T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 OCAK 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Gökhan ÖZCAN

24. gün gelmeden önce...

Siz bu satırları okuduğunuz sırada çoluk çocuğunuz 23 günlük tatillerinin ilk yarım gününü yemiş olacaklar. Onları daha şimdiden yaklaşmakta olan 24. gün sıkıntısının sarmakta olduğundan eminim. Bana aynen öyle olurdu. Tatilin ilk anlarından itibaren saatlerin hızla işlemeye başladığını hisseder, fena olurdum. Karnemi alıp eve doğru giderken adımlarımı ne kadar ağırdan attığımı bugün gibi hatırlıyorum. Hayır, notlarım çok kötü olduğundan değil, tatilim çabuk geçmesin diye. Hiç faydası olmazdı ama; insan yavaş hareket edince, yavaş yürüyünce, yavaş yiyip içince tatil de yavaş geçmezdi. Aksine, daha ağzım burnum demeden bir bakardınız okul zilleri sirenler gibi acı acı çalmaya başlamış.

Bakın bu cümleleri kurarken bile tüylerim nasıl diken diken oluyor! Öğrenim hayatı boyunca vasatın üstünde bir performans göstermiş, teneffüs tedhişi gibi olaylara hiç tevessül etmemiş, başı okşanası bir öğrenci olarak itiraf edeyim ki, ben okulları sadece günün birinde tatile girebildikleri için sevdim. Ne o siyah önlüklerden hoşlandım, ne tebeşirin kara tahta üzerindeki nahoş bestelerinden, ne taze açılmış kurşun kalem kokusundan, ne de bol tehditli öğretmen nutuklarından... Eve çoğu zaman başımı belaya sokmayacak karneler götürdüğüm halde, payıma düşen "pekiyi"lerde beni içten içe rahatsız eden bir anlam boşluğu bulunduğunu hissederdim. Bugün de aynı fikirdeyim; yaşı epeyce büyümüş bir adam olarak "iyi"lerle idare etmeyi, daha gerçek, daha anlamlı buluyorum. Hele kendi "pekiyi"lerinin peşinde koşmaktan yaşamayı unutmuş diğer koca adamları gördükçe bu fikrim daha da pekişiyor.

Lafı nereye getirmeye çalışıyorum, herhalde anlamışsınızdır. Uzmanlar karnesi yeterince aydınlık bir manzara arzetmeyen öğrencilerin velilerini, çocuklarının çok üstüne gitmemeleri ve onurlarıyla oynamamaları konusunda uyarıyor. Altı üstü bir karne, çoğu zaman çocuğunuzun insani kalitesini de göstermez filan demek istiyorlar. Demek istiyorlar ama tam olarak diyemiyorlar. Adları uzmana çıktığı için lafı psikolojik dolaplarda döndürdükten sonra söylüyorlar, çocuğunuzun halet-i ruhiyesini bozmayın demekle yetiniyorlar. Ben uzman değilim, o sebeple klavyeme geleni söyleyebiliyorum. Evet sayın veliler, notları kırık diye sakın ha çocuklarınızın kafasını kırmaya kalkmayın! Minicik yaşlarından itibaren ağır bir kariyer yarışına sokulan bu güzelim çocukların en umut vaadedenleri karnesinde az buçuk isyan emaresi bulunanlardır bana sorarsanız. En yüksek not, en popüler okul ve diğer "en"li hedefler için hayattan kaydını sildirenleri bir kalemde geçin. Tabii bana sorarsanız...

İleri mi gittim?

Ben uzman değilim, istersem ileri de gidebilirim, geri de gelebilirim. Okulumu bitirdim, binlerce kez hançerem yırtılıncaya kadar andımızı okudum, varlığımı binlerce kez kime gerekliyse düşünmeden armağan ettim, düşün artık yakamdan!

Ben burada yazı yazıyorum, aklımı yeniden devreye soktum. Bir kere bile "hazırol"a geçmiyorum. Karnemdeki kırık notlarla da, "iyi"lerle de pekala geçiniyorum.

Trigonometri mi?

En gözlüklü civcivler bile yemiyor, iyi mi!


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi