T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 MAYIS 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

Dünyanın düzeni değişiyor

20. yüzyıl, sınıf kelimesini tahttan indirdi. Ondan boşalan yere "ulus" oturdu. Yeni ulusların karakterini belirleyen ana faktör din mi olacaktır, ırk mı, medeniyet mi? Yaşayabilir düzenler bölge esaslı mı olacaktır, ulusal mı, küresel mi?

Her yeni devir, kendi kelime ve kavramlarıyla teşrif eder. 19. yüzyıl Avrupa kapitalizminin anahtar kelimesi "sınıf" idi. Dönemin önde gelen düşünürlerine göre, tarih, bir sınıf mücadelesi tarihiydi ve Avrupa'da (projeksiyon yoluyla, bütün dünyada) iki temel sınıf vardı: Burjuvazi ve proleterya. Yani kapitalistler ve işçiler. Üretim araçlarına sahip olanlar ile "zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayanlar".

20. yüzyıl, büyük Rus devriminin cazibesine rağmen, sınıf kelimesini tahttan indirdi. Ondan boşalan yere "ulus" oturdu. Öğrendik ki, tarihin motor gücü meğer sınıflar değil, uluslar imiş! Self-determinasyon ilkesi dünyamıza yaklaşık 200 ulus kazandırdı. Süreç böyle devam ederse, 22. yüzyıla 2000 ulusla bile girebiliriz!

Girebiliriz amma, süreç böyle devam edeceğe benzemiyor! Daha şimdiden kırk küsur Avrupa ulusu biraraya gelerek "Avrupa" ulusunu oluşturmaya çabalıyorlar. Tıpkı 135 yıl önce, kırk küsur Alman prensliğinin bir araya gelerek "Alman" ulusunu oluşturmaları gibi. Dolayısıyla, 100 yıl sonra dünyamızda 2000 ulus olabileceği gibi, 20 ulusa geri dönmüş de olabiliriz. Hayır 20 değil, 2 ulus desem, itiraz eden çıkar mı? Yeni ulusların karakterini belirleyen ana faktör din mi olacaktır, ırk mı, medeniyet mi? Yaşayabilir düzenler bölge esaslı mı olacaktır, ulusal mı, küresel mi? Doğu Asya bir blok, Güney Asya bir blok, Kuzey Afrika bir blok, Latin Amerika bir blok mu olacaktır?

Bu ve benzeri sorular kafanızı kurcalıyorsa, Bilim Sanat Vakfı'nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla önümüzdeki hafta gerçekleştireceği MEDENİYETLER VE DÜNYA DÜZENLERİ sempozyumunu kaçırmayın. Yurt dışından 60, yurt içinden 60 olmak üzere 120 bilim adamı ve araştırmacının katılacağı uluslararası sempozyumun açılışını Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül yapacak (12 Mayıs Cuma, saat 10, İstanbul Cemal Reşit Rey Salonu.) İlk günkü üç oturumda 12 tarihçi ve sosyal bilimci medeniyet ve düzen kavramlarını tartışacak. Diğer iki gün ise (13-14 Mayıs, Cumartesi-Pazar), konuşmalar Bilim Sanat Vakfı'nın Vefa'daki binasında paralel oturumlar tarzında sürdürülecek. Oturumların bir kısmı simültane çevirili olacak; bir kısmı sadece Türkçe, bir kısmı ise sadece İngilizce.

Biliyorsunuz, günümüzde "medeniyetler diyaloğu" veya "medeniyetler arası ittifak" gibi ifadeler sıkça kullanılıyor. Medeniyetin ne olduğuna net biçimde karar vermeden, kimin kiminle (veya neyin ne ile) diyaloğundan söz ediyoruz? Medeniyet dinî veya siyasî bir gerçeklik midir? Jeopolitik bir varlık mıdır? Hayatın hangi alanlarını, nasıl kapsamaktadır? Bu ve benzeri hayatî sorulara cevap arayacağımız bu üç günlük toplantılar dizisinde özellikle Çin, Hint, İran, İslam, Rus ve Batı medeniyetlerinin "düzen kurucu" yönlerine ışık tutmaya çalışacağız.

İlk oturumda, üç önemli medeniyet havzasını temsilen, dünya çapında üç siyaset bilimci söz alacak: ABD'den Richard Falk, Çin'den Tu Weiming, Türkiye'den Ahmet Davutoğlu. Cuma günü 15.30'da başlayacak 2. oturum tarihî tecrübelere ayrıldı. Halil İnalcık, Fred Dallmayr, Johan Galtung ve Yiwei Wang gibi dünya çapında şahsiyetler çeşitli medeniyetlerin düzen kurma ve yaşatma (yahut, yaşatamama) tecrübelerini aktaracak. Robert Gilpin, Raymond Duvall ve John Welfield gibi önemli ekonomi-politikçilerin katılacağı 3. oturum ise bugüne ve geleceğe odaklı: 21. yüzyıl dünya düzeninin ana parametreleri neler olacak? Sempozyuma katılan konuşmacılardan bazılarının tebliğ özetlerinin özeti, alakalı okuyucu için yol gösterici olabilir. (www.bisav.org.tr)

Avrupa'yı Osmanlı ayakta tuttu

  • Halil İnalcık
    Osmanlılar, devlet kurma bilinci ve yeteneği çok yüksek bir topluluktu. Üç kıtada, altı asır süren ve ardında da sömürgeleştirilemeyen bir devlet bırakan bu siyasanın en temel ilkesi adalet idi. Batılı tarihçiler Osmanlıları modern Avrupa tarihinin pasif oyuncuları gibi resmetmeye çalışıyor. Bu vahim bir hatadır. Osmanlılar 15. yüzyıldan itibaren, ta 20. yüzyıla kadar, Avrupa tarihinin çok etkin aktörleri olmuşlardır. Bu hem askeri alanda, hem ticaret alanında, hem de sanat alanında böyledir. Bilhassa Protestan Avrupa'yı ayakta tutan, Osmanlılar olmuştur. Avrupa tarihi, Osmanlı tarihi yazılmadan yazılamaz!

    26 medeniyetten 16'sı tarihin derinliklerine gömüldü

  • Ahmet Davutoğlu
    Modern Batı tecrübesinin ayırt edici vasfı onun tarihî akışı boyunca geliştirdiği, diğer medeniyet unsurlarını marjinalleştirmeye yönelik, hegemonik karakteridir. Batı-dışı medeniyet unsurlarının marjinalleşmesi beklentisinin en çarpıcı örneğini Arnold Toynbee'nin 1930'larda dile getirdiği şu öngörüsü teşkil eder: "Var olan 26 medeniyetten, Osmanlı medeniyetini de kapsayan en az 16'sı şu ana kadar çoktan ölmüş ve tarihin derinliklerine gömülmüşken; geriye kalan ve varlığını idame ettirmeye çalışan medeniyetler ise Batı medeniyeti tarafından ya imha veya asimile edilme tehdidi altında can çekişmektedir." Ne var ki, insanî kültürün tekelleşmesi ve homojenleşmesi, iktisadî ve siyasî kurumların ulus-ötesileşmesi, otantik medeniyetlerin sosyal ve kültürel formlarının geleneksizleştirilmesi, iletişim kanallarının gayri-şahsîleşmesi ve güç-merkezli siyasî hegemonyanın kurumsallaşması süreçleri olarak ortaya çıkan küreselleşmenin dönüştürücü gücüne rağmen bu öngörü gerçekleşmedi. Tam aksine, 20. yüzyılın son çeyreği ile birlikte otantik medeniyet unsurlarının son derece etkileyici bir biçimde yeniden canlanmaya başladığına tanık oluyoruz.

    İki vatandaşlık var: Atina ve Kudüs

  • Fred Dallmayr:
    Batı Medeniyeti'nin ortaya çıktığı dönemde, iki vatandaşlık anlayışı görüyoruz: biri Atina'dan yükselen, diğeri Kudüs'ten ilham alan. Aristo'yla ilişkilendirilen ilk kavrayış, "polites" ya da şehir-devletinin mensubu anlamındadır. En belirgin biçimde St. Augustine tarafından formüle edilen ikinci kavrayış, ikili bir vatandaşlık varsayar ki bu, iki şehre, Dünya Şehri'ne ve Tanrı Şehri'ne mensubiyettir. Bütün bir Batı Medeniyeti tarihi kendini bu iki kavrayış, ya da Atina ile Kudüs arasındaki gerilim veya çatışma şeklinde açımlar. Bu "kurucu" kavramsallaştırmalarda da açık olduğu üzere, vatandaşlık sadece formel ve hukuki bir statüye değil, daha derin bir boyuta, yani insan olmanın ve diğer insanlarla beraberce ve insanlığımıza yakışır biçimde yaşamanın ne anlama geldiğine işaret eder. Batı modernliği bağlamında, Atina ve Kudüs mirası sıklıkla unutulur ya da kenara itilir, fakat bunun bir bedeli vardır.

    Aşağıdan gelen küreselleşme tehlikeli

  • Imtiyaz Ahmed:
    Aşağıdan gelen küreselleşme farklı gruptan insanları içerir- çevreciler, sivil toplum örgütleri, dini guruplar, küçük çapta çiftçiler, işçi sendikaları, kadın hareketleri, Afrikalı borç hafifletme mücadelecileri, aynı veya farklı yollarla ya ekonomik küreselleşmeyi eleştirmekte, ya da ekonomik küreselleşmenin etkilerinden zarar görmekte ve bu etkilerle mücadele etmeye çabalamaktadırlar. Tüm bu "aşağıdan gelen küreselleşme"de çeşitli gruplar göze çarpmaktadır. Bu, 'şüpheli' gruplarla insan ve mal kaçakçılığından, yasadışı silah üretimi ve ticaretine, kalpazanlıktan uyuşturucu ticaretine ve terörizme kadar geniş bir alandaki 'karanlık işler'in birbirleriyle ilişkilerinin daha da derinleştiğine işaret eder. Fakirliğe itilmiş ya da dışlanmış kesimler, bu grupların hedefi olmaktadır. Fakirlik ve dışlanmışlık, bu grupları, meşru olmayan ya da kanunsuz şekilde kendi hayatlarını devam ettirme ya da statülerini değiştirme arayışına itmektedir.

    Küreselleşmeyle ruh sağlığı hızla bozuluyor

  • Doç. Kemal Sayar:
    Küreselleşmeyle birlikte, fiziksel mekân idraklerimiz değişmektedir. Küreselleşmenin iktisâdi ve kültürel yönlerinin ruh sağlığı alanına da bazı yansımaları olmaktadır. İktisâdi olarak yoksul dünya daha çok yoksulluğa itilmekte, yoksul kitlelerin sağlık kaynaklarına ulaşımı zorlaşmaktadır. Kültürel açıdan ise dünyanın bir tektipleşmeye doğru gittiği, Batı kültürünün bütün dünyayı egemenliği altına aldığı dile getirilmektedir. Kapitalizm artık sadece eşya satmamakta, aynı zamanda ses, görüntü, imge ve bağlantı satmaktadır. Reklâmcılık marifetiyle oluşturulan imge ve ses seli, yaşam biçimlerini standartlaştırmakta, farklılıkları azaltmakta, tutum ve davranışları birbirine benzetmektedir. Küreselleşmeyle birlikte kollektif kimlikler ve geleneksel kültürlerin kaybolmaya yüz tuttuğu ifade edilmektedir. Kültürel ve teknolojik dönüşümlerin küresel süreç içinde yüzyıllardır bel bağladığımız millet ve aile gibi emniyet kaynaklarını kuruttuğu, toplumsal dayanışmanın yerini fırsatçılığa, insan ilişkilerinde samimiyetin yerini yüzeysellik ve kısmîliğe bıraktığı tartışılmaktadır. Küreselleşmenin yol açtığı ekonomik adaletsizlik, psikiyatrik bozuklukların gelişmekte olan ülkelerde artan yaygınlığı ile kendisini göstermektedir.

    'Küresel Yönetim Krizi' ciddi biçimde artıyor

  • Richard Falk:
    İnsanlığın günümüzdeki karmaşası, kırılganlığı ve birbirine bağımlılığı küresel yönetim krizini çok ciddi bir şekilde arttırmaktadır. Bu kriz, birbirine bağlı birçok etken nedeniyle devlet egemenliği mantığından kaynaklanan daha önceki dünya düzeni modelinin değerini ve yasallığını kaybetmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu etkenler arasında devlet-dışı kişiliklerin ortaya çıkması, küresel devletin yükselişi, çok medeniyetli ve ülkeler aşan dinin öneminin artması, kültürel kimliklerin giderek artan değeri, kontrol edilemeyen para ve fikir akımı ile sınır aşırı göçler, ekolojik tehlikenin ciddiyeti, ucuz petrolün arz ve talebi arasındaki bozuk ilişki sayılabilir. Bu krize karşı alınacak önlemler, risklerin farklı değerlendirilmesi ve politik oyuncuların eşit olmayan kapasiteleri ve hırsları nedeniyle çeşitlilik göstermektedir.

    İktidarı tahlil için direnişe dikkat edilsin

  • Raymond Duvall:
    İktidar ve direniş birbirleriyle yakından ilintilidir. İktidarı tahlil etmek, kaçınılmaz olarak direnişe dikkat kesilmek demektir. Uluslararası ilişkilerde iktidar kavramını dörtlü bir sınıflandırma ile açıklamaya çalışıyorum: zorlayıcı güç, kurumsal güç, yapısal güç ve ilişkilerini değerlendireceğim. Bu kavramsal değerlendirme, uluslararası siyasetin iki alanına açıktan ve sürekli bir referansla yapılacak: insani küresel yönetişim ve mevcut imparatorluk. Bu iki alanın üretimini, devamını ve dönüşümünü sağlayan iktidara karşı direnişin yürüdüğü farklı yolları tahlil edeceğim.

    Aydınlanma aklı kusurlu

  • Tu Weiming:
    Aydınlanma, 18. yüzyılda Batı'da başlayan ve ileride tam manasıyla hayata geçirilecek bir ideal olarak algılanabilir. Sosyalizm ve kapitalizm Aydınlanma'nın bir ürünüdür; tıpkı pazar ekonomisi, demokratik çoğulculuk ve sivil toplum gibi. Aydınlanma aklının ciddi kusurları vardır. İnsan merkezcilik içinde kök salan, araçsal aklın dikte ettiği ve saldırgan bireyciliğin yönlendirdiği bu akıl, dinin ihmalinin ve tabiatın yıkıcılığının ıstırabını çeken bir nevi sekülerleşmedir. Tarihsel ve karşılaştırmalı bir medeniyet perspektifi içinde meydan okuyucu girişimi başarmanın en kesin yolu, mevcut olan tüm manevî kaynaklara dokunmaktır.

    Dünyada bölgeselleşmehızla artıyor

  • Johan Galtung:
    22 Ekim'de Berlin'de Samuel Huntington'la yaptığımız bir tartışmada şu konuda anlaştık: Küreselleşmeyi tek devlet, tek ulus, tek küresel piyasa olarak tanımlıyorsak, dünya küreselleşmeye doğru değil bölgeselleşmeye doğru bir seyir izliyor. Bölgeselleşmenin arkasında hepsi birbiriyle ilişkili dört güç var: Kültürel olarak: belli bir homojenlik, bazıları tarafından paylaşılan bir medeniyet. Ekonomik olarak: dünyanın kuzeybatısından ekonomik bağımsızlık. Siyasi olarak: BM'den ayrışma, ABD/Hristiyan vetosu ve ABD entrikaları. Askeri olarak: ABD/İngiltere saldırısına karşı kolektif savunma. Tüm bunların altında yatan sebep, egemen bölgenin statü kaybı ve itibarının zedelenmesi ve esas soru, bu bölgelerin birbirleriyle nasıl ilişki kurduğu. Bu sorunun bir kısmı medeniyetsel koda atıf yapıyor ve bu tebliğ, bir kısmı dinî temelli olan bu ilişkileri irdeliyor.

    Yoksullar yaşam hakkı talep ediyor

  • Prof. Fuat Ercan:
    Kapitalizmin etkilerine fazla maruz kalan Latin Amerika kıtasında köylüler, yoksullar, işsizler, işçiler, öğrenciler yaşadıkları toplumun tarihsel/toplumsal pratiklerine bağlı olarak "yaşama haklarını" talep etmeye başladı. Latin Amerika gerçeği Türkiye'de de ilgiyle izleniyor. Bu gerçekliği muhalif kesimler bir hırs kaynağı, serbest piyasa yanlıları ise cesaret kırıcı bir olay olarak değerlendiriyor ve onu kitlelere talihsiz bir gelişme olarak sunuyor. Latin Amerika'nın erken dönemde sömürgeleştirilmesi, sömürgeciliğin sebep olduğu bağlam ve farklı tarihi arka planların sebep olduğu toplumsal pratikler dikkate alınmıyor.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi