T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 10 NİSAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Kürt Sorunu, Kürt Realitesi ve Diyarbakır Yolu

Güneydoğu'da yirmi yıldır yaşanan şiddet ortamının sonunda, vatan toprağının bölünmesiyle değilse bile anlam ve duygu coğrafyasının fiilen bölünmüşlüğü gerçeğiyle karşı karşıya kalındığı açık.

Şiddetin diliyle başlatılan bir konuşmaya aynı dille karşılık vermek bu konuşmayı uzatmaktan başka bir işe yaramazdı. Öyle de oldu. Devlet her seferinde güç gösterisini abartarak hainlere "en şiddetli cevabı" verdikçe, kurunun yanında yaşı da yakmaktan kaçınamadı. Yaşı yaktıkça hainleri arttırdı, çünkü "hainlik" kendi içinde bir haklılık zemini bulmaya da başladı; yapanlar açısından bir ihanet olarak değil, haksız muamelelere karşı bir kırgınlık, bir küskünlük olarak anlam buldu. Hainler arttıkça, devletin şiddetli dili daha gür çıktı. Bir kısır döngü gelişti.

Bugün tekrar yükselen terör olaylarının birilerinin aklına hemen daha fazla şiddeti getiriyor olması gerçekten tuhaf. Zaten ehemmiyetsiz addedilen, münferit olayların bu seviyeye kadar büyümüş olmasının tek sebebi devletin şiddetin kısır diliyle konuşmaya sürüklenmesi değil miydi? Bir büyük devletin konuşabileceği binbir çeşit dili, binbir çeşit lügatçesi varken, bu büyük devleti, şânına en az yaraşacak dile mahkum edenlerin bugün hala aynı telden çalabiliyor olmaları açıkçası hayra alamet değil. Devleti terör örgütünün seviyesine indirmeye çalışırken, terör örgütüyle aynı pastayı paylaşma niyet ve planları görülmüyor mu?.

Terörün yükselişinden kim kendine "şiddete davet" vazifesi çıkarmaya çalışıyorsa, teröre bir prim de kendisi veriyordur. Çünkü Kürtlerin toplumsal hakları konusunda iyice görevsiz kalmış olan PKK'nın bugün sahnedeki rolü siyaset-dışı aktörlere olağanüstü hal görevi üretmekten başka bir şey değil zaten. Bu haliyle sadece Türkiye üzerinde değil, aynı zamanda ve daha öncelikli olarak Kürt halkının sırtında gerçek bir kambur haline geliyor. Ama PKK'nın ısrarla davet ettiği düelloya koşa koşa gidilirse, hiç kuşkunuz olmasın, bu kamburu atma konusunda halkın bugün oluşmaya yüz tutmuş eğilimleri de tekrar kaybolur.

Çünkü artık kabullenmenin vakti gelmiş-geçiyor. Bölge halkının örgüte olan sempatisinin sadece ekonomik yoksullukla, geri kalmışlıkla falan ilgisi yok. Temsil ve özdeşlik çok karmaşık ama anlaşılmaz bir durum değildir. Bugün iyice haksız durumda olsa bile, cevabi şiddetin dozu biraz artırıldığında tekrar şiddetin anaforuna yakalanmak işten bile değildir. Şiddet kesinlikle Türkiye'nin bütünlüğüne hizmet etmez. Devletler ne kadar güçlü olursa olsun, şiddetin diliyle gönülleri kazanmanın bir yolu bulunamamıştır. Milliyetçilik ise her şeyden önce bir gönül işidir. Bölge halkının gönlünden geçen yolu bulmadan, bir millet olmayla ilgili sıkıntılar giderilemez.

Devlet ile Kürtler arasında yitirilmiş olan gönül dilini tekrar tesis edebilmeye belki şu ana kadar, Özal ve Erbakan'ın özel yerleri olsa bile, Tayip Erdoğan'dan daha yakın kimse olmadı. Her üç ismin bu dile aşinalığıyla İslami formasyonları arasında bir bağ bulunduğunu ve Türkiye'nin Kürt meselesinin tek çözümünün bu bağa müracaat olduğu, işin ayrı ama en önemli yanı.

Başbakanın Kürt sorunundan bahsetmesi kim ne derse desin, bölge halkının genelinde yeni bir gönül trafiği kurmuştur. Bu yol daha önce Demirel'in bahsettiği Kürt realitesi kavramından veya Mesut Yılmaz'ın AB-Diyarbakır yolundan çok farklı bir yeden geçiyor. Açıkça anlaşılabileceği gibi, yol telaffuzun kendisinden değil gönüllerden geçiyor. Demirel Kürt realitesi yerine Kürt sorunu deseydi veya Erdoğan Kürt sorunu yerine Kürt realitesi demiş olsaydı da sonuç değişik olmazdı. Belki terörün tekrar tırmandırılmaya çalışılmasının en büyük sebebi budur. Erdoğan'ın "Kürt sorunu"nu telaffuzu gerçekten sorunun çözümüne çok yaklaşmıştır.

Oysa şimdi, terör tırmandıkça, başbakan üslubunu daha fazla serleştirmeye, şiddetin dilini daha vurgulu biçimde konuşmaya mecbur hissediyor kendini. Son terör olaylarının tuzağı tam da budur. Erdoğan'a, yani iyice zayıflamış milli bütünlüğü tekrar tesis etme şansına sahip tek lidere asıl pusunun kurulduğu yer burasıdır. Erdoğan teröre cevap vermek adına üslubunu sertleştirdikçe, terörün davetine icabet ettikçe, terörün diliyle yarışmanın telaşına girdikçe, bölge halkıyla arasındaki gönül yollarını tıkamanın eşiğine varabilir. Verdiği mesajlarla rahatlatmaya çalıştığı çevrelerin zaten yeterince rahat olduklarını ve asla bu sözlerle yetinmeyeceklerini bilmesi lazım. Onların Türkiye'nin milli bütünlüğünü istedikleri yok. Onlar için kendilerine bir iktidar ve oyun alanını sağlamlaştıracak bir olağanüstü halin ilelebet sürmesi önemlidir. Daha öncekilerin çok kolay yaptıkları gibi bu başbakan da şiddetin davetine icabet ederse, değme keyiflerine.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi