AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R

Münasebetsizce söyleşmek

Türkçemizde ilginç deyişler vardır. Meselâ densiz, dengesiz, edebsiz kimseler hakkında "Münasebetsiz herif!" denir; sözünü tartmadan konuşanlar, "münasebetsizce konuşmak"la suçlanır, vs.

Münasebet 'nisbet' kökünden gelir ve sözcüğün kipi 'isteşlik' (müşareket) bildirdiğinden bir şeyin bir şeye uymadığından ziyade, o iki şeyin de birbirine uymadığına, uygun ve uyumlu olmadığına delâlet eder. Nitekim bu anlamı daha açık bir biçimde ifade eden bir diğer sözcük, nisbet yerine tenasüb'den türeyen mütenasib'dir. Tenasüb "karşılıklı olarak uygunluk ve/veya uyumluluk" anlamına gelirken, mütenasib kısaca uygun, uyumlu demektir. Kezâ -küçük farklarla- münasib de öyledir.

Bugün bu anlamlar neredeyse unutulmuş durumda. Münasebet deyince 'ilişki' aklâ geliyor; meselâ cinsî münasebet. Oysa ilişmek başka, karşılıklı oran/orantıya sahip olmak çok daha başka.

Münesebet'in karşıtı, münaferet... Bu sözcük de nefret'ten geliyor; ama halkın kullandığı anlamda değil. Nefret "itmek" demek; münaferet ise "karşılıklı olarak itmek". Bu anlamda kullanılan bir diğer sözcük de klasik dilbilimde kullanılan tenafür'dür. Sözgelimi klâsik mûsikimizde sesler "esvat-ı mütenasibe" ve "esvat-ı mütenafire" olmak üzere ikiye ayrılır; ilkinden "birbiriyle uyumlu sesler" (ahenk, melodi, harmoni), ikincisinden ise "birbiriyle uyumsuz sesler" (kakafoni, gürültü) kastedilirdi.

Nisbet ve nefret, uyum ve uyumsuzluk, çekme ve itme, ölçülü ve ölçüsüz, orantılı ve orantısız olan her ne varsa hepsi hakkında kullanılan iki felsefî terimdi bir zamanlar. Şayet bugün hâlâ İstanbul Türkçesinde "münasebetsizce konuşmak" veya "münasebetsizlik yapmak" gibi ahvalden söz ediliyorsa, bu, nisbetin ve nisbetsizliğin sadece ilim ve sanatta değil, sosyal hayatta da açıklayıcı birer kavram olmasından kaynaklanıyordu. Şimdi nisbet de, tenasüb de yok! Dolayısıyla münasebet de, mensubiyet de... Öyle ki en nihayet nisbet olmayınca, münasebet de olmuyor, mensubiyet de. İşte bizim trajedimiz burada.

Bu açıklamaları, münasebetsizliğin had safhaya vardığı ilginç bir diyaloğa doğru-dürüst anlam verebilmenize yardımcı olmak maksadıyla yaptım.

8 Ekim 1978 tarihinde Cemil Meriç ile Ergun Göze arasında geçen kısa bir konuşmanın kayıtları, benim açımdan çok şaşırtıcıydı. Çünkü hem taraflar, hem de sözleri arasında neredeyse gözle görülür bir nisbetsizlik (daha doğru bir tabirle 'münasebetsizlik') vardı. İki ayrı dünyanın insanı... biri bir şey diyor, diğeri başka bir şey. Hani derler ya, bir gidiyor Mersine, diğeri tersine, işte aynen öyle.

Sizi daha fazla meraklandırmadan, en iyisi diyalog metnini dikkatinize sunmak!

Ergun Göze: Zekeriya Sertel'i okudunuz mu?

Cemil Meriç: Okumadım, birçok sebeplerden dolayı. Sonra, Zekeriya Bey fazla nesirdir. Bir şiirin dalgalı dünyasına giremez. Nesir derken, "kanatları yoktur" mânâsında kullandım.

Ergun Göze: Karısının kurbanı olmuş. Selânikli karısı.

Cemil Meriç: Ruhi beyciğim!... Mağaranın dışı üzerinde durmanızı istirham edeceğim. Hazırlanmam lâzım, yabancı dillerden. Sekreterlerim yabancı dil bilmiyor. Şu anda kendimi de hazır bulmuyorum. Benimkisi kolu bağlı dövüşmek. Pekçok konu var yazılan. Bir nevi cambazlık yapıyorum. İmkânsızlıklar içindeyim. Elim ayağım maddî olarak bağlı.

Ergun Göze: Bir haftaya kadar ya komünist ihtilâl yapacaklarmış veya Bülend'e yol...

Cemil Meriç: İbn Haldun "Politika ile en az âlimler uğraşır" diyor. Biz uğraşmıyoruz.

Ergun Göze: Son devir çok değişti. Adamları yiyor, rejimleri yiyor, vatanları yiyor.

Cemil Meriç: Ahmed Şuayb cahildir, ümmîdir. Hoca idi Hukuk'ta, fetret devri adamıdır. Fakat bütün hatalarını affettirecek bir meziyeti vardır, ciddîdir. Batı'yı anlamaya çalıştı. Flaubert'i, Bruntiere'i tanımaya ve tanıtmaya çalıştı. Sabri Esatlar ise yangın yerinde adam olmuşlar. Gazeteciliği, profesörlüğü hep bedava bulmuşlar. (s. 334)

Umarım bu diyalog metninde sadece söylenenleri dikkate almakla yetinmezsiniz. Çünkü metnin anlamı söylenilende değil, söylenilmeyende, söylenilmeden geçilende...

İlgiler farklı... ilişkiler farklı... birikimler farklı... yol farklı... amaç farklı… Hâl böyle olunca tarafların nisbetleri de, mensubiyetleri de farklı oluyor ister istemez. Yapılacak bir şey yok, diyalog nisbet ister, nefret istemez.


13 Kasım 2005
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED