|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 13 MART 2006 PAZARTESİ | ||
|
|
Cuma günkü yazımda, Şemdinli iddianamesinden yola çıkarak Prof. Baskın Oran ve Prof. İbrahim Kaboğlu hakkında açılan davanın iddianamesinden söz etmiştim. Prof. Oran'ın bir ders niteliğindeki o harika savunmasından pasajlar aktarmıştım. O iddianame, Türkiye'de iddianamelerin fikri ve hukuki kalitesini göstermesi açısından çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Üstelik de iddianameden çok, Baskın'ın da dediği gibi, bir iftiraname hatta itirafnameye benziyor. Yargının ve de özellikle savcılık kurumunun artık mutlaka ve geciktirilmeden bir reforma tâbi tutulması gerektiğini ilan eden bir itirafname... Buna rağmen bu iddianame mahkeme tarafından kabul edildi. Kimse gürültü patırdı etmedi. Vatandaş Baskın Oran ve vatandaş İbrahim Kaboğlu, profesör sıfatlarına ve suçlandıkları raporu devlet görevlisi olarak yazdıkları bilinmesine rağmen yargılanıyor. (Hem de onları bu raporu yazmakla görevlendiren hükümetin talebi üzerine.) Onlar mahkemeye de gittiler. Duruşmaya da çıktılar. Ve davaları devam ettiği sürece de gidip gelecekler. Adalet Bakanı bu davayı eleştirenlere o günlerde ne demişti: ( Aynı lafı Orhan Pamuk ve Hrand Dink davaları için de söylemişti. Aynı lafı Başbakan Erdoğan da sık sık tekrarlamıştı) "Ne bağırıyorsunuz, bu sadece bir iddianame. Daha dava görülecek. Mahkemenin sonunu beklemeden acele etmeyin" Şemdinli iddianamesi ise savrukluğu ve ileri sürdüğü iddiaların sunumu açısından Oran'ın iddianamesini andırıyorsa da ondan farklı özelliklere sahip. Bir kere iddialarında gerçek olaylardan yola çıkıyor. Savcı da bizzat olayların içinde. Bombanın patlamasıyla olay yerine gelip halkın sanıkları yakalamasına ve de emniyet güçlerine teslim etmesine tanıklık etmiş. Üstelik de halkın üzerine ateş edildiği sırada o da orada. Sanıkların silahları ve belgeleriyle birlikte yakalanıp kimliklerinin ve hangi teşkilata mansup olduklarının da anlaşılması üzerine geçmişte bu teşkilatın o bölgede karıştığı olayların rabıtalarını araştırmaya yöneldi. Zaten bu rabıtayı Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt hemen olay sonrasında Astsubay Ali Kaya hakkında yaptığı o açıklamayla beyan etti. "Kendisini tanırım, iyi çocuktur" dedi. Onun daha önce Güneydoğu'da görevliyken emrinde çalıştığını söyledi. Biliyorsunuz bu laflardan sonra astsubaylar salıverildi. Ardından ifadeler, belgeler, deliller, hatta el bombaları (Çünkü ele geçirilenler Makine Kimya yapımıydı) vesaire değiştirildi. Medya da olayın saptırılması için elinden geleni yaptı, yapıyor. (Hâlâ profesyonel haber saptırma uzmanlarının imalatlarına dayanarak bu faaliyetine devam ediyor. Ne idiğü belirsiz telefon kayıtlarından medet umuluyor.) Buna rağmen, halkın ve medyanın bir kesiminin baskısı ile astsubaylar 19 gün sonra tutuklandı. Savcı, bu "iyi çocuklar"ın nasıl çocuklar olduğununa ilişkin araştırmalarına devam etti. Çünkü 'o çocukların' geçmişte de bazı karanlık işlere karıştıklarına ilişkin iddialar mevcuttu. Bu iddialar Meclis Şemdinli Komisyonu'nda da dile getirilmişti. Bunları geçmişte, 1997-2000 yıllarında kimse kaale alıp soruşturamamıştı... O tarihlerde, savcıların herhangi bir rütbeli görevliden herhangi bir bilgiyi istemesinin bile mümkün olmadığını hatırlatalım. O nedenle savcı, Diyarbakırlı işadamı Mehmet Ali Altındağ'ın Komisyon'a verdiği ifadesine de başvurdu. Altındağ, Büyükanıt'ın 'iyi çocuktur' dediği "Ali Kaya'nın, PKK'ya 350 bin dolar bağış yaptığını gösteren sahte belgeler hazırlayarak tutuklanmasını sağladığını" iddia ediyor. O tarihte onun komutanı Büyükanıt. Acaba bu olaydan haberi var mı? Bu da soruşturulması gereken bir iddia... Tıpkı savcının, Baskın Oran'ı, vatan haini olmadığı bilindiği halde bu şekilde suçlaması nasıl hâlâ soruşturuluyorsa öyle... Altındağ iddialarına devam ediyor: "O dönemde 7'nci Kolordu Kurmay Başkanı, DGM başsavcısı, bir işadamı, bir kıdemli albay, bir binbaşı, bir yüzbaşı ve iki PKK itirafçısından oluşan bir çete vardı. Büyükanıt da o dönem 7'inci Kolordu komutanıydı" O günün çeteleri soruşturulamadığı için bugün Türkiye çeteler cenneti oldu. Durum böyleyken olayları abartıp, meseleleri birbirine karıştırmaya ne gerek var. Hukuk aynı hukuksa, kanun aynı kanunsa Büyükanıt paşanın bu vahim iddialar hakkında söyleyeceği bazı şeyler olmalı. Dokunulmazlıklardan yararlanmak ona yakışmaz. Mesela eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz sessiz sedasız yargılandı. Kimse itiraz etmedi. İsterse o da Baskın Oran gibi savcıya esaslı bir ders verebilir. Haklıysa biz de alkışlarız.
|
![]()
| ||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |