T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Amerika ve İslam Arasında bir Avrupa

Türkiye'nin dış siyasetini belirleyen iki ana eksen AB ve ABD-İsrail eksenleri. Her iki eksendeki siyasetler birbirinden bağımsız değil. Ama bir de her iki eksenin birbirleriyle münasebetleri vardır ki, bunların arasında genelde İslam, özelde Türkiye giderek daha belirleyici bir konuma sahip oluyor. Avrupa gerek kimlik olarak gerekse siyasal ve toplumsal bir oluşum olarak kendisini Amerika ve Türkiye arasında farklı baskılar altında hissediyor. Bu durumun yarattığı sorunları anlamak üzere Avrupa'daki bir çok bilimsel kuruluş sorunu tam da bu eksende konumlandırıyor. İslam aynı anda AB ve ABD'nin her birine dışarıdan meydan okuyan bir gerçek; farklı bağlamlarda her birinin diğerine karşı müttefiki veya hasmı, bu arada her birinin kendi iç sorunu. Durum gittikçe daha da karmaşık bir hal alıyor.

Türkiye'nin AB müzakerelerinde bir sayfasının açılıp kapandığı saatlerde Polonya'da ağırlıklı olarak Türkiye'nin tartışıldığı üç gün süren bir konferanstaydım. Polonya ve Varşova Uluslararası İlişkiler Enstitüleri ile Avustralya'dan La Trobe Üniversitesi işbirliğiyle, Uluslararası ilişkiler alanında önde gelen isimlerden Joseph Camilleri'nin başkanlığını yürüttüğü konferansın daha genel konusu "İslam ve ABD arasında Avrupa" idi ve mevcut yönelimler ile gelecekteki seçenekleri masaya yatırıyordu. Konferansa Avrupa'nın değişik ülkelerinden uluslar arası ilişkiler, sosyoloji, antropoloji ve siyaset bilimi uzmanı 20 konuşmacı ve bir çok tartışmacı, Avrupa'nın gündemindeki bir konu olarak Türkiye, İslam ve Amerika'yla ilgili tebliğler sundular.

Doğrusu tebliğlerin hepsi 1. kalitedeydi ve bu tür toplantılarda karşılamaya alıştığımız oryantalist yaklaşım, illa ki yok olmasa bile, tolere edilecek seviyedeydi. Eleştirel tutumlar daha ziyade AB'nin Müslüman bir kültürel coğrafyaya doğru genişleme konusunda sergilediği zaafları vurgulamaya yönelikti. AB ülkeleri, her birinde farklı seviyelerde de olsa, Müslümanları anlamaya çalışmıyorlar. İslam veya Müslümanlar artık Avrupa'nın dış sorunu değil bizzat kendi iç sorunudur. Müslümanlar Avrupa'nın vatandaşıdır ama Avrupa ülkelerinin çoğu kendi vatandaşlarına karşı açık bir ayırımcılık yapıyor; onları anlamaya çalışmıyor, onların kendi kültürel farklarından kaynaklanabilecek ihtiyaçlarını veya duyarlılıklarını önemsemiyor. AB ülkelerinin önemli bir kısmı Müslümanların entegrasyonuna çok istekli göründükleri halde, uygulamada tam aksini yapıyorlar. Buna rağmen garip bir biçimde çoğu da suçu Müslümanlara atıyor.

Varşova Üniversitesi Doğu Araştırmaları Enstitüsünden Dr. Agata S. Nalborczyk, Almanya ve Avusturya'daki Türkler üzerine yaptığı karşılaştırmalı saha araştırmasının bulgularını sunarken, Almanya'daki entegrasyon politikalarının Türklerin dinsel ve kültürel haklarına karşı çok yavaş davrandığını anlattı. Bir Polonyalı gelip, hiçbir şey yapmadan birkaç ay içinde vatandaşlık hakkı elde edebilirken, 15-20 yıldır Almanya'da yaşayıp her türlü vatandaşlık yükümlülüğünü yerine getirdiği halde vatandaşlık hakkı elde edemeyen Türkler, doğal olarak sisteme bir yakınlık duyamıyorlar. Bu da Almanya'daki Müslümanlar arasında muhtemel radikal eğilimler için elverişli bir zemin oluşturuyor. Oysa Avusturya'da hem kültürel haklar konusunda hem de vatandaşlık elde etme kolaylığı noktasında Almanya'ya nazaran çok daha iyi bir ortam olduğu için Avusturya Müslümanlarının kimlik algısında bir hınç unsuruna rastlanmıyor. Avusturya'da halk arasında bir Müslüman karşıtlığı var olsa bile Nalborczyk'in mülakat yaptığı Müslümanlar, en azından devletten yana bir şikayetleri olmadığını söylemişler.

2005 Kasım'ındaki Paris ayaklanmasına farklı yaklaşımlarıyla göze çarpan ve bir tebliğle konferansa katılan Gilles Kepel Avrupa'daki İslam gerçeğine Avrupa'nın kendi kimliğini keşfetme yolu olarak bakmanın yaşanan sakıncalarına dikkat çekti. Kepel de, Avrupa'daki Müslümanların topluma entegre olmasıyla ilgili tek sorunun kendilerinden kaynaklanmadığını, bu konuda asıl Avrupalı toplumların kendilerinden kaynaklanan sorunların çok daha önemli olduğunu anlattı. Örneğin toplumsal mobilite imkanları çok sınırlı ve Müslüman topluluklar entegre olmak isteseler de Avrupalı toplumun bunu o kadar da kolaylaştıran bir tutum içinde olmadığını söyledi. Ayrıca Fransa'da meydana gelen ayaklanmanın İslami saiklerle fazla bir alakası yoktu. Ayaklananların çoğu Müslümandı, çünkü, Fransız toplumunun sınıfsal olarak en mağdur kesimleri onlar. Bu durum zamanla din bilincini tabii ki pekiştirebilir.

Konferansta gündemdeki Kıbrıs konusu ve daha bir çok konu konuşuldu, ama yerimiz bu kadar. Bir sonraki yazıda devam edelim.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi