T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 OCAK 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Ölmeden önce ölmek, bu günlerde...

Ölümümüze doğru yaşarız. Yaşadığımız her an bizi kendi ölümümüze daha fazla yaklaştırır. Gerçekleşmesini istediğimiz ideallere uzandıkça kendi ölümümüze uzanırız. Ulaşmaya çalıştığımız hedeflere yaklaştıkça kendi ölümümüze yaklaşırız. Elde etmek için can attığımız ne varsa her biri için sabırsızlandıkça, kendi ölümümüze doğru sabırsızlandığımızın farkında bile olmayız. Sabırsızlığımızın, koşuşturmalarımızın, çoğalma arzumuzun ömrümüzden yediğini, aynı zamanda bizi hakikatimizden uzaklaştırdığını bile bilmeyiz.

Oysa hiçbir zaman kendini tamamen unutturmaz ölüm. İçimizden birilerini düzenli olarak çekip alarak kendini hatırlatmaktan geri durmaz. En benzer yanımızdır hepimizin. Hiç bir ortak yönü olmayanların bile ortak yanıdır -hâlâ bir üst kimlik aramaya devam ediyorsak onda karar kılabileceğimiz kadar. Gelir, en dalgın ânımızda, en gafil halimizde hatırlatır kendini bize. En sevdiklerimizden birini alır götürür. En beklenmedik anda... O an dünyada biriktirilen her şeyin ne kadar az olduğunu, yaşanan bütün gerçeklerin ne kadar da yalan olduğunu, kelimelerin ne kadar kifayetsiz olduğunu, unvanların ne kadar geçersiz olduğunu nasıl da âşikar kılar? Tek geçerli olanın Ne olduğunu, ne de güzel öğretir?

Buna rağmen bu âşikârlığın üstü kısa zamanda ne kadar çabuk örtülür? Ne kadar çabuk yitip gider göz kamaştırıcı bir aydınlık, ve tekrar sarar ortalığı dünyanın karanlığı? Herkes bir ortaklığı, bir ve beraber olarak yaşamaktan tekrar kendi yalnızlığına, kendi sanallığına, kendi oyun ve eğlence dünyasına nasıl da hızla geri döner?

Sorunumuz asla bilmekle ilgili değil zaten. Bilmediğimiz hiçbir şey yoktur. Gaflete dalıp unuttuklarımız vardır. Ölümden daha güçlü bir biçimde hatırlatacak bir şey de yoktur unuttuklarımızı. Ancak ölüm hep başkalarının başına gelen bir şey olarak hatırlatmaz bunu. Ölüm tecrübesini bu dünyada yaşayarak, ölmeden önce ölerek hatırlayabiliriz unuttuklarımızı. Her türlü kimliğimizden, unvanımızdan, dünyalığımızdan, farklarımızdan sıyrılarak, iki parça kefenimize bürünerek, Arafat'ta durarak, her şey gittikten sonra kalan tek varlığa dönerek, el açılacak tek zata el açarak, kendi ölümünü hissetmek, hissettikçe özgürleşmek...

Ölmeden önce ölmüş olanlar için ölüme doğru yaşıyor olmakta hiç bir ürkütücü yan yoktur. Vakitle barışan insan her ânın hakkını vererek yaşar hayatı. Ölümün bir son olmadığını, yaşadığı her ân içinde görür. Bunu gördükçe ölümden öncesinin bütün fırsatlarını değerlendirir. Üç günlük dünya için kula kulluk etmeye değmediğini bilir ve yüzünü O'na, sadece O'na döner. Bütün varlığıyla "Lebbeyk!" der. "Lebbeyk!, Sana geldik, hiçbir ortağı olmayan Sana, hamd, nimet ve mülk Sana ve yalnızca Sana aittir" Bunu bütün kalbiyle gören özgürlüğün zirvesindedir, hiç kimseye muhtaç değildir, çünkü hiç kimseden hiçbir şey talep etmez, çünkü O'ndan başka hiç kimsenin kendisinden hiçbir şey talep etmeye değmediğini görür.

Ölmeden önce ölme günlerinde yaşıyoruz. Ölmeden önceki ölümüne şahit olduğumuz bir sevdiğimizin bu dünyadan irtihalini görmemiz de varmış. Muğla Üniversitesi'nden değerli arkadaşım Necdet Subaşı'nın sevgili oğlu Ebu Zer Subaşı bu dünyadaki güzel yürüyüşünü çok kısa kesti.

Tedavi için yatırıldığı hastanede beyin ameliyatı için hazırlanırken oldukça üzüntülü gördüğü yakınlarını teselli etmeyi de üstlenmeye çalıştı. Bilgeliğin yaşta olmadığını büyük bir incelikle gösterdi böylece. Onun ölümünü duyunca, onun zaten çok önceden ölmeyi başaranlardan biri olduğunu düşündüm hemen. O, Lebbeyk demişti bir kez. Onu artık ne hayat tutabilirdi, ne de dünyanın oyun ve eğlencesi. Milyonların Lebbeyk demeye çalıştığı bu günlerde Hakk'a yürüdü... O kadar kısa bir hayata o kadar güzel bir ömür, o kadar narin ve güzel bir kişilik sığdırılabilirdi.

Ebu Zer'e Allah'tan rahmet, kederli anne ve babasına sabır ve metanet diliyorum

Not: Ebu Zer'in cenaze namazı bugün öğle namazının ardından, Konya Sultan Selim Camii'nde kılınacak ve Üçler Mezarlığına defnedilecektir.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi