İnsanın aklına -ister istemez- "Susurluk"un aslının ardından dönemin başbakanı (ve de tabii adalet bakanı!) tarafından yapılan yorumlar geliyor...

Hatırlıyorsunuzdur muhakkak, ne kadar tatsız, tatsız olmasının yanısıra ne münasebetsiz ve de ne yanlış-tehlikeli yorumlardı onlar...

Erbakan'ın olup biteni "fasa fiso" olarak nitelenmesi; Susurluk olayının aydınlatılması için düzenlenen (ve ülkenin tanıştığı başta gelen yurttaş eylemlerinden birisi olan) "Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakikalık Karanlık" eylemine katılanların "fesatçı" olarak adlandırılması; ve hatta bu eylemin haddinden fazla gayri ciddi bir biçimde Şevket Kazan tarafından "mum söndü oyunu" denerek alaya alınması...

Şunu da hatırlayın: Erbakan Hükümeti 28 Haziran 1996'da göreve başladı; Susurluk, aynı yılın 3 Kasım'ında patladı; bu olayın üzerinden bir yıl geçmeden de "Hoşgeldin 28 Şubat!"

O günlerde altını çizen çoktu: Erbakan Hükümeti, eğer dirayetli davranıp Susurluk'un üzerine gidebilirse, "Susurluk"ta suç üstü yakalananlarla hiçbir ilgisi bulunmayan bu hükümet, devletin demokrasiye çekilmesi yönünde büyük bir iş başaracaktır. Hatta şöyle diyenler de vardı: "Susurluk" bir bakıma, kaderin Erbakan Hükümeti'nin önüne altın tepsi ile sunduğu eşsiz bir fırsattır!

Bu "hatta"ya ben de katılıyorum. Gerçekten de eşsiz bir fırsattı; tabii ki bu "fırsatı" değerlendirebilen, ülkenin nerelere doğru yol aldığını sezebilen ve de tabii demokrasiye gerçekten inananlar için...

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış (sizi bilmiyorum ama ben böyle düşünüyorum) bu ülkenin "seveni çok" siyasetçilerden birisi. Bu samimi ve iyi insan (seçtiğim sıfatlara şaşırmayın; ben artık bu ülkenin insanlarının bu ve benzer "ahlaki" değer ve sıfatlardan hareketle sınıflandırılmasının en doğru yöntem olduğuna inandım) CNN Türk''de Çiğdem Anat'ın sorularını cevaplandırırken bakın ne diyor:

"Olayda meçhul silahlar ve mechul insanlar var. Susurluk'a karışanlar devlet adına yaptıklarını söylüyorlardı. Bunda da aynı şekilde, 'ben emniyetçiyim' diyor. Aynen Susurluk'a benziyor."

Gördüğünüz gibi Şemdinli'de olup bitenlere dikkat çekmek için gazetelerde yer alan haberlere başvurmayıp, "Susurluk" meselesine de epeyce kafa yormuş olan bilgili ve güvenilen bir kişiyi tanık gösterdim. (Çünkü "gazetelere güvenilmez"; çünkü "gazeteler"de bu olaya ilişkin olarak da "bin türlü" haber-yorum görmek mümkündür. Örnek mi? Mesela Sabah gazetesi (11 Kasım) baş sayfasından "bombayı atan kişinin PKK itirafçısı olduğu iddia edildi" gibi, "iddia eden" şahsın, yani dükkanına bomba konulan Seferi Yılmaz'ın hiç mi hiç "iddia etmediği" (hem de aynı gazetede!) bir haberi pekâla kullanabiliyordu!)

İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, "olayların ardında yatan gerçeğin mutlaka ortaya çıkarılacağını" söylemiş. Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise, "hükümetin gerçeğin ortaya çıkarılması için, herkese her türlü desteği vermeye kararlı olduklarını" açıklamış. Ne diyelim, inşallah!

Benim ilgimi daha çok Başbakan'ın (sözcüsü aracılığıyla) yaptığı şu açıklama çekti:

"Başbakan'ın talimatı şudur; bu olay mutlaka aydınlığa kavuşturulmalıdır. Bunun takipçisi olacağını söylemiştir. Olayın sorumlularının ortaya çıkarılması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Bu talimat, ilgililere ulaşmıştır."

Şemdinli olaylarından sonra takınılacak tavır mutlaka bu açıklamada söylendiği gibi olmalıdır. Gerçi bu sefer devrede AB de var ama, bu defa Erdoğan Hükümeti devletin gündemine hâkim olduğunu ispatlamak çerçevesinde meselenin "fasa fiso" olmadığı yolundaki kanaatini kararlı bir biçimde ortaya koymalıdır. Bilmeli ve inanmalıdır ki, bu kararlılık sürecinde -gerektiğinde- toplum desteğini arkasında mutlaka bulacaktır.

Yani uzun lafın kısası, Hükümet önemli bir sınav sürecine girmiş bulunmaktadır.

KÜRŞAT BUMİN

Künye

Temsilcilikler

Abone Formu

Mesaj Formu

Online İlan