T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 13 MART 2006 PAZARTESİ | ||
|
Bir meslek derneği, yine bol keseden ödüller dağıtmış. Ödül olan genç ve yetenekli arkadaşları kutluyorum. Oda arkadaşım, dostum, hemşehrim ve bence gelmiş geçmiş en başarılı savaş muhabirlerinden biri olan Ramazan Öztürk'ü de kutluyorum. Ramazan Öztürk çok da sallamayacaktır, alışkındır bu tür ödüllere, az biledir, daha da iyisine layıktır ama meslek hayatlarının henüz başında olan genç arkadaşlar cv'lerini zenginleştireceklerdir, ödül iş bulmalarını kolaylaştıracaktır, bu bakımdan iyi olmuştur. Kendisini "çağdaş" sıfatıyla taltif eden dernek, bir ödül de Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'e vermiş: "Özel Onur Ödülü." Kutluyoruz Necdet Bey'i. Tabii, yaptığı "Mini etekli kızı diri diri yaktılar" asparagasıyla, önce Basın Konseyi tarafından aklanan, sonra "Bülent Dikmener Gazetecilik Ödülü"yle ödüllendirilen şair-entelektüel-külhan arkadaşımız da ihmal edilmemiş; asıl konumuz o... Ona da "sol" üzerine yazdığı yazılar nedeniyle "Mustafa Ekmekçi Gazetecilik Ödülü" verilmiş. Nedir bu arkadaşın "sol" bilgisi? Ödül haberini okuyunca arşive girip baktım: "Sol nedir, kim solcudur, sol düşünce nereye tekabül eder" gibilerden birkaç yazı yazmış. Hemen belirteyim, kötü yazılar... Bu yazılardan çıkardığımız sonuca göre, bazı yerleşik/geleneksel kabullerle (bazen de ahlak ve moral değerlerle) ters düşüyorsanız; bazı darbelerin iyi, bazı darbelerin kötü olduğunu savunuyorsanız; kendinizi "ötekileştirdiğiniz" insanlara göre konumlandırıyorsanız ve bir kasta dahil ediyorsanız; sadece kendiniz gibi düşünen, kendiniz gibi algılayan, kendiniz gibi üreten insanların hukukunu gözetiyorsanız; halkı "adam edilesi ve aydınlatılası" cahil yaratıklar olarak görüyorsanız solcusunuz... Bu mudur sol? Bu mudur solculuk? Bu sol tanımının (algılamasının) bilimsel/epistemolojik değeri nedir? Bence yazar, "sol" derken, bir sınıftan yahut ideolojik bir gruptan değil, düpedüz bir "kast"tan sözediyor. Bu kastın, öngörülmüş bir felsefesi yok. Daha doğrusu bir felsefesi yok. Tamamen reflekslerle davranan, reflekslerle hareket eden insanlar. Tabii refleksler süreç içinde, "konjonktüre ve duruma bağlı olarak" değişkenlik gösterebilir; bazen sınıfsal bir reflekstir bu, bazen siyasi bir refleks, bazen duygusal bir refleks... Bunlar da, elbette, sizin gibi, bizim gibi insanlardır. Doğarlar, büyürler, acıkırlar, korkarlar, sevinirler, gülerler, acı çekerler, ölürler... Herkesin yaptığını yaparken, mutlaka, ayrıcalıklarını tavırlarına ve üsluplarına yansıtırlar. Farklıdırlar, çünkü seçilmişlerdir. Kendilerini, "öteki"ni aydınlatıp topluma kazandırmakla yükümlü sayarlar; bu yükümlülüklerini de genellikle toplum dışı, bilim dışı, akıl dışı kabullerle yerine getirmeye çalışırlar. Derinemesine bakmanız gerekmez, şöyle bir bakın hemen anlarsınız; ilgileri sığ ve yüzeyseldir; "mış gibi" yapmayı severler. Okumuş gibi, izlemiş gibi, anlamış gibi, aydınmış gibi, solcuymuş gibi... Hayır, bir "durum"dan değil, bir "patoloji"den sözediyorum. Ne demek istediğimi Emre Kongar anlayacaktır. Siz isterseniz yukarıdaki "refleks" sözcüğünü "içgüdü"yle değiştirebilirsiniz, aynı kapıya çıkar.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |