T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 7 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Yeni-sömürgecilik kardeşliğimizi dinamitliyor

  • UFUK COŞKUN (*)
    İnsanoğlunun yeryüzünde bulunma nedeni ilâhî'dir. Allah, bu anlamda, insanı tam donanımlı kılmıştır. İnsanoğluna Allah'ın bahşettiği özelliklerin en başında "özgürleşmek" gelir. İnsan özgürleştikçe Allah ile olan bağı belirginleşir. Kendisi olur ve artık yeryüzünde bulunma nedenini kavrar. Özgürlük, İsmet Özel'in deyişiyle "öz'ün gürleşmesidir".

    ÇIKARCILARIN YOLU, ÇIKAR YOL DEĞİL

    Bu bakımdan özgürleşmek insan olduğumuzun bilincine varmaktır. İnsanlık tarihi, özgürleşerek insan olma bilincine varmak isteyenlerle, insanın özgürleşmesini yani insan olma vasfını elinden almak isteyenler arasında süregelen kıyasıya bir mücadeledir. Bu iki kitle yüzyıllardır vardı ve aralarındaki "insan olma" ve bunu "engelleme" mücadelesi, insanlığın sonuna kadar da olacaktır.

    İkinci kitle, tarih sahnesine her dönem farklı bir paradigmayla çıkar. Tarihin seyrine göre engelleme faaliyetleri değişir. Bunu görmek için son 100-150 yıllık tarihe bakmak yeterlidir. Son 100-150 yıldır modernizm, demokrasi, insan hakları, küreselleşme gibi kavramlar kullanılarak halkların tarihlerinden, kimliklerinden, dillerinden ve inançlarından kopartıldığına şahit olmuşuzdur.

    İnsanın özgürleşmesini engel olmak isteyenler bunu çıkarları için yapmaktadırlar. Çünkü onlar etraflarında olup biten her şeyi maddeci / çıkarcı bir kavrayışla yorumlarlar. Dünyada bulunma nedenleri üstünlük kurma ve zenginliktir. Bunu sistematik bir şekilde gerçekleştirmeyi çalışırlar: OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) WTO (Dünya Ticaret Örgütü) WEF (Dünya Ekonomik Forumu), AB (Avrupa Birliği), NAFTA vb. örgütler vasıtasıyla da tek bir küresel ekonominin anayasası ve ana-ağı oluşturulmuştur. Sermayenin uluslararası akışını sağlayarak ulusal ekonomilerin çözülmelerini yol açarlar. İnsanların sefalet içinde yaşamaları her zaman onların hareket alanını genişletir.

    1900'lü yıllarda "azınlık hakları" kavramını ortaya atarak büyük devletleri dağıtma görevini yerine getirenler, sonraları "ulus hakları" kavramını ortaya atarak azınlıkları kullanmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti, bunun sancısını çeken ender ülkelerden biridir. 80 yıldır ülkemizde yaşanan ideolojik kavgalar, nefretler yine bu tarz seküler / bölücü kavramların gölgesinde gerçekleşen sosyolojik hadiselerdir.

    Büyük sermayeyi ellerinde tutan bu aktörler, "yeni dünya düzeni", "küreselleşme", "insan hakları" gibi ayartıcı kavramlarla dünya üzerinde hâkimiyet kurmaya veya hakimiyetlerini pekiştirmeye çalışıyorlar. Küreselleşme kavramıyla büyük savaşlar başlatarak insanların "özgürleşmesini" engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kafkaslar, Filistin, Cezayir, Bosna, Vietnam vb.. ülkelerde yapılan kıyımlar bu nedenle yapılmış büyük savaşlardır. 1900"lü yıllarda bazı ülkelere bahşedilen rejimler katı rejimlerdi; ne de olsa bir gün buralara demokrasi (!) getirilecekti.

    Metropollerinde sözümona "İslamcı terör" diye yaftaladıkları ama aslında kendilerinin tezgâhladıkları bir takım olaylar bahane edilerek demokrasi adı altında istedikleri yerleri bombalama hakkını kendilerinde görmeleri kolaylaşmıştır.

    Bundan böyle küresel sömürü ve dayatmalara direnen devletler, topluluklar, demokrasisi olmayan, ilkel topluluklar olarak lanse edilmişlerdir. Bu toplulukların acilen demokrasiye (bombalara) ve insan haklarına (köleliğe) ihtiyaçları vardı. Kavramlarla oynamakta bu kadar usta olan bu aktörler, maalesef çağımızın en büyük tehlikesi hâline gelmiştir.

    YENİ-EMPERYALİZM: BİLİNÇ KAYBI

    Seküler kültür, yeryüzü üzerinde hâkimiyet kurma ideolojisine ve yöntemine dönüşen küreselleşme süreciyle birlikte güçlünün güçsüzü ezdiği, haklı ile haksızın birbirine karıştığı, gayr-i insani, orman kanunlarının geçerli olduğu sosyal darwinci bir piyasa ekonomisini tek ekonomik model diyerek tüm dünyaya dayatmaktadır.

    Derinleşen ekonomik krizler, artan dış borçlar, konut sorunu, insanların yoksullaşması, işsizlik, spekülatif piyasanın yaygınlaşması, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların ülkelere müdahaleleri, özelleştirme kampanyalarının dayatılması, köksüzlük duygusu, değer ve kimlik bunalımları gibi alabildiğine uzayan sorunlar küreselleşme, demokrasi, insan hakları gibi kavramların gölgesinde gerçekleşmektedir. Yani bu kavramlar kullanılarak ülkeler, halklar çözülüp dağıtılmak ve kendi dünyalarında hapsedilmek istenmektedir. Bunu görmezden gelen yığınlarca aydının olması işin bir başka vehametini göstermektedir.

    Yeni-emperyalizm olarak adlandırabileceğimiz bu sürecin ayartıcı yöntemlerle "şuursuzlaştırma projesi", halklarda bir bilinç kaymasına ve bulanıklığına yol açıyor. Aydınlardan yandaş toplayarak insanların kafalarının karışmasını sağlıyorlar. Bu şuursuzlaştırma projesiyle kitlelerin dirençleri neredeyse yok edilmiş durumdadır.

    Önümüzdeki yıllarda daha "ılıman", daha "yumuşak", dolayısıyla daha baştan çıkarıcı ve ayartıcı bir kapitalizm biçiminin zuhur edeceğini göreceğiz.

    Önceleri kendi elleriyle kurdurtmuş oldukları, örneğin Ortadoğu'daki ABD güdümlüsü seküler-totaliter rejimleri, bundan böyle açık baskı ve yönlendirmelerle değil de "ıslah etme", "bazı hakları verme", hatta az da olsa "parasal desteklerle değiştirme", toplumların inançlarını dejenere ederek kökten sarsma ve ayakta durma imkânlarını ve haksızlıklara direnme ruhlarını yok etme yollarına başvuracaklar.

    YENİ-SÖMÜRGECİLİK VE "ILIMLI İSLÂM"

    Bugüne kadar ezilen, sefalet çeken ülkelerin insanları "kahrolsun emperyalizm!" demeyeceklerdir. Emperyalizme, sömürüye, haksızlığa karşı çıkmak, itiraz etmek, "terör"le yaftalanmak için yeter neden olacaktır. Bu sürece çoktan girmeye başladık bile. Bu insanların, birazcık para ve refaha kavuşturulduğunda, en hayatî meselelerini, kendi temel varoluş sorunlarını bile ciddiye alamayacak kadar bilinç ve zihin kayması yaşadıklarını ve yaşayacaklarını fark etmişlerdir. Örneğin bugün seküler hayatın içinde müreffeh bir hayat süren zengin bir müslümanın başörtüsü sorununun olmadığını ve kalmadığını biliyorlar. "Ilımlı İslam Projesi" böyle bir şeyin gerçekleşmesi için öne sürülmen ve uygulamaya konan bir projedir. Türkiye'nin, böylesi bir projeyi benimseyerek, kitlelerin İslâmî bilinçlerinden ve kimliklerinden uzaklaşmalarını sağlayan bir örnek ortaya koyması istenmekte ve ülkemiz bu açıdan İslâm'la derinlemesine nasıl mücadele edilebileceğini ortaya koyan bir model olarak İslâm dünyasına takdim edilmektedir.

    Yeni-emperyalizm, yeni bir sömürgecilik biçimidir; ve özellikle müreffehleşen seküler kesimleri ve bu kesimlerin sözcüsü aydınları sarhoş ederek öncelikli olarak zihnen esir ve teslim alan yeni bir tahakküm biçimi üretiyor. Bu ayartıcı projeyle halklara bir takım ayartıcı haklar ihsan edilecektir. Biraz da para ve rahatlık gören insanlar emperyalizmin vahşiliklerini unutacaklar ve sonra da emperyalizmi, kapitalizmi ve bunların kaynağı olan sekülarizmi hayatlarında bir tehlike olmaktan çıkaracaklardır.

    Bu uyutucu ve uyuşturucu yeni-emperyalizmin sonuçlarından biri olarak, halkların sahip olduğu madenler ve servetler çok farklı bir yöntemle ellerinden alınacaktır. Örneğin Türkiye'de bulunan ve değeri 9 trilyon dolar olarak belirtilen (ARGE Mühendisler Derneği) osminyum adlı madenimizin elimizden alınıp gittiğinden belki de haberimiz bile olmayacaktır. Tam bu noktada, Bu anlamda STK'lara büyük sorumluluklar düşmektedir. Ancak ne yazık ki STK'ların dirençleri zayıflatılmış durumdadır.

    Zaman zaman bombalarla, zaman zaman kavramlarla halkların dağılmasına ve aynı topraklarda yaşayan insanların birbirlerinden nefret etmelerine neden olan tarihin bu acımasız aktörlerinin, nihayetinde bir gün bütün oyunları bozulacaktır.

    İSLÂM KARDEŞLİĞİ BİLİNCİ

    Peygamberimizi Hz. Muhammed (a)'in döneminde, gerek "Medine Sözleşmesi"nde gerekse "Veda Hutbesi"nde insanlığın huzuru, barışı için çok samimi kardeşlik ve beraberlik mesajları verdiğini biliyoruz. İnsan haklarının korunduğu, insanların barışa, kardeşliğe sevk edildiği tarihi bir dönem yaşanmıştır.

    Mekke ve Medine'lilerin kardeşlik örneği hâlâ bize ışık tutacak bir örnek-olaydır. Aynı bakış açısıyla Anadolu'da binyıllık kardeşliklerin yaşandığı, farklı kültür ve inançların barış ve huzur içinde yaşadıkları örnek bir tecrübe üretilmiştir. Aynı topraklarda farklı inançlar, ırklar, renkler, kültürler bir arada olmuş ve bunun için hiç bir "yasa"ya gerek duymamışlardır.

    Bugün AB kendisi gibi olmayan farklı kültürdeki bir ülkeyi bünyesine dahil edebilmek için bin bir kural ve yasa/k getirmektedir. Bu ülkenin insanları birbirleriyle ne kadar çok kaynaşır ve birlik olurlarsa, yeni-sömürgecilerin hareket alanı o denli daralır ve daralacaktır.

    BU OYUNU PÜSKÜRTEBİLİRİZ

    Aynı vatanın, aynı toprağın, aynı dinin ve aynı medeniyetin insanları birbirleriyle savaşmaya zorlanıyorlar. Bu, büyük bir oyundur ve bu kirli oyunun galibi olmayacaktır. Bu oyunu kazanacak bir taraf varsa o da bu oyunu tezgahlayanlar olacaktır.

    Bu oyunu bozmalıyız. Bunun için, Hz Muhammed'in Medine'de gerçekleştirdiği kardeşlik bilincini tekrar canlandırmanın yollarını aramalıyız. Kendi insan hakları kavramımıza sahip çıkmalı, yaratandan ötürü yaratılan herkesi kucaklamalı ve yeniden aşkla birbirimizi sevmeliyiz.

    Bize sunulan seküler, sekülker olduğu için de etnik çıkarı, dünyevî çıkarcılığı öne çıkarak, putlaştıran, o yüzden de her bakımdan bölücü olan ithal ideolojik çerçeveleri ve reçeteleri reddetmeliyiz.

    Emperyalizme hizmet eden beyinleri sulanmış, entelektüel melekeleri dumura uğramış, seküler Batı kültürünün gönüllü acentası gibi çalışan "aydın"ların söylemleriyle değil, bu toprağın insanlarının oluşturacağı ortak bir dille ve ruhla bütün görünüşteki farklılıklarımıza rağmen art niyetsiz bir birlikteliği, bütünlüğü ve bütünleşmeyi yeniden oluşturmalıyız. Bunun yollarının, yöntemlerinin neler olduğunu bin yıl bu topraklarda dün bütün dünyaya gösterdik; bugün ve yarın da gösterme iradesi ve azmiyle kuşanmalıyız. Başka türlü özgürleşemeyeceğimizi bilelim; o yüzden öz'ümüzü gürleştirelim.

    * Öğretmen-Sen İstanbul İl Başkanı

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi