T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
E K O N O M İ 10 NİSAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Üretmeden borçlanıp lüks içinde yaşıyoruz

Türkiye'nin sanayiden vazgeçmemesi gerektiğini söyleyen Hasan Büyükdede, Türk insanının Avrupalı çalışanın yarısı kadar verimli olduğunu, ancak lüks yaşam istediğini söylüyor. Büyükdede'ye göre, "Tüccar olalım, Çin'den getirip satalım mantığıyla hareket etmek çok yanlış."

MÜSİAD ve İTO'da yönetici
1949 Konya doğumlu Büyükede, İTÜ Makina ve Uçak Fakültesi'nden Yüksek Mühendis olarak mezun oldu. 1977'de Bayrampaşa'da küçük bir atölyede Hidromode Hidrolik Makina Sanayi'yi kurdu. Halen İstanbul Ticaret Odası Meclis Başkan Yardımcısı ve MÜSİAD Genel Başkan Yardımcısı.
Sanayide yatırım yapmak isteyen onun kapısını çalıyor. Makinaların dilinden çok iyi anlayan bir sanayici. İTÜ'den Makina ve Uçak Yüksek Mühendisi olarak mezun olunca 1970'lerde yatırım makinaları üretimine girişmiş. Bugün otomotiv sektörü başta olmak üzere, beyaz eşya, savunma sanayii, uçak endüstrisi ve demiryollarına hidrolik presler ile ihtiyaca göre yatırım makinaları üretiyor. "Birçok arkadaşım işin kolayını bulup makina pazarlamacısı oldu, ben üretimde ısrar ediyorum" diyor. Türk insanının üretmeden ve borçlanarak tükettiğini söyleyen Hidromode Hidrolik Makina Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Büyükdede, Avrupalının yarısı kadar verimli olabildiğimiz halde, onlarla aynı yaşam standartlarını istediğimizi savunuyor. Büyükdede, sanayiyi ve sanayiciyi hor görenlere şiddetle karşı çıkarken,"Dışarıdan gelenler katma değer üretmeye değil, parayı döndürebileceği finans ve ticarete geliyor. Biz Çin'den getirip satmakla, turistin komisi olmakla kalkınamayız. Sanayiye sahip çıkmamız ve üretmemiz gerekiyor" açıklamasını yapıyor. Aynı zamanda MÜSİAD Başkan Yardımcılığı ve İstanbul Ticaret Odası Meclis Başkan Yardımcılığı görevlerini yürüten Hasan Büyükdede ile, sanayiyi, KOBİ'leri ve yeni rekabet ortamını konuştuk.

Dış ticarette ithalatın artışı hız kesmiyor, dolayısıyla dış açığımız hızla büyüyor. Bu gidiş, nasıl tersine çevrilebilir?

Türkiye'de maalesef insan kaynağı bir Avrupalı personelin ürettiğinin yüzde 50'sini bile zor üretiyor. Verimli çalışmıyoruz. Üstelik verimli çalışmadığımız halde, Avrupalılarınki gibi bir yaşantı, daha lüks ev, daha lüks araba istiyoruz. Gereğinden fazla harcamayı da borçlanarak yapıyoruz. Kötü olan bu. Tasarruf etmediğimiz için arayı bir türlü kapatamıyoruz. Yerliyi biraz daha ön plana çıkarmaya gayret etmemiz gerekli. Büyük yatırımcılarımızın da mümkün olduğu kadar yerli ürünleri kullanmasını sağlamak gerekiyor. O zaman yerli ürünlerimizin kalitesi yükselirken, fiyatı daha ekonomik seviyelere düşebilir. Bugün otomotiv sanayiinde yerli parça oranı yüzde 35, ithal oranı yüzde 65. Bu ithal oranını küçültebilmenin tek yolu, mümkün olduğu kadar içindeki yerli miktarını arttırabilmek, ona teknoloji üretebilmektir.

SANAYİ KÖTÜ DEĞİL

Rakamlar, Türkiye'nin çok hızlı büyüdüğünü gösteriyor. İlk kez dört yıl üst üste yüzde 5'in üzerinde büyüdük. Türkiye, büyürken tercihini hangi alanda yapmalı?

Bizim daha çok çalışmamız gerekecek. Eğer biz her yıl yüzde 5 büyürsek, 20 yıl sonra bugünkü Polonya'nın seviyesine geliyoruz. Bizim katetmemiz gereken çok uzun bir yol var. İnsan kaynağımızı çok verimli çalıştırmak zorundayız. Türkiye'nin geleceği sadece ticaret, turizm ve kültürün pazarlanmasında değil. Bu ülkenin sanayiye gözbebeği gibi bakması gerekli. Birçok kurum, sanayiyi 'kötü", "kirletici", "tu kaka" gibi görmeye çalışıyor. Ama sanayisi gelişmemiş hiçbir ülkenin artı değer ürettiğini de görmedim. Zor günlerin insanları olan sanayiciye farklı bir gözle bakmak ve destek vermek gerekiyor. Çünkü onlar çok emek veren, beklentileri az olan; ama ülkelerin gidişlerini çok yakından takip edebilen, dünya ile entegre olmuş durumdalar.

"Türkiye sanayileşmeyle değil, hizmet sektörüyle kalkınsın" deniyor. Bu yöndeki değerlendirmelere katılıyor musunuz?

Ben buna inanmıyorum. Sanayinin bir tarafa bırakılarak, sadece hizmet sektörüne dönük bir Türkiye'nin oluşması, özellikle öyle bir İstanbul'un oluşması yönünde ciddi talepler var. 35 yılını İstanbul'da sanayiciliğe vermiş ve bu sektörün içinde biri olarak, "İstanbul güzel olsun, ama karnı aç insanlarla dolsun" gibi bir hava olduğunu görüyorum. Bu, yanlış bir bakış açısı. 350 bin üyeli İstanbul Ticaret Odası'nda bir araştırma yaptık. Herkeste bir büyüme heyecanı var. 63 milyon metrekare daha endüstri alanı talebi geldi. Onlara "Sizi Bilecik'e göndereceğiz" demek yanlış bir strateji olur. Onların en fazla Silivri'ye kadar olan alanın içine yerleştirilebilmesi ve otoyolun bölgeye entegre edilmesi gerekir.

350 bin üyesi olan İstanbul Ticaret Odası'nda ve MÜSİAD'da üst düzey görevdesiniz. Gördüğünüz kadarıyla üretime dönük KOBİ'lerin en başta gelen sorunları neler?

Türkiye'nin büyük miktarda makina talebi var. Buna karşın yerli üreticilerimiz bu açlığı doyurabilmiş durumda değil. Bunun nedeni, firmaların genellikle çok küçük ölçekli olması, üretim adetlerinin azlığı, nitelikli insan gücünün olmaması. Sorunların başında, yer sorunu geliyor. Küçük katlarda, küçük sanayi sitelerinde artık bu iş yürütülemiyor. Öncelikle uluslararası normlarda işyerlerine kavuşturulması gerekiyor. Her gün tezgahları sırtlarında yeni yerler aramak zorunda kalıyorlar. İkinci sorun, nitelikli işgücü olmayışı. Eğitim sistemimizden kaynaklanan nedenlerle, insan kaynağımızı iyileştiremiyoruz. İnsanların şahsi kabiliyeti kadar yürüyoruz. Üçüncü ihtiyaç ise, işletme ve yatırım için sermayelerinin olmaması. Kazandıkları üç beş kuruşu, ikinci el tezgahlara vererek onunla hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Bundan dolayı sisteme nitelikli makina vermekte zorlanıyorlar. Buna rağmen ellerindeki eski tezgah parklarıyla harikalar yaratıyorlar. Dördüncü olarak da, marka olma ve pazarlama konusunda sıkıntılıları var. Marka olma bilinci, özellikle KOSGEB'in sisteme intikalinden sonra iyileşmeye başladı.

AVRUPA BİRLİĞİ NORMLARI ÜYELİKTEN ÖNEMLİ

Avrupa Birliği ile ilgili bir değerlendirmenizde "Artık ekonomik işbirlikleri, dini inançların farklı olmasının önüne geçti" demişsiniz. Hem Birlik içinde, hem de bizde zaman zaman bu tür farklılıklar öne çıkarılıyor. Sizce tam üyelik gerçekleşecek mi?

AB'de zaman zaman milli ve dini duygularda artışlar oluyor. Bu sürecin hep devam edebileceği kanaatinde değilim. İnternet üzerinden hangi firmanın neyi, ne kadar, hangi kalite ürettiğini iliklerine kadar bildiğimiz bir dönemde, bu tür yaklaşımlar kalıcı olmayacaktır. Türkiye'nin AB içinde çok iyi yer alabileceği kanaatindeyim. Bir müddet sonra belki de biz girip girmemeye karar vereceğiz. Önemli olan AB normlarını, kalite mantığını hayata geçirmemiz. Biz makina sektöründe bunu bire bir yaşıyoruz. Örneğin, bir CE (Conformity European ) mantığı, ki biz buna 'Can Emniyeti' mantığı diyoruz, insanın çok değerli olduğunu ifade ediyor. Ürettiğimiz makinanın, otuz yıl sonra bile bir kazayla insana zarar vermeyeceğini önceden kabul etmiş oluyoruz. AB'nin eriştiği bazı değerler var. Kaliteli mal üretmek için koydukları kaideler, dünyanın her yerinde geçerli olmalı. AB'ye giriş süreci de bize bunu sağlayacak. Onların da Türklere karşı artı-eksi duyguları mutlaka olacaktır. Ancak zaman içinde, ilişkiler geliştikçe birbirlerinden çok uzak olmadıklarını görecekler. Her dönemde batıyla iyi bir diyalogumuzun olması lazım. Çünkü ihracatımızın merkezi orası ve diyalogu iyi kuramazsak bu pazarımızı kaybederiz. Ortadoğu da büyük, ama çok dengesiz bir pazar. Bankacılık mekanizmaları gelişmiş durumda değil. Batıda makine teslim sürelerimiz çok kısa iken, Ortadoğu'da çok uzun süreler alabiliyor.

Fransa insansız üretime yöneldi

Yatırım malı üreten bir firma olarak 2005 yılını nasıl geçirdiniz?

Geçen yıl ihracatımız çok iyiydi. Hatta kapasitemizin yüzde 30 oranındaki kısmını ihracat olarak Fransa, Almanya, Yunanistan, İran, Suudi Arabistan, Katar'a gönderdik. Hem ihracat ve hem imalat hedeflerimizde optimumu yakaladık. Fransa'nın son dönemde teknolojiye dönük yeni yatırım atağında olduğunu görüyoruz. Firmalar çok ciddi sayıda personel çıkarıyor. Fransa'daki iş kavgalarının altında yatan neden de bu. Daha yakın zamanda Fransa'da ziraat makinaları yapan bir fabrikaya presler verdik. Otomasyona, robotlu üretime geçtiği için, daha önce 2 bin personeli olan fabrikada bu sayı 300 personele inmişti. İnsan kaynağı tamamen sıfırlanmış hatlar kuruluyor ve eski personelin neredeyse yüzde 10'uyla iş yapacak hatlara dönüyorlar. Daha teknolojiye dayalı yeni bir sisteme doğru gidiliyor.

Bankalar kredide zorluk çıkarıyor

Orta boy işletmeler, 'düşük enflasyonlu dönem'e ayak uydurabildi mi?

Yüksek enflasyon varken, para kazanılıyor muydu belli değil. Bugün pazarlıklarda fiyatlar artık sent sent, kuruş kuruş konuşuluyor. Daha ayakları yere basan bir noktaya çekildi. Eskiden faizlerin nerede olacağı belli değildi. Şimdi Halk Bankası, özel bankalar KOBİ'ler için yeni imkanlar sunmaya başladılar. Fakat hâlâ KOBİ'ler bir finans kurumundan finansal destek almakta zorlanıyor. İşletmeler, bankadan kredi bulmak için, bir teminat göstermek, bunun için de bir gayrimenkul almak zorunda kalıyorlardı. Teminatı olmayanı bankalarımız adam yerine koymuyordu. Hâlâ da bu durum devam ediyor. İşletmenizin boyutunu tayin eden faktör, teminat gösterebildiğiniz kadar. Henüz projeye kredi veren mekanizmalar kurulmadı. Ancak, TOBB, KOSGEB ve Halk Bankası'nın kurduğu KOBİ Girişim A.Ş. gibi risk sermayesi ortaklığı yapan güzel örnekler de teşekkül etmeye başladı.

Ar-Ge yaptığımızı bilmiyoruz

Ar-Ge'ye(Araştırma Geliştirme) yatırım yapabiliyor musunuz?

Aslında KOBİ'ler sürekli olarak Ar-Ge yatırımı yapıyor. Fakat bunun Ar-Ge olduğunu bilmiyorlar. Biz de işletmemizde her an Ar-Ge yapıyoruz, ama muhasebeleştirmediğimiz için Ar-Ge olarak görülmüyor. Hidromode olarak şu anda TÜBİTAK'la bir proje uygulamamız var. Üniversitelerin laboratuvarlarına hocalarımızla birlikte makinalar geliştiriyoruz. Bence şu anda üniversitelerimiz kadar, belki daha da fazla endüstrimiz Ar-Ge yapıyor. Firma olarak biz, kapımızdan giren her müşterimiz için özel bir makina yapıyoruz. Bu geliştirdiğimiz makinayı müşterimize sunuyoruz ve bununla ayakta duruyoruz.

Yabancı üretime değil finansa geliyor

Türkiye'ye gelen uluslararası sermayenin de Türkiye'de üretimi tercih etmediğini görüyoruz.

Dış kaynak, daha çok finans, ticaret gibi paranın hızla döndürülebildiği sektörlere giriyor. Hiçbir zaman makina üretmeye, katma değer oluşturacak hiçbirşeye gelmek istemiyor. Bu nedenle bizim sanayiciye sahip çıkmamız şart. Sanayi kirleten, kötü, yapılmaması gereken bir alan olarak yansıtılıyor. "Tüccar olalım, Çin'den getirelim, birilerine satalım. Turist getirelim onların komisi, eğlencesi olalım." Böyle bir hava var, ki bu çok yanlış. Üretmeden artı değer kazanamayız. Paris 45 milyon turist getiriyorsa, biz de bunun altyapılarını hazırlayalım. O da olmalı. Ama endüstriyi de mutlaka ayakta tutmalıyız.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


   İş'in Sırrı

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi