AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Bir fotoğraf üzerine

Aklıma bir konu takılır, ele almayı günün hayhuyu içersinde ertelerim, sonra onu unutturacak daha önemli konular çıkar karşıma; hiç beklemediğim anda, bir bakmışım, yeniden zihnimde canlanıvermiş aynı konu...

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisi öncesinde, Temsilciler Meclisi'nin Türkiye ile ilgilenen üyelerine, Cem Uzan'ın gazetesinde yayımlanan o 'ünlü fotoğrafı' gönderenler çıkmış: Tayyip Bey, Afgan lider Hikmetyar'ın dizi dibinde... Bu haberi görünce, "Eh" dedim, "Ben de arşivden Afgan liderlerin Beyaz Saray fotoğraflarını çıkartayım..." Sonra da kendime verdiğim sözü unuttum...

Hayır, artık bayatlamış o konuya değinecek değilim. Şu kadarını söyleyeyim: Gülbeddin Hikmetyar ve öteki Afgan liderler, Türkiye'de 'kahraman' gibi karşılanıyorlardı, ama esas el üstünde tutuldukları yer Washington'du. Dönemin başkanıyla Oval Ofis'te çekilmiş yığınla fotoğrafları vardır.

Konu yeniden aklıma geldiğinde sırf merakımı gidermek için el attığım bir kitapta karşıma çok farklı bir fotoğraf çıkıverdi. Beni bayağı sarsan bir fotoğraf...

Kitap ABD'de yeni çıktı. Kıdemli gazeteci Joseph J. Trento'nun son eseri 'Prelude to Terror' (Teröre Girizgâh), yazarın "Baştan çıkmış CIA" dediği örgütün zaman içerisinde nasıl 'özelleştirildiğini' anlatıyor. Ciddi bir gazeteci Trento, kitabını da çok ustaca kurgulamış...

Temel tezi şu: CIA, son otuz yıl içerisinde, başına buyruk hale geldi. Onu disiplin altına alma girişimlerinin hiç beklenmeyen etkisi ise, içerisindeki pek çok istihbaratçı, ajan ve operasyon elemanının birbiriyle paslaşarak kendi eylemlerini gerçekleştirmesidir. CIA içinden bazıları istihbaratı özelleştirdiler... Kitap bu tezi ispatlayan nice örnek olayı sergiliyor...

İran'daki İslâm Devrimi sonrasında meydana gelen en çarpıcı olayın ABD Büyükelçiliği'nin basılıp içinde bulunanların rehine alınması olduğunu biliyoruz. 444 gün süren bir kriz yaşandı ABD ile İran arasında. Kitap, o dönemde Beyaz Saray'da oturan Jimmy Carter'a öfkeli İranlıların, sırf onu sandığa gömmek için, rakibi Ronald Reagan ve ekibiyle yürüttükleri pazarlıkları uzun uzadıya anlatıyor. Madrit'te buluşmuş taraflar, Almanya'da, İngiltere'de pazarlığı koyulaştırmışlar... Sıradan Amerikalılar, gözü bağlı diplomatlarının kurtulması için her şeyin yapıldığını sanadursun, iktidara gelmeyi kafaya koymuş bir grup, "Aman ha" diyormuş görüştükleri İranlılara; "Hemen salıvermeyin, seçimi kazanalım, sonra..."

Amerikalılar o günlerde neler olup bittiğini bugün de tam bilmiyorlar. Olan şu: Baba Bush ve adamları, muhatapları olan İranlıları, ABD bankalarının dondurduğu İran'a ait kaynakları serbest bırakma, ihtiyaçları olan silâh ve yedek parçaları temin etme karşılığında, rehineleri bir süre daha ellerinde tutmaya ikna ettiler... Ekim 1979'da serbest kalabilecek Amerikalı rehineler, Şubat 1980 ortalarına kadar günyüzü göremedi. Amerikan halkı en az 100 gün fazla yas tutmuş oldu...

Unutmayın: Reagan'ın yanında yönetime gelen ekip bugün Washington'a hükmediyor...

Dikkatimi çeken bu olayın bir yan ürünü: ABD ile takışan İran'ın çeşitli amaçlarla kullandığı Amerikalılar... Bunlardan biri, David Theodore Belfield adlı bir siyahî... Sonradan Müslüman olmuş bir Kore gazisi eliyle kendisi de İslâm'la tanışmış Belfield ve adını Dawud Salahuddin olarak değiştirmiş... O yıllarda ABD başkentinde hızla tırmanan İslâmî gruplar arasındaki kavgalarda hep radikaller safında yer almaya başlamış...

Trento, "Aynı gün ABD büyükelçiliği basılıp diplomatlar rehine alınmasaydı çok gürültü koparacak bir eylemi oldu" diyor... O gün, bir grup arkadaşıyla birlikte, New York'taki Hürriyet Heykeli'ni ele geçirmiş Salahuddin. 1979 yılı içerisinde Şah-yanlısı bir gazeteye bomba koyma eylemiyle daha kanlı-canlı işlere de karışmaya başlamış...

Esas eylemini, Şah dönemi İran'ın Washington Büyükelçiliği sözcüsüne karşı gerçekleştirmiş Salahuddin. Kendisine bu görevi verenlere, "O çok küçük bir hedef, müsaade edin Kissinger'i öldüreyim" dediğini öğreniyoruz. O sıralarda izlediği Robert Redford'un 'Akbabanın Üç Günü' filmindeki sahneyi gerçek hayata taşımış. Bir posta arabası çalmış ve adamın kapısına dayanmış; elindeki belgeleri bizzat kendisinin imzalamasını istemiş. Adamı görünce de tetiğe basmış... Azmettirenler kendisini Avrupa'ya kaçırmışlar...

Yazar, "CIA, henüz Fransa'da sürgündeyken, Humeyni'nin yanına kendi eğittiği İranlıları yerleştirmişti" diyor. Birkaç yerde, "Humeyni'nin etrafı CIA ajanlarıyla doluydu" diye de tekrarlıyor... Biliyorsunuz, bir ara dışişleri bakanlığı yapmış Sadık Kutbzade CIA ajanı olduğu gerekçesi ile idam edildi İran'da...

"Peki ya fotoğraf?" Kitaptaki dikkat çekici fotoğraf kanlı eylemlere katılmış siyahî Amerikalı Dawud Salahuddin'e ait... Hemen arkasındaki koca saat 10'u göstermese sabahın köründe çekildiğini söyleyebilirdim. Bomboş bir arka-planı var fotoğrafın. Paltolu Dawud eski bir binaya arkasını vermiş... Binanın üzerinde kocaman harflerle 'Ortaköy' yazıyor. Fotoğrafın altına "Ekim 1996 İstanbul" bilgisi düşülmüş...

1980'lerde ABD ve Avrupa'da hayli hareketli bir hayat geçirmiş bu siyahî Amerikalı 1996'da İstanbul'da ne arıyordu acaba?


28 Haziran 2005
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED