T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 8 OCAK 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

Zihin kalıplarınızı kırın!

Toplumun farklı kesimlerine mensup bireylerinin bir anlamda birer role mahpus olduklarını ve her rolün bir zihin kalıbı ürettiğini gösteriyor. Bu kalıplar, toplumda oynadığımız rolleri de belirliyor veya büyük ölçüde etkiliyor.

Düşmek üzere olan bir uçakta bir fizikçi, bir iktisatçı, bir hukukçu ve bir de felsefeci varmış. Mesel bu ya, uçakta sadece bir paraşüt bulunuyormuş. Dörtlü arasında şöyle bir paslaşmanın yaşandığı rivayet edilir:

  • Fizikçi: Paraşütü diğer üçüne verir ve 'kullandıktan sonra işe yararlık derecesini merkeze rapor etmelerini' ister.

  • İktisatçı: Üçer saniye arayla, paraşüte kaç YTL ödeyeceklerini sorar ve aldığı cevaplardan bir talep eğrisi çıkarır.

  • Hukukçu: Havayolu şirketine dava açma karşılığında diğerlerinden paraşütü ister.

  • Felsefeci: Paraşütün mevcut olup olmadığını nasıl bilebildiklerini sorar.

    Bu şakayla karışık mesel, toplumun farklı kesimlerine mensup bireylerinin bir anlamda birer role mahpus olduklarını ve her rolün bir zihin kalıbı ürettiğini gösteriyor. Hepimiz kolay kolay değişmeyen zihin kalıplarına sahibiz. Bu kalıplar, toplumda oynadığımız rolleri de belirliyor veya büyük ölçüde etkiliyor. Bunu ilk defa 12 yaşında keşfettiğimi hatırlıyorum. (Şimdi 50 yaşında olduğuma göre, yılını hesap edebilirsiniz.)

    HADDİNİ BİLMEYEN İPSİZİN TEKİDİR

    Ağrı Müftüsü, Siirtli Süleyman Efendi son derece iyi bir hatipti. Çok düzgün ve etkileyici konuşuyor ve art arda örnekler sıralıyordu. Bir bayram hutbesinde özgürlük konusunu işledi. Hatırlayabildiğim kadarıyla şöyle şeyler söyledi: "Hürriyet, bir had meselesidir. Haddini bilme meselesidir. Kul, önce Allah Teala karşısında haddini bilmelidir. En büyük hürriyet, Allah'a ibadettir. Hürriyetin ikinci haddi (sınırı), başka insanların hürriyetleridir. Başkasının hak ve hukukuna hürmet etmeyen, hür değil, ipsizin tekidir. Nihayette Allah'ın ipine sarılmadıkça hür olunmaz!"

    Konu daha iyi anlaşılsın diye Süleyman Efendi'nin verdiği örnek de çarpıcıydı: "Beş arkadaş bir kayıkla denize açılırlar. Aralarından biri muzır çıkar. Kayığı tebeşirle beşe bölüp, kendi bölgesine diğerlerini almaz. Diğerleri önce aldırmaz, bir bakıma delinin suyuna giderler. Fakat bizimki biraz sonra eline bir keser alır ve kayığı delmeye başlar. İşte aziz cemaat! Haddini bilmeyen hürriyet, delilerin hürriyetidir!"

    Namazdan birkaç saat sonra bayramlaşma için komşular evimize gelmeye başladı. İlkokul müdürümüz Lütfi Gökçe, Süleyman Efendi'nin hürriyet meselesini çok iyi anlattığını söyledi. Diğer gelenler de onu tasdik ettiler. Babam gülerek, hiç birinin Müftü Efendi'nin kasdını doğru anlamadığını söyledi. Odadaki herkes şaşkındı. Şöyle devam etti: "Süleyman Efendi hep şifreli konişir. Siz onun şifresini anlamamişsiniz. Yani demek istedi ki, hanimlarinizin dizginini boş bırakmayin. Eger dizgini bırakirseniz, evinizi batirir!"

    Gülümsediniz! Ben de gülümsemiştim. Üstelik sekiz çocuklu anacığım, dişini tırnağına takarak evceğizimizi yüzdürmeye çalışıyordu. Kendi kendini öylesine dizginlemişti ki, başka bir dizgine ihtiyaç yoktu. Fakat babamın köy hayatından miras kalan zihin kalıbı, onu Müftü'nün özgürlük yorumunu daraltmaya; kafasını meşgul eden bir tek soruna indirgemeye götürmüştü. Lütfi Bey ne kadar, "Fakat Hacı Ağabey, Süleyman Efendi örneği genel anlamda verdi. Bunu birçok vakaya uygulayabiliriz" dediyse de, babamı ikna etmek mümkün olmadı.

    EN AZ DÜŞÜNEN İNSANLAR YÖNETİCİLER

    Günümüzün çoğu işadamı ve yöneticilerinin zihin kalıpları, babamınkine hiç şüphesiz rahmet okutur. 20. yüzyılın en önemli yönetim düşünürlerinden Mintzberg, yöneticilerin düşünmeye en az zaman ayıran insanlar olduğunu söylüyor. Martin Heidegger ise, Varlık ve Zaman başlıklı ünlü eserinde kişinin kendi ben'ini anlama eyleminin (Verstehen) onun tarih ve kültürü tarafından şartlandığını ifade ediyor. Lider yöneticiler, tevarüs ettikleri zihin kalıplarını kırıp, yeni bir anlam dünyası yaratabilenlerdir.


    Ramsey: Karda bırakılan iz

    Bu hafta size, Anadolu tüccarının zihin kalıplarını kırıp, Avrupa pazarında özgün bir yer edinen bir Türk girişimcisini tanıtmak; daha doğrusu, çoğunuzun tanıdığı bir ismi hatırlatmak istiyorum. Yeni girişimci nesline örnek olacağını ümit ettiğim bu iş adamı ve benzerleri, eskilerinden farklı olarak, yabancı şirketlerin Türkiye'deki acentesi olmayı değil, kendi markalarıyla dünyaya açılmayı seçiyorlar. Markalarının çoğu kez Türk "kokmaması" ekonomik olmaktan çok, politik ve kültürel bir mecburiyet. Türk devleti dünya sistemi içinde Türk milletine yaraşır bir yer tuttuğu zaman, onlar da Türkçe markalarla küresel ekonomide boy gösteriyor olacaklar.

    RAMSEY adını duymuş olmalısınız. Firavun Mısır'ının baş modacısı veya hazır giyimde ünlü bir İngiliz markası mı? İkisi de değil! Abana'lı (Kastamonu) Remzi'nin İngilizce telaffuzu. Kimbilir hangi şartlarda terk-i diyar edip İngiltere'ye giden bu hırslı fakat alçakgönüllü girişimci, İstanbul ve çevresine yığılan komprador burjuvaların aksine, bütün yatırımlarını doğup büyüdüğü yerlere yapmış. Kendisiyle yapılmış bir konuşmada, "Biz karda iz bırakmak için uğraştık. Şimdi yollar açıldı, Kastamonu yatırımcı bekliyor" diyordu.

    HER MİLLETİN RUHU AYRI

    Girişim ruhunun bütün milletlere şâmil genel veçheleri olduğu gibi, her millete özgü özel veçheleri de var. Farkların kaynağı hem İbn Haldun'un iddia ettiği gibi coğrafya, hem de tarihî tecrübenin kendisi. Bilhassa ondokuzuncu yüzyıldan itibaren büyük bir muhaceret yaşayan Çinliler, her aileyi bir şirkete dönüştürerek, içine girdikleri çıkmazı aşmaya çalıştılar. Tıpkı Yahudilerin daha geniş ölçekte ve yüzlerce yıldan beri yapageldikleri gibi. Şimdi sıra Türklerde. Ülkelerini işçi veya öğrenci sıfatıyla terkedenler, Avrupa'da ülkelerinin yarısı büyüklüğünde bir ekonomi meydana getirdiler. "Fadime'nin düğününde halay çekme" arzusunu yitirmeden!

    Muhacir müteşebbislerin çoğunun ayırıcı vasfı, geleneğe, dine, topyekün sosyal değerler manzumesine derin ve samimi bağlılıkları. Tıpkı Hong Kong'da büyüyen Çinli işadamının Konfüçyen geleneğe bakışı gibi:

    "Konfüçyanizm bizim için çok önemli. Çin halkı için bir ahlâk kodu vazediyor. İtiraf ederim ki, çoğu zaman Konfüçyanizmi takip etmekte olduğumuzun farkında değiliz. Böyle de olsa, geleneksel olarak onun ilkelerini uyguluyoruz... Hong Kong'da yaşayanlarla Çin'de yaşayanları karşılaştırın, farkı görürsünüz. Çin'dekiler Konfüçyanizme (devlet zoruyla) sırt çevirdikleri için, zihniyetleri ve ahlâk kodları Hong Kong ahalisinden son derece farklıdır. Fakat onların da bu ahlâk kodunu Çin'e geri getirecekleri kanaatindeyim, tam anlamıyla olmasa bile. Ben şimdi Taoizm ve Budizm gibi geleneklerde, I Ching gibi kadîm kitaplarda içkin olan hikmeti arıyorum. Bunlarda bugüne uymayan bazı ögeler olabilir, fakat insanlara takip edecekleri bir ahlâk manzumesi sunuyorlar."

    BAŞKA TÜRKİYE YOK

    Remzi Gür 35 yıldır İngiltere'de. Çocukları orada doğdu. "Örf ve âdetlerden uzak kalmamaları için" Türkiye'ye getirildiler. Büyük kız işletmeci, oğlu üniversitede tasarım teknolojisi okudu, küçük kız tekstil ve moda öğrenimi gördü. Türkiye'de yatırım yapmasını şöyle açıklıyor: "Başka Türkiye'miz yok. Yurt dışında siyasî düşünceniz, partiniz ne olursa olsun, Türkiye'yi bir bütün olarak görüyorsunuz. Fakat buraya geldiğinizde, önce kendi bölgenizi düşünüyorsunuz. Bu eğrisi ve doğrusuyla kendi memleketinizdir. Oraya yatırım yapıyorsunuz."

    Devletten özel ilgi beklemiyor Remzi Bey. Gölge etmesin, başka ihsan istemez! "İlk başta devletten, yerel idarelerden beklediğimiz alakayı görmedik. Onlar bu işin olacağına inanmamışlardı. Daha sonra kendileri de olabileceğini gördüler. Şu anda Kastamonu'da devletin özel sektör yatırımlarına can-ı gönülden destek olacağına inanıyorum. Biz ilk aşamada karda iz bırakmak için uğraştık. Şimdi yollar açıldı, Kastamonu yatırımcıya kucak açmış bekliyor."

    TÜSİAD'ın her açıklamasına kulak kabartan Ankara bu sesi de duyuyor mu?

    Remzi Gür'den genç girişimcilere mesajlar:

  • Kendi bölgenizde marka olmadan, dünyada marka olamazsınız.

  • Yerli malını bırakamayız. Her zaman kendi ülkemizin istikbali için Türk malını düşünmek zorundayız. İngiltere'de hâlâ "Made in England" diye etiketler basılıyor.

  • Türkler hazır giyimde taklitten tasarıma geçtiler. Bu çizgide ısrarla ilerlemeliyiz.

  • İşiniz ucuzsa siz de ucuzsunuz. Kimse sizin basit ve ucuz işinize talip olmaz.

  • Yıllardır İngiltere'de marka olmanın mücadelesini veriyorum. Bu işin mücahidiyim.

  • Avrupa Türk'ünün bilgi ve tecrübe birikimiyle, Türkiye'dekilerin sermaye ve girişimciliği bir araya getirilmeli.

  • Artık üretim yapmayan Avrupa markalarıyla ortaklıklar veya stratejik işbirlikleri geliştirmeliyiz. Aile şirketi olarak kalmak isteyen, dünyaya açılmayan, batar.

  • Hazır giyimde lig değiştirmek kolay değil. Stratejik düşünmek zorundasınız.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi