T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 8 OCAK 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Yineleyebilirsen yenileyebilirsin!

XX. yüzyıl felsefesinin en netameli konularından biri de hiç kuşkusuz Viyana Çevresi'nin Wittgenstein'ın sonradan uzaklaşacağı görüşlere istinaden öne sürdüğü 'doğrulama' (verification) ilkesidir.

Mantıkçı Pozitivizm'in anayasal ilkesi olarak da bilinen bu teze göre, bir önermenin (yargının) bilimsel nitelikte kabul edilmesi için öncelikle 'doğrulanması'; dış dünyaya nisbetinin gösterilmesi gerekiyordu; gösterilmediği takdirde böyle bir önerme 'yanlış' bile sayılmayıp 'anlamsız' (absurd) olarak ilan edilecekti. Meselâ "Tanrı vardır" önermesi bilimsel olarak doğrulanamayacağından 'yanlış' değil, açıkça 'anlamsız' idi bu çevreye göre. Böylelikle bütün metafizik önermelerin yanlış değil, düpedüz 'saçma' oldukları ispatlanmış kabul ediliyor; 'saçma' karşısında 'yanlış' dahi değer kazanıyordu.

Ne patırtılar koparmadı ki bu iddia?!?

Sonradan temsilcileri arasında da ayrılıklar başgöstermiş, ve bu ilkenin pek ciddi takipçisi kalmamıştı. 25 yaşında bir gençken kaleme aldığı "Dil, Doğruluk ve Mantık" adlı kitapta yazdıklarını, hemen hemen bir 'palavra' olmakla niteleyecek olan bir başkası değil, kitabın bizzat yazarı olan 70'li yaşlarına gelmiş Ayer'di.

Bu ilkeyi çürüten karşıt ilkenin önesürümü de yine bir Viyanalı tarafından, Karl Popper tarafından gerçekleştirilmişti. Artık bir önermenin (yargının) bilimsel açıdan geçerli olabilmesi için 'doğrulanması' değil, bilâkis 'yanlışlanması' (falsification) gerekiyordu. Çünkü "Bütün kuğular beyazdır" önermesinin doğrulanması mümkün olmadığından, açıkça yanlışlanması lâzım geliyordu. Bir siyah kuğu bulunursa eğer, önermenin 'yanlış' olduğu 'bilimsel' olarak gösterilmiş olacak; yani önermenin doğrulanmasına, bütün beyaz kuğuların tüketilecek denli sayılıp sıralanmasına, eğer bir Mantık terimiyle ifade edecek olursak "tam tümevarıma", ayrıca ihtiyaç kalmayacaktı.

Böylelikle bilimsel önermeler, 'doğrulama' ilkesine göre değil, 'yanlışlama' ilkesine göre geçerlilik kazanıyor; bilimselliğin ölçütü yeniden tanımlanmış oluyordu; yani 'genelleme' yapmak bilimsel olarak caiz görülüyor; sadece istisnayı gösteren karşıt bir delille bir bilimsel önerme kıymetini kaybediyordu.

XX. yüzyılda "bilimsel yöntem tartışmaları" adı altında büyük patırtılar koparmış hikâyeyi kısaca ancak bu kadar özetleyebiliriz. Dilerseniz şimdi de birkaç yüzyıl öncesine (XVIII. yüzyıla) gidip devrin büyük matematikçi ve astronomlarından İsmail Gelenbevî'nin lise çocuklarına öğrettiği bazı ilkelere göz atalım.

Âlimimiz şöyle diyor:

- Bi'l-istikra sabite olan mukaddeme dahi men olunmaz. Fakat bunu isbat eden delil-i istikranın hallini ibraz ve ihzar edecek şahid-i muhakkık ile men olunursa caiz olur.

Yani tümevarım yoluyla isbat edilebilecek durumdaki önermeler reddedilemez. Reddedilebilmeleri için, istisnayı gösterecek kesin bir delilin (şahid-i muhakkık) ortaya konulması gerekir.

- Hafi olmasın ki nakz-ı delil için olan delile şahid ıtlak olunur. İmdi şahid fesad-ı delil üzerine delalet eden şeydir. (Bazen şahid denilip sened murad olunur. Bu mahalde mânâ-yı evvele mahmuldür.)

Tümevarım yoluyla isbat edilmiş olan önermeyi çürütecek olan delile 'şahid' denir. Şahid ise öne sürülen önermenin geçersizliğini gösteren yeni bir önermedir.

Şimdi ise verilen örneğe bakalım:

- İstikra'dan murad, bir şey ile ekser-i cüziyatında vücudundan için küllü üzerine hükmolunmasıdır. Meselâ insan ve feres ve sair cüziyat-ı hayvanın inde'l-mezğ fekk-i esfellerini tahrik ettikleri görülmesiyle bununla hayvan üzerine hükmedilmesi bu kabildendir.

İstikra (tümevarım) ile kastedilen, "parçalarından hareketle 'bütün' hakkında yargıda bulunmak"tır. Örneğin insan, at ve diğer canlıların yiyeceklerini çiğnerken altçenelerini hareket ettirdiklerini gözlemleyip bütün canlıların (hayvanların) böyle olduğunu söylemek bu kabildendir.

- Bunu men etmek bir hayvan'da tahakkuk-ı hilafını isbat ile olur. (Terceme-i dab-ı Gelenbevî, İstanbul, 1302/1886)

Yiyeceğini çiğnerken alt çenesini değil, üst çenesini oynatan bir canlı gösterilmek koşuluyla ancak, tümevarım yoluyla öne sürülmüş bir önerme reddedilebilir.

Bil ki ey tâlib, bu da bize ait bir hikâye, keşfetmek zorunda olduğumuz 'Kadîm'. Sen yeni şeyler söyleme sevdasından vazgeç; söylenmiş olanı anla, yeter!

Unutma ki yineleyemezsen yenileyemezsin!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi