AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Türkiye'nin geleceği "Bir kuşak sonra"

Avrupa Birliği'ndeki sosyalist ve sosyal demokrat partilerin üyesi olduğu Avrupa Sosyalist Partisi (PES) Başkanı Poul Nyrup Rasmussen, PES'in yıllık konsey toplantıları için bulunduğu Viyana'da Der Standard gazetesine verdiği demeçte Türkiye'nin AB'ye katılımı için "en az bir kuşak geçmesi" gerektiğini belirtmiş. Bir kuşak geçtikten sonra Avrupa'nın ya da Avrupalıların Türkiye'ye bakışında bir değişiklik olması mı bekleniyor yoksa Türklerin daha Avrupalılaşacağı mı umuluyor?

Bu sorunun ne Türkiye açısından ne de Avrupalılar açısından tek bir cevabı yok. Türklerin büyük kısmı Avrupa Birliği konusunda (şimdilik) ikna edilmiş olsa bile Avrupalıların Türklerin üyeliğine dair tek bir cevaplarının olmadığı tespiti doğru ama eksik unsurlar taşıyor. Avrupalıların Türkiye'ninAB'ye alınması konusunda kafaları karışık olsa bile Türklerin nasıl algılandığı konusunda ortak bir kanaatlerinin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Avrupalıların 'öteki algısı' büyük ölçüde hala İslam üzerinden inşa edilmektedir. Bu algının tarihsel ve kültürel nedenleri olduğu kadar stratejik gerekçelerinin bulunduğu da bir o kadar gerçek. Sadece tarihi ve kültürel köklerine bakarak, emperyal projeleri yok sayarak Avrupalıların öteki olarak İslam algısını ve Avrupa Birliğinin Türkiye ilişkilerini değerlendirmek yanıltıcı olabilir.

Geçen hafta Viyana üniversitesindeki bir program (Türkiye'den Nuray Mert ve Fransa'dan Etien Balibar'ın da katıldığı) nedeniyle gittiğim Viyana'da Türk örgencilerle de görüşme imkanımız oldu. Yaptığım konuşmada, Avrupa kimliğinin oluşumunda düşman algısı olarak İslam konusuna yoğunlaşırken Nuray Mert'in daha güncel ve hegomonyası eksenli konuşması İslam algısının maddi ve kültürel temellerini açığa çıkarması bakımından birbirini tamamlar nitelikteydi.

Bu noktada, Rassmussen'in ilişkilerin normalleşmesi için "bir nesil geçmesi gerektiği"ni ileri süren erteleyici daha doğrusu dışlayıcı tavrında ortaya çıkan stratejinin tarihi arkaplandan çok, gerek bize soru soran gerekse özel görüşmelerde düşüncelerini açıklayan Türklerin düşünüş biçimleri ve Türkiye ile kurdukları ilişkinin mahiyeti üzerinde bir noktanın önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Avrupalıların, Türklerin bırakın Avrupalılığını kabul etmeyi, AB ile ilişkilerini belirleyen politikalardaki temel faktörün stratejik olduğu kadar kültürel ve tarihi bir geçmişten bağımsız olduğunu kimse iddia edemez. Stratejik yakınlaşma kültürel geçmişe rağmen yürümüyor. Stratejik ilişkiyi meşrulaştıracak tarihi ve kültürel argümanlar gerektiğinde ön plana çıkarılacaktır.

Ancak Türklerin Türkiye ile kurdukları ilişkinin travmatik bir ilişki olduğunu bu vesile ile belirtmeliyim. Bu travma hem bireysel deneyimlerin sonucu olduğu kadar kültürel bir kopukluğun da sonucu olarak ortaya çıkıyor. Sosyalist bir politikacı olarak Rassmussen'in muhafazakar politikacılarla aynı dili konuşarak Türkiye'nin hazmedilmesi için en az bir nesil süre istemesi, Türklerin anlamak istemediği, 'söylenmeyen'lerin başka bir dille ifadesidir.

Pek çok Avrupalı politikacı ve entelektüelin Türklerin dışlanması için gösterdikleri gerekçeler aynı zamanda kimi Türklerin kendilerini Türkiye'den dışlanmış hissetmelerinin de gerekçesini oluşturuyor.

"Ben kendimi burada Türkiye'dekinden daha fazla azınlık hissetmiyorum." Bu ifade başörtüsü nedeniyle Türkiye'de üniversite okuma imkanı bulamamış örgenciye ait. Türkiye'nin AB'den dışlanması için gerekçe olarak gösterilen dini kimliği, aynı zamanda bu kimliği taşıyanların kendilerini kendi ülkelerinde azınlık hissetmelerine neden olabiliyor. Kimlik tanımlamalarının ve semboller üzerinden yürütülen siyasetin bu kadar birbiriyle karıştığı ortamda temel soru şu: Türkiye'nin bir nesil sonrasını kim inşa edecek?

Bir nesil sonra Türkiye'yi kimlerin inşa edeceği kadar Türkiye ile ilişkilerini azınlık gibi travmatik bir durumla açıklayanların 'kendilerini nerede inşa ve ifade edebilecekleri' sorusunu sormak zorundayız. Türkiye'deki bireysel deneyimlerimiz, azınlık hissini yaşatacak kadar aşırı uygulamaları yaşamış olmamız bu ülke ile kurduğumuz ilişkiyi, bu ülkenin geleceğini kimin inşa edeceğine ilişkin verilecek cevabı azınlık tanımına indirgemeyi meşrulaştıramaz. Konjönktürel sıkıntılar tarihi sorumluluğumuzu ve bizim bu topraklarla olan ilişkimizi yaşanan travmalardan kaynaklanan 'bilinç kayması'yla tanımlamamızı meşrulaştıramaz.

Bu ülkenin geleceği, bu ülkenin Avrupa'dan dışlanmasına gerekçe olan kimliğine sahip çıkanlardır. Yaşanan travmalar, tarihi, kültürel ve toplumsal gerekçelerin üstüne çıkarak bu ülkeyle ilişkimizi azınlık psikolojisine indirgememizi meşrulaştırmıyor.

İslam bu ülkenin asli kimliği olduğu gibi bu ülkenin geleceğidir. Çünkü bu ülkenin tarihsel anlamda da toplumsal anlamda da İslam'ın dışında varoluş imkanı sunacak elinde başka bir seçeneği mevcut değildir. Bu ülkede Müslümanlığı azınlık psikolojisine itmek hem Müslümanları hem de bu ülkenin geleceğini pravoke etmek demektir. Bu ülkenin geleceği; Avrupalıların Türkiye'nin hesabını "en az bir kuşak sonra"ya tehir eden hesabı bozmakta yatmaktadır.


28 Haziran 2005
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED