T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 3 NİSAN 2006 PAZARTESİ | ||
Utah Üniversitesi'nde iki gün boyunca küreselleşmenin bir Türk ve İslam şehri olarak Konya'da nasıl bir tepki veya sentezle karşılandığı tartışıldı. Konya'ya hem Türkiye'nin hem de İslam dünyasının, bazı küresel süreçleri nasıl tecrübe ettiğini görmenin bir yolu olarak bakıldı. Bir anlamda Konya bir model olarak düşünüldü. Ancak bu modellikle kast edilen, tabii ki Konya'nın başka iller için "taklit edilebilir" bir örnek şehir olması değildi. Böyle bir şey zaten mümkün de değildir. Kast edilen şehrin sosyolojik bir model olması; Türkiye'ye veya İslam dünyasına bakmaya bir pencere oluşturmasıydı. Madem modernleşmesiyle küreselleşmesiyle bütün süreçlerin nihai tezahür yeri şehirlerdir, o zaman Batı-dışı küreselleşmeleri de, batı-dışı toplumların şehirlerine bakarak anlamaya çalışmamız lazım. Modernleşme ve küreselleşme dediğimiz Batı-kaynaklı süreçler Konya'da nasıl bir gelenekle buluşup nasıl bir hayat sentezi üretiyor? Ne tür çatışmalara yol açıyor? Hangi yeni toplum tabakalarını meydana getiriyor? Süreçle birlikte gelenek neye dönüşerek var olmaya devam ediyor? Konya'ya bakıldığında, örneğin, modernleşmeyle ilgili bütün modellerin sınanabileceği ve belki de, resmedilen modernleşme çizgilerinden farklı modellerin mümkün olabildiği görülüyor. 19. yüzyıl imparatorlukların çözüldüğü ve ülkelerin sanayi devrimi ve kapitalizmin gelişimiyle birlikte yeni modeller aradıkları bir yüzyıldı. 20 yüzyıl bu çözümün ulus-devletler üzerinde karar kıldığı bir yüzyıldı. 21. yüzyıl ise şehirlerin yüzyılı olacak gibi görünüyor. Küreselleşme tartışmalarında vurgulanan en önemli şeylerden biri, şehirlerin ön-plana çıkması oldu. Belki ilk baştaki öngörüleri daha şimdiden boşa çıkaran gelişmelerden biri, devletin tamamen çekileceği veya bir hayli zayıflayacağı beklentisi olacağı da anlaşılıyor. Şehirlerin veya küreselleşmenin diğer kurumlarının gelişmesi devletlerin zayıflamasını zorunlu olarak getirmiyor, aksine devletlerin önünde de yeni imkanların açılmasını sağlıyor. Küreselleşme devletlerin yanı sıra yeni siyasal ve toplumsal aktörler üretiyor. Başta şehirler, şirketler, uluslar arası anlaşmalar ve sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu bu aktörlerle devletin ilişkisi devletlere çok daha güçlü ve rasyonel davranma mecburiyeti getiriyor. Rasyonel davranamayan devletler güçlü olamazlar. Yönetim artık bir ulus devletin kendine özel vatandaş tipini yaratmak üzere uyguladığı bir toplum mühendisliği de değil. Küreselleşme, ülkeleri ve şehirleri aşan bir mekan tasarımını çağrıştırıyorsa da, tıpkı modernleşmenin bütün unsurları gibi, nihai olarak şehirlerde somutlaşan bir hayat tarzıdır. Türkiye'de modernleşme ve kapitalizm genel olarak şehirlerde, yani nihai tecrübe mekanında nasıl yaşandığına bakılmaksızın, çok toptan bir değerlendirmeyle algılanıyor. Öyle olduğu için de buna eşlik eden siyasal kavram ve kurumlar şehirlerimizde nasıl somutlaşıyor; uyumlu ve anlamlı bir hayata dönüşüyor mu, dönüşmüyor mu, hiç bakılmıyor bile. Oysa Batı'da gelişmiş olan ve siyasal hayatımızı etkileyen bütün siyasal kavramlar kendi şehirlerindeki bazı somut tecrübelere dayanıyor. Örneğin sivil toplum kavramı, Batı'da şehrin üretmiş olduğu burjuvazi ile devlet, kilise ve diğer aktörler arasındaki ilişkiler bağlamında anlam kazanmıştır. Bu bağlam, Londra'da, Manchester'da, Frankfurt'ta farklı örneklerle ortaya çıkmış, bütün tartışmalar da bu örnekler üzerinden yürütülmüştür. Bu kavramın bizde bir karşılığının olup olmadığını anlamak için şehirlerimizin tarihine bakmaktan başka yol yok. "Kamusal alan" kavramını, Paris'teki, Berlin'deki bazı tecrübeler anlamlı kılıyor. Kürşat Bumin'in Demokrasi Arayışında Kent isimli kitabı bu bağlamları çok güzel anlatır. Biz bu şehir tecrübelerini göz önünde bulundurmadığımız için bir türlü kavramlarımız da bir yere oturmuyor. Bağlamından rasgele koparılıp uygulanınca, isteyenin keyfi olarak istediği anlamlar yükleyebildiği oyuncaklara dönüşüyor. Oyuncak iktidarın elinde olunca kaçınılmaz olarak bir despotizm aracı oluyor. Kendi siyasal kavramlarımızı kendi şehir tecrübelerimizden yola çıkarak kurmaktan başka çaremiz yok. Konya veya diğer şehir örneklerinden yola çıkarak, Türkiye için ayaklarının üzerinde duran uygun bir siyasal ve toplumsal teoriyi kurmanın mümkün ve tek doğru yol olduğu görülebilir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |