâsîler'in yarı-resmî fıkıh mezhebi konumuna geldi. Selçuklular ve Osmanlılar, Hanefî Mezhebi'ni benimsedikleri için, kendi ülkelerinde, hatta etkileriyle müslüman olan milletler arasında Hanefî Mezhebi'nin yayılmasına önderlik etmişlerdir. Yahya bin Yahya, Endülüs'te emîr el-Hakem'in güvenini kazanarak, bağlısı olduğu Malikî Mezhebi'nin bu bölgede yayılıp yerleşmesini sağlamıştır. Eyyûbîler'in Şafiî Mezhebi'ne bağlanmaları ve onu desteklemeleri, bu mezhebin Mısır ve Şam'da baskın duruma gelmesi sonucunu doğurmuştur. 3) Sosyo-Kültürel Etkenler: a) Medenî ve Kültürel Düzeydeki Uygunluklar: Fıkıh mezheplerinin yaklaşımları ile onlara bağlanacak bölge insanlarının medenî ve kültürel düzeylerinin birbirine yakınlıklar göstermesi, diğer etkenlerle birlikte, belli bölgelerdeki insanlar arasında belli bir mezhebin yayılmasını sağlamıştır. İbn Haldun'un belirttiği gibi, Magrib (Kuzey Afrika) ve Endülüs müslümanlarının medenî ve kültürel düzeyleri, Hicazlıların düzeylerine daha yakın bulunduğu için, daha önce Hicaz'da yayılmış bulunan Malikî Mezhebi, bu bölge halkları arasında yayılıp yerleşme imkânı buldu. İlk zamanlardaki bu gelişmelerden sonra, önce Irak Malikîliği, onların etkisiyle Magrib Malikîliği, daha sonra da Endülüs Malikîliği, özellikle Hanefiler'in akılcı yaklaşımlarından etkilenmişlerdir. b) Zihniyet Uyuşumu: Fıkıh mezheplerinin yayılıp yerleşmesinde başka bir etken, fıkıh mezhebinin günlük olaylara bakışı ile o mezhebi benimseyenlerin hayata bakışlarındaki zihniyet uyuşumudur. Gerek akide, gerekse fıkıh açısından akılcılık, muhafazakârlık, ılımlılık, aşırılık ve sertlik gibi tutum ve davranış biçimleri, fıkıh mezheplerinin bu durumlara yatkınlığına göre yayılma imkânı sağlamışlardır. Akılcılık ve ılımlılık, yayılmayı genişletirken; muhafazakârlık ve aşırılık, yayılmayı kısıtlayıcı olmuştur. Belli içtihatlar topluluğuna kitleler halinde bağlanma anlamında fıkıh mezhebi kavramı, hicrî dördüncü yüzyılda oluşup yerleşmiştir. Özellikle 300'lü yıllardan sonra, mezheplerin ikinci kurucuları denen fakihlerce gözden geçirilip mezhebin temel görüşü olarak belirlenen içtihatlar bütünü, fıkıh mezheplerinin oluşumunda en belirleyici etken olmuştur. Dört mezhebin ikinci kurucuları kabul edilen fakihler şunlardır: Hanefilerde, Ebu'l-Hasan el-Kerhî (ö. 340/951); Malikîlerde, Iraklı Ebubekir el-Ebherî (ö. 395/1005); Şafiîlerde, İbn Sureyc (ö.306/918); Hanbelîlerde, Ebubekir el-Hallâl (ö. 313/923). Bundan böyle, artık çoğunlukla mezhep imamı olarak kabul edilen bilginlerin adlarına nispetle, fıkıh mezhepleri ortaya çıkmıştır. Dört Mezhebin Yerleşikleşmesi
Fıkıh mezheplerinin oluşum döneminde sayıları biraz fazlaydı. Ama zaman içinde pekçok etken dolayısıyla, en başta gerek etkin temsilcilerin bulunmayışı, gerekse çeşitli yakınlaşmalar yüzünden, fıkıh mezheplerinin sayısında giderek azalma oldu. Her halükârda, geniş kitlelerce benimsenen sünnî fıkıh mezheplerinin sayısı, enaz altı taneydi. Hanbelî Mezhebi ile Zâhirî Mezhebi, dördüncü-beşinci mezhep olma arasında gidip geldiler. Endülüs'te Evzâî Mezhebi ile Mâlikî Mezhebi, Şam'da (Suriye ve çevresinde) ise Evzâî Mezhebi ile Şâfiî Mezhebi büyük çekişmeler yaşadıktan sonra, ikinciler lehine ortaya çıkan gelişme sonucunda, Evzâî Mezhebi yavaş yavaş silinerek kayboldu. Mısır merkez olarak Kuzey Afrika'ya ve Şam (Suriye ve çevresi) bölgesine egemen olan Türk kökenli hanedan (Kıpçak Oğuzları) Memluklar döneminde, özellikle Malikî Mezhebi bağlıları ile Eyyûbîler'in çabalarıyla Mısır'da bağlılarının sayısı artmış bulunan Şafiîler, kadılık otoritesi açısından çekişme içindeydiler. Şafiî kadı, kendi otoritesinin diğerlerinden üstünlüğü iddiasındaydı. Dönemin bilginleri, konuyu enine boyuna tartıştılar. (Bu tartışmaları yansıtan ve bu tartışmaların yapıldığı sosyo-kültürel ve siyasî arka planın ürünü olan Malikî bilginlerden Şihâbuddîn el-Karâfî'nin el-İhkâm fî Temyîzi'l-Fetâvâ ani'l-Ahkâm ve Tasarrufâti'l-Kâdî ve'l-İmâm adlı eseri özellikle hatırlanabilir. Bu vesileyle, özellikle belli alanlarda yazılmış fıkıh kitaplarının boşlukta ve hayalî olarak yazılmadığını da belirtmiş olalım.) Bu gelişmeler sonucunda Ortaçağ İslâm-Türk tarihinin en önemli simalarından biri olan Memluk sultanı el-Melikü'z-Zâhir Baybars (620-676/1223-1277, hükümdarlığı 658-676/1260-1277), 663/1265 yılında dört büyük Sünnî mezhep mensuplarının işlerini görmek için her mezhebe ait ayrı ayrı kadıların başına kadılkudâtlar tayinini ilk önce gerçekleştirmiştir. (bk. M.Fuat Köprülü, "Baybars I", MEB İslâm Ansiklopedisi, 2/361; Kazım Yaşar Kopraman, "Baybars I", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 5/222; Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafiî, 359) Bu olay, bundan sonraki bütün fıkıh tarihini derinden ve kökten etkileyen, hatta belirleyen çok önemli bir sonuç doğurmuştur. Sünnîler arasında yayılmış olan çok sayıdaki mezhepler, zaman içerisinde elenerek azalmıştı. Ama özellikle Hanbelî Mezhebi ile Zâhirî Mezhebi, bağlılarının sayısı açısından dördüncü mezhep olma konusunda uzun süredir çekişme içindeydiler. Ancak birçok yeniliğe imza atan ve Memlukler'in güçlü sultanlarından olan Baybars, bugün bildiğimiz dört mezhebin başkadılıklarını belirlemek suretiyle, artık "dört mezhep" teriminin iyice yerleşmesine giden yolun açılmasını sağlamıştır. Bu tarihten kısa bir süre sonra artık Evzâî ve Zâhirî mezheplerinin kitleler halinde bağlıları giderek azalmış ve büyük kitlelerce benimsenmiş olan "Hanefi, Malikî, Şafiî ve Hanbelî" mezhepleri, Sünnî Müslümanlarca "Dört Hak Mezhep/Dört Mezhep" olarak kabul edilmiştir. Böylece, müçtehid imamlar döneminden bu tarihe kadar çok sayıdaki fıkıh mezhepleri azala azala belirli sayıya inmişlerdir. Nihayet dört mezhep iyice yerleşerek, Sünnî çoğunluk tarafından günümüze kadar yaşatılagelmiştir.
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |