T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 8 AĞUSTOS 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


İsrail'i sadece Hamas ve Hizbullah kurtarabilir

İsrail, HAMAS'ın da, Hizbullah'ın da İsrail'e ihtiyacı olmadığını anlayamadı. Oysa, İsrail'in HAMAS ve Hizbullah'a feci şekilde ihtiyacı var. İsrail'in yaşayabilmesinin tek yolu HAMAS ve Hizbullah'la barış masasına oturmaktır.

  • IMMANUEL WALLERSTEIN (*)
    İsrail Devleti, 1948 yılında kuruldu. O zamandan bu yana İsrail'deki Yahudilerle Araplar arasında ve İsrail ile komşuları arasında dur durak bilmeyen bir şiddet hüküm süregeldi. Kimi zaman, şiddet, düşük-yoğunlukluydu ve hatta görünmüyordu. Ama her şiddet patlak verdiğinde, tıpkı şimdi olduğu gibi, şiddet, açık bir savaşa dönüşüyordu. Büyük ölçekli şiddet patlak verdiği her zaman, sanki o kadar önemliymiş gibi, şiddeti neyin başlattığına dair bir tartışma başlıyordu.

    GÜÇLÜ ORDU VE GÜÇLÜ DIŞ DESTEK

    Şu ân, İsrail ile Gazze'deki Filistin arasında ve İsrail ile Lübnan arasında yaşanan bir savaşın ortasındayız. Ve dünya, bu açık savaşı nasıl düşük-yoğunluklu şiddete dönüştürebiliriz gibi o her zamanki anlamsız tartışmanın içine gömülmüş durumda.

    Her İsrail hükümeti, dünya ve İsrail'in komşularının İsrail'in varlığını tanıdıkları ve gruplararası / devletlerarası şiddetin ortadan kalktığı bir durum yaratmayı arzulamıştır. Ancak İsrail, bunu şimdiye kadar hiç bir zaman başaramamıştır.

    Şiddetin düzeyinin görece düşük olduğu zamanlarda, İsrail halkı, hangi stratejinin takip edilmesi gerektiği konusunda ikiye bölünür. Ancak şiddet, açık bir savaşa dönüştüğü zamanlardaysa, Yahudi İsrailliler ve dünya Yahudiliği, İsrail hükümetinin etrafında toplanma ve İsrail hükümetini destekleme temayülü gösterir.

    Ancak gerçekte 1948 yılından bu yana İsrail'in hedeflerine ulaşmak için izlediği ana strateji iki temele dayanır: Güçlü bir İsrail ordusu ve Batı desteğinin dışında güçlü bir destek. Şimdiye kadar bu stratejinin yalnızca bir anlamda, tek bir ayağının işlediği gözleniyor: İsrail [sahip olduğu kendi askerî gücüyle] varlığını hâlâ sürdürüyor. Buradaki soru/n, bu stratejinin gerçekte daha ne kadar işleyebileceği sorunudur.

    İSRAİL DEVLETİNİ KOMÜNİSTLER KURDURDU

    İsrail'e dışardan gelen desteğin kaynağı zamanla sürekli olarak değişmiştir. 1948 yılında İsrail devleti kurulurken İsrail için asıl hayâtî olan askerî desteğin Sovyetler Birliği'nden ve Sovyetler'in doğu Avrupa'daki uydusu olan komünist bloku ülkelerinden geldiğini bütünüyle unutuyoruz her nedense.

    Sovyetler Birliği, İsrail Devleti'ne verdiği desteği geri çektiğinde, Sovyetler'in çekilmesiyle oluşan boşluğu bu kez Fransa'nın doldurduğunu ve Sovyetler'in [İsrail'i koruma] rolünü, bu kez Fransa'nın üstlendiğini görüyoruz.

    Fransa, o zamanlar, Cezayir'de [kendi güdümünde olacak] bir devrim gerçekleştirmekle meşguldü ve İsrail'i desteklemesinin Cezayir'deki Cezayir ulusal kurtuluş hareketini yenilgiye uğratmasında hayâtî bir unsur olacağını görmüştü.

    Ancak [Fransa'nın Cezayir'de devrim / darbe yapma planları suya düşüp de] Cezayir, 1962 yılında bağımsızlığını kazanmayı başarınca, Fransa, bağımsızlığına kavuşan Cezayir'le bağlarını korumanın yollarını araştırmakla meşgul olduğu için, İsrail'e verdiği desteği geri çekmek zorunda kalmıştı.

    İşte tam bu noktadan itibaren Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD'nin) İsrail'i total olarak desteklemek için bölgeye yerleşmeye başladığını görüyoruz. ABD'nin İsrail'i desteklemeye dönük bu tür bir politika değişikliğine gitmesinin en temel nedenlerinden biri, İsrail'in 1967 yılındaki Altı Gün Savaşları'ndan askerî bir zafer elde etmesiydi.

    Bu savaşta, İsrail, İngilizlerin mandası olan Filistin topraklarını ve daha ötesini işgal etmişti. Bu savaş, İsrail'in bölgeye askerî bir güç olarak yerleşme kabiliyetine ve kapasitesine sahip olduğunu ispatlamıştı.

    ABD VE İSRAİL, DÜNYAYI TEHDİT EDİYORLAR

    Altı Gün Savaşları'nın İsrail'in kesin zaferiyle sonuçlanması, İsrail devletinin kurulmasını dünya Yahudilerinin ancak yarısının desteklediği bir durumdan, ezici çoğunluğunun artık kesinkes desteklediği bir durumun ortaya çıkmasını sağlayacak kadar İsrail'in konumunu güçlendirmiş ve bölgenin durumunu büyük ölçüde dönüştürmüştü. Dünya Yahudilerinin artık topyekûn olarak İsrail'i desteklemelerinin nedeni, İsrail'in bütün Yahudiler için bir onur kaynağı olmayı başardığına inanmalarıydı. İşte, Yahudi Soykırımı'nın İsrail'in ve uyguladığı politikaların ideolojik olarak meşrûlaştırılmasını sağlayan ân, bu ândı.

    1967'den itibaren İsrail hükümetleri, Filistinlilerle ya da Arap dünyasıyla müzakere edecekleri herhangi bir şey olmadığına inanmaya başladılar.

    O yüzden, Filistinlilerin, dolayısıyla Arapların önüne yalnızca tek-taraflı sözümona "çözüm" önerileri sundular ve bu "çözüm" önerileri, daima İsrail'in çıkarlarını öne alan ya da pekiştiren "çözüm" önerileriydi sadece. İsrail, Nasır'la müzakere masasına oturmazdı! Arafat'la da müzakere masasına otur/a/mazdı! Şimdi de, sözde teröristlerle masaya otur/a/maz! İsrail, bütün bu barış ve çözüm müzakereleri girişimlerini gerçekte elinin tersiyle iterek, ardarda sahnelediği askerî güç gösterilerine güveniyor ve dayanıyordu yalnızca.

    İsrail, şimdi, George Bush'un Irak işgalinde olduğu gibi, fiyaskoyla sonuçlanan aynı felaket senaryosunu hayata geçirmek için harekete geçmiş durumda. Bush, Amerika'nın Irak'a tartışmasız bir şekilde yerleşmesini sağlayacak askerî güç gösterisinin bütün dünyayı korkutacağını düşünüyordu.

    ÖNCE ABD, ŞİMDİ DE İSRAİL FİYASKOSU

    Ancak Bush, Irak direnişinin askerî bakımdan, beklenildiğinden çok daha güçlü olduğunu; Amerika'nın Irak'taki siyasî müttefiklerinin kendisinin tahmin ettiğinden çok daha az güvenilir olduğunu ve nihayet Amerikan halkının Irak savaşını, beklenilenden çok daha az desteklediğini, Amerikan halkının savaşa verdiği desteğin oldukça kırılgan olduğunu kavradı. ABD, şu ân, rezil ve burnu sürtülmüş bir vaziyette Irak'tan çekilmeye doğru sürükleniyor.

    İsrail'in bugün Filistin ve Lübnan'da giriştiği savaş, Bush'un Irak işgali'yle tıpatıp örtüşen bir savaş. İsrailli generaller, halihazırda, Hizbullah'ın askerî bakımdan direnme gücünün sanıldığından çok daha fazla dayanıklı ve sağlam olduğunu; ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin ABD ve İsrail'le aralarına daha fazla mesafe koyduklarını (örneğin dikkat çekici bir şekilde Irak hükümetinin Lübnan'ı desteklemesi, şimdi de Suudi Arabistan'ın Lübnan'ın yanında yer aldığını açıklaması gibi) ve kısa bir süre sonra İsrail halkının beklenildiğinden de daha kırılgan olduğunu, İsrail hükümetine verdikleri desteği geri çekeceklerini görmeye başladılar.

    Halihazırda İsrail hükümeti, İsrail'de kendi halkının tepkisine yol açacağı endişesiyle Lübnan'a karadan saldırma harekâtı başlamakta oldukça çekinceli hareket ediyor. [İsrail, kara harekâtını başlattı ama Hizbullah'ın direnişi ve İsrail'e verdirdiği kayıplar İsrail'i şaşkına çevirdi-YK]. Tıpkı ABD gibi İsrail de şu ân, rezil olmuş bir şekilde barış masasına oturmaya doğru sürükleniyor.

    İSRAİL'İN TEK GARANTİSİ, FİLİSTİNLİLER

    İsrail hükümetlerinin anlayamadığı şey, HAMAS'ın da, Hizbullah'ın da İsrail'e ihtiyacı olmadığı gerçeğini anlayaMamış olmalarıdır. Oysa, tam tersine, İsrail'in HAMAS ve Hizbullah'a ihtiyacı var; hem de feci bir şekilde ihtiyacı var. Eğer İsrail, sonunda yokolup gidecek bir Haçlı Devleti olmak istemiyorsa, yalnızca HAMAS ve Hizbullah'ın İsrail'in varlığını sürdürmesini garanti edebileceğini görmesi kaçınılmazdır.

    Tıpkı Filistin ve Arap milliyetçiliğinin o deneyimli sözcüleri örneğinde de açıkça gözlendiği gibi, İsrail'in barış içinde yaşayabilmesinin tek yolu, İsrail'in HAMAS ve Hizbullah'ın istediği şartlarda barış masasına oturmasından geçiyor.

    İstikrarlı ve kalıcı bir barış çözümüne ulaşmayı başarmanın şimdilik [kaçınılmaz olarak] son derece zor olduğu görülüyor. Ancak İsrail'in benimsediği mevcut stratejinin temelleri, -yani kendi askerî gücü ve AB'nin koşulsuz desteği- son derece zayıftır. İsrail, artık askerî avantajını yavaş yavaş yitiriyor ve önümüzdeki yıllarda daha da fazla yitirecek. Ve Irak-savaşı sonrası yıllarda, tıpkı 1960'larda Fransa'nın yaptığı gibi, ABD de, İsrail'e verdiği desteği geri çekebilir.

    Özetle, İsrail'in varlığının tek garantisi, Filistinliler olacaktır. İsrail, bu garantiyi elde edebilmek için, bugüne kadar varlığını sürdürmesinin garantisi olarak benimsediği o yanlış stratejilerini ikinci kez gözden geçirmek ve değiştirmek zorunda kalacaktır.

    (*) Profesör Immanuel Wallerstein, ABD'nin yaşayan en büyük düşünürlerinden ve büyük tarihçi ve tarih felsefecisi Braudel'in tarih okulunun ve tasavvurunun en önemli ve imajinatif tarihçilerinden biridir. (YK)

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi