|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Reform mu, ev ödevi mi?
Avrupa Birliğine girebilmek için reform adı altında kanunlar çıkarıyor, kararlar alıyoruz. Bu yaptıklarımızın, "Avrupa Birliği istediği için değil, kendi halkımızın çıkarları için" olduğu sözünü sık sık tekrarlıyoruz. Acaba bu deyimde samimi miyiz? Temelinde samimiyet olmayan hiçbir ideal gerçekleşemez. Öyle bir davranış içindeyiz ki, reformların, kendimizi Avrupa'ya kabul ettirmek değil de, sadece ülkemiz çıkarlarına uygun olduğu için yapıldığından şüphe ediyoruz. Reform kanunlarını çıkarırken, en çok kullandığımız şey, "biz ev ödevimizi yapıyoruz", sloganıdır. Bu slogan, reform kanunlarını sadece kendimiz için çıkardık savına gölge düşürmektedir. Bazı yetkililerimizin "biz ev ödevimizi yaptık. Sıra Avrupa Birliği'ndedir", sözü çoğumuzu rahatsız etmektedir. Konuya bir de futbol lügatçisiyle yaklaşarak "top şimdi onların ayağında gibi" sözler söylemek konuyu daha da onur kırıcı hale getirmektedir. AB yol haritasında batı ülkelerinin önümüze pek çok engel çıkardığı gerçektir; ancak bizim kendimize çıkardığımız başka bir engel daha vardır. Kısaca söylemek gerekirse, o da birçoğumuzun Avrupa Birliğini bir tetikçi gibi kullanmak istemesidir. Tetikçiliğin anlamı
Tetikçilik, bir kimseyi para karşılığı kiralayıp, cinayet işletmek veya kendi adınıza baskı yaptırmaya çalışmaktır. Birçok devlet adamımızın ve entelektüellerimizin kafasındaki düşünce şudur: "Bizim sosyal, ekonomik, demokratik problemlerimizi kendi kendimize halletmemiz mümkün değildir. Biz ancak batı dünyasının baskısıyla bunların üstesinden gelebiliriz. Özetle, biz ancak Avrupa Birliğine girersek adam olabiliriz" demekteyiz. Tanınmış bir yazarımız bir televizyon konuşmasında, "biz ancak Avrupa Birliğine üye olursak askerlerin etkisinden kurtuluruz." Bu sözler, askerlerin politika üzerindeki vesayetine son vermek için Avrupa'yı tetikçi gibi kullanmaktan başka manaya gelir mi? Sayın Meclis Başkanımız Bülent Arınç'ta bir televizyon konuşmasında: "Ben vaktiyle koyu bir Avrupa Birliği karşıtı idim. 28 Şubattan sonra değiştim. Avrupa Birliği savunucusu oldum" demiştir. Bu konuşma, Avrupa Birliğine karşı veya taraftar olmamızın gerekçeleri hakkında bir mesaj içermektedir. Bu mesaj, sadece TBMM Başkanımızın değil, Başbakanımız dâhil birçok devlet adamımızın da, deyimlerine uymaktadır. Bu beyanatlar dikkate alındığında olay, bir husumetin, adeta bir karasevdaya dönüşmesi gibidir. Böyle bir yaklaşım da, kara sevdaya kapıldığımız kuruluştan çok büyük beklentilerimiz olduğunu göstermektedir. Bu değişim 28 Şubat'tan sonra olduğuna göre, bu değişiklikte, Türk demokrasisi askeri müdahalelerden, ancak Avrupa Birliğine girerse kurtulur fikri mi yatmaktadır? 28 Şubat askerler tarafından yapılmış sessiz bir darbedir. O olayın kahramanlarına göre, bu tarihte askerler, Erbakan iktidarına "bir balans ayarı", yapmışlardır. Sayın Meclis Başkanımızın, ben, 28 Şubattan sonra koyu bir Avrupa Birliği taraftarı oldum, demesi; "Erbakan iktidarı askerlerin sivil idareye müdahalesini önleyemedi. Anladım ki biz ancak Avrupa Birliğine girmek suretiyle önleyebiliriz" mi demek istemiştir? 28 şubat ta yapılamayan
28 Şubat olaylarından sonra, Sayın Necmettin Erbakan'la aramızda geçen konuşmayı anlatmak istiyorum. Erbakan Milli Güvenlik kurulunda kendisine, bir muhtıra gibi dayatılan isteklere karşı, destek aramak üzere parti başkanlarını ziyaret etmekteydi. Oysa bu desteği parti liderlerinden değil, TBMM'den istemesi gerekirdi. Şahsına, kısa bir mektupla, bu buhranın önlenebilmesi için TBMM'den güven istemesinin yerinde olacağını yazdım. Mektubuma yanıt alamayınca randevu alarak kendisini ziyaret ettim. Ziyaretimde, TBMM'ne başvurarak güvenoyu istemesi gerektiğini söyledim. Bu durumda, TBMM hükümeti düşürebilir veya muhtıra tarzındaki davranışın karşısında cephe alabilirdi. Bu düşüncemi açtığım zaman, yanında etkili bakanlardan bazıları da vardı. Benim görüşümü haklı buldular; ancak, bu adım atılmadı ve hükümet istifa etti. Yerine 28 Şubat mahsulü yeni bir hükümet kuruldu. Askerlerin veya bürokrasinin müdahalelerinden şikayet ediyorsak, demokrasimizin noksanları olduğuna inanıyorsak, bunu halledecek makam TBMM olmalıydı. Sayın Meclis Başkanımızın bu sözlerini, "Avrupa Birliğine girmek suretiyle, askerlerin politikaya müdahalesinden kurtulabiliriz", şeklinde anlamamız yanlış mı olur? Bu davranışın tarihi kökenleri
Öyle zamanlar olmuştur ki, bazı politikacılarımız, Avrupa'ya çağrıda bulunarak, açıkça, "siz bize yardım etmezseniz, seçimleri aşırı İslamcılar kazanır", demekten çekinmemişlerdir. Bu yaklaşımda, aynı mantığın ürünüydü.12 Eylül 1980 müdahalesi sonrası, Avrupa Konseyi'ne giden üyelerimizden biri, genel kurulda yaptığı konuşmada, Avrupa Devletleri'ni kendilerine şikâyet ediyordu. Diyordu ki: "Siz zamanında Ecevit iktidarına destek olsaydınız bu askeri müdahale olmazdı." Askerlerin çeşitli zamanlarda yaptığı müdahalelerin sebeplerini tartışmak istemiyoruz. Demokrasi, bir hukuk düzenidir. Bu düzenin temelinde, siyasi problemlerin demokratik yollarla halledilmesi kuralı vardır. Askerlerle hükümetlerimiz arasında bir problem varsa, niçin bu problemleri kendi kendimize çözmek için yol aramıyoruz!!? Çok zaman kullandığımız bir söz vardır: "Demokrasilerde çare tükenmez." Bu söz çok doğrudur; amma, çareler arasında en iyisini seçebilmek de, bir beceri ister. Çareyi bizzat demokrasinin içinde aramak yerine, başkalarının baskılarıyla sağlamaya çalışmak sonuç vermez. Nitekim, Tanzimat Fermanı'nı hazırlayanlar da, "Sultan, fermandaki taahhütlerine uymazsa ne yapalım", diye kafa yormuş ve sonuçta, Düveli Muazzama'nın(-) hakem olmasını ve Sultana baskı yapmasını istemişlerdi. O günden bu güne hala müşküllerimizin hallini başkalarından istiyoruz. Bu davranışlar Düveli Muazzamayı veya Avrupa Birliği'ni bir nevi tetikçi tutmaya benzemiyor mu? - Düveli muazzama: Zamanın güçlü devletleri: Rusya, Almanya, Avusturya..
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |