T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 8 MAYIS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Hadi bu defa da 'komplocu' bir yazı olsun...

Eski Genelkurmay Başkanlarından biri, "28 Şubat'ın bitmediğini, bin yıl daha süreceğini" söylüyordu. Onu bu şekilde konuşturan, muhtemelen iç dinamikler ve ülkenin içinde bulunduğu "özel durum"du.

Fakat soru şu:

Bu işlerde (darbe ve muhtıra gibi işlerde) iç dinamikler ne kadar belirleyicidir? Daha doğrusu, belirleyici midir?

Hep söylenegelmiştir: Bu ülkede "merkezkaç" olarak tanımlanan güçlerin, taban siyasetini benimseyerek siyaset sahnesinde boy göstermeleri, hem birtakım uluslararası güçleri, hem de içerideki belli odakları ürküttü/ürkütüyor.

Belki bu nedenle çok sık darbe oluyor.

Belki bu nedenle çok sık parti kapatılıyor.

Belki de hiçbir bağlantı yoktur, bilemiyorum... Ama bana, hep, bir "bağlantı" varmış gibi görünüyor. Neyse...

Konu, "dış dinamikler" dediğimiz ama adını koymaktan çekindiğimiz güçlerin bundan sonra da "belirleyici" olup olamayacakları...

Bu fasıladan sonra söyleyeceklerim, soğuk savaş dönemi kavramsallaştırmasına dayandığı için, biraz anakronik kaçabilir. Ne demek istediğimi bir "genelleme" yaparak açmaya çalışayım:

Bu ülkede yönetim sağcı muhafazakârların eline geçse de, solcu ilericilerin eline geçse de, durum değişmiyor. Daha doğrusu, ülkenin "dış dinamikler" dediğimiz yapı karşısındaki pozisyonu aynen devam ediyor.

Niyazi Berkes, bir yazısında, iktidarı oluşturan mekanizmaların özerk ve bağımsız olmadığı, asıl belirleyicinin dış dinamikler dediğimiz yapı olduğunu söylüyordu. Berkes'le alettakrip aynı çizgide buluşan rahmetli Attila İlhan da, bu durumu, tarihi mehaz göstererek şu şekilde açıklıyordu:

"Türkiye'de ("kalkınmacı" bir rota izlemelerine karşın, A.K.) sağ iktidarlar, 'sistem'in dayattığı ekonomik reçeteleri gık demeden benimser, Türkiye'nin aleyhine bir sürü şartı şurtu -tıpkı Tanzimat sonrasında olduğu gibi- uygulamaya koyarlar. Görünüşte ülke 'millidir ve muhafazakârdır' ama, gerçekte ecnebi içerde istediği gibi at oynatmaktadır ve Türkiye'yi haraca kesmeye başlamıştır."

Şimdi diyeceksiniz ki, "karşılıklı bağımlılığın" konuşulduğu ve AB yolunda ilerlendiği bir dönemde, soğuk savaş dönemini hatırlatan bu defansif cümleler de neyin nesi? Diyorum ya, "dış dinamikler" denilen şeyi anlamaya çalışıyorum.

Peki "sol iktidarlar" döneminde vaziyet nedir?

Onu da, yine Niyazi Berkes'ten aktarma yaparak şu şekilde cevaplıyordu yazar:

"Diyelim ki tersi oldu, iktidar kendisine 'solcu' denilen birtakım 'ilericilerin' eline geçti... Bunlar, üstyapısal kültür batıcılığının zavallı kuklalarıdır; tamamıyla 'alafranga' oldukları için, Batı'dan her şeyi 'aynen' aktarmak hastasıdırlar. Böylece 'sistem'in istediği kültür müesseseleri bize uyar mı uymaz mı, yarar mı yaramaz mı araştırılmadan 'aktarılır'; yeni yetişen nesillerin tartışmasız batı yandaşı olmaları garantiye bağlanır. Daha da müthişi, bu işler yıllardır 'Atatürkçülük' etiketi altında yapılır... "

Şu "alafrangalık" ve "batı yandaşlığı" ifadelerine rezerv koyup öyle devam edelim. Demek ki sistemin (hadi, dış dinamiklerin adı "sistem" olsun) kazançlı çıkması için Türkiye'de ille muhafazakârların iktidarda olması gerekmiyor.

Onlar işlerini pekala, bugünlerde kendilerine "ulusalcı", "vatansever", "laik milliyetçi", "Çılgın Türk" diyen merkez güçlerle de yürütmesini biliyorlar. (Tabii "merkezkaç" olarak tanımlanan güçlerin iktidarında da durum değişmiyor. Sistem, o zaman, ya merkezkaç siyaseti bir punduna getirip merkezîleştirecek, yani sisteme katacak, ya da yok edecektir. Bunun örneğini, bin yıl süreceği öngörülen malum süreçte gördük.)

Bir refikimiz, Cumhurbaşkanlığı seçimine gönderme yaparak, 28 Şubat'ı hatırlatan çalkantılı bir döneme girdiğimizi ve "büyük bir siyasî alt-üst oluş yaşayacağımızı" müjdeliyordu.

Komplocu bir bakış olacak ama, ben de dış dinamiklerin bu işlerdeki belirleyiciliğini merak ediyorum. Yaşayacağımız büyük siyasî alt-üst oluş, aynı zamanda Türkiye'yi bir şeylere razı etmenin gizli pazarlığı mıdır?

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi