T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 3 OCAK 2006 SALI | ||
|
Zamanı Bergson'ın zamanıyla aynı oluktan akan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kanımca başyapıtı olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, "her ne yapılacaksa, onu da biz yaparız" diyen bürokrasi geleneğinin memleketin yeni yetme bir alışkanlığı olmadığını tadına doyulmaz bir dille önünüze sermenin yanısıra, bir de, insanoğlunun çarpıklaşmış ilişkileri, hisleri, tavırları gibi, uzun bir süredir elle tutulur bir hale gelmiş bulunan çarpıklaşmış zaman algısıyla da enikonu uğraşır. Konu, absürd edebiyat sınıfına girecek kadar saçma olsa da, gösterge olarak kullanılan konunun işaret ettiği insan gerçeği hakkındaki tahliller o derece başarılı, insan ruhunu anlama hususunda önünüze tuttuğu ışık o derece parlak, zaman-insan ilişkisi konusundaki vurdumduymazlığa karşı takındığı alaycı tavır da, o derece nettir. İnsan, bir ayin gibi hazırlanılan, ışıklandırılmış sokaklar, münasebetsiz süslerle büyütülen, televizyonlarda, kulüp-bar-restoranlardaki korkunç eğlence programlarıyla vur patlasın çal oynasın kutlanan yılbaşı ritüellerinin yaşanış üslubunu gördüğünde, zaman kavramının zihindeki yansımalarına yeniden bakmak ihtiyacını farkediyor. Yeni yıl sarhoşluğundan derhal kurtularak, toplumsal ihtiyaçlar, işlerin yürümesi, anlaşmaların imzalanabilmesi vesair sebeplerle insan eliyle bölük pörçük edilerek rakamlara dönüştürülmüş zamanı yeniden hatırlayarak, gözümüzün önünde su gibi akıp giderken aslında başka türlü bir şeylere de değebildiğini söylemek. İnsanoğlunun her şeye yetişmek, ama yetiştiği hiçbir şeyden zevk alamamak üstüne bir "zamanı iyi kullanma" anlayışı geliştirmiş olduğu bu hız çağında, 'ayarlama' yapan birileri tarafından dilimlenerek önünüze servisi yapılmış, o bir türlü düzgün biçimde icra etmeyi beceremediğimiz toplu eğlence törenleriyle kutlanan yılbaşı günleri, zamanı sıfırlar mı hakikaten? Yılbaşından bir sonraki gün, dünde bıraktığınız hayata geri dönecekseniz, gerçekten sizin zamanınızın dönüşü, yılbaşına mı denk gelir örneğin? Her yıl 31 Aralık'ta tekrarlanan bu bezdirici metafor, hepsi zamanla doğrudan alakalı olan gençlik-ihtiyarlık, olgunluk-tecrübesizlik, bilgelik-cahillik gibi kadim halleri anlamak, geçmişle bugünü karşılaştırmayı sağlamak konusunda ne gibi işlevler üstleniyor acaba? Çağın zaman algısı, birini uğurlayıp diğerini karşılamaktan oluşan bir döngüyle, daha çok hafızasızlığın karasularında yüzüyor bana kalırsa. Döngüsel hareketlerle tekrarlanarak varedilen yılbaşı günleri, zamanı, Alzheimer'dan muzdarip bir ihtiyara dönüştürüyor. Tersi de doğru, zaman sürekli kendine dönmekten ihtiyarlamayı bile unutabiliyor bazen. İnsan içinin tik-takları kimisinde çok hızlıdır, kimisi de ağırdan alır. Bu yüzden 31 Aralık'ta herkes bir yılı geride bırakmış değildir. Aniden yaşını hatırladığın an, hatırında duran geçmişinle mesafenin çok açıldığını farkettiğin andır aslında senin sene-i devriyen. Nar çiçeğinin açışını ikincidir görmenin içinde bıraktığı tortudur ya da sana bir yaş daha aldığını hissettiren. Böyledir, her bir insanın içinin zamanı başka türlü yürür. Bir de bu süratin içinde kalamama, ama herşeyi geride bırakıp kendine de varamama durumu vardır ki, işte "Ne içinde olmaktır zamanın, ne de büsbütün dışında". Kalıvermek, yekpare bir anın akışında... Bu işte, insanların çoğunluğu için bunaltıcı olabilir... Ve bütün dünya, içinde tıkırtısı aralıksız duyulan saatin sesini bastırabilmek için bu kadar gürültülü eğleniyor olabilir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |