T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 25 OCAK 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Modernliğin ötesi ve MEDENİYET UFKU

İdeolojik yönelimlerine, sosyal ve etnik arkaplanlarına rağmen, dînî veya seküler bütün eğilimlerin ve hareketlerin, örtük, sessizce ve nihâî referans noktası olarak yönlerini Batı'ya dönmüş olmaları oldukça dikkat çekicidir.

  • PROF. DR. ALBDÜLVEHAP EL-MESSİRİ
    1960'ların ortalarında, Batı'da, modernlik eleştirisi geliştiren söylem, nihâî noktasına ulaştı ve Frankfurt Okulu düşünürleri gibi modernliği yoğun bir şekilde eleştiren teorisyenlerin eserleri, oldukça yaygınlaştı ve popüler oldu. Aydınlanma Düşüncesi'nin fikirlerini tartışmaya açan pek çok çalışma yapıldı.

    BATI'DA MODERNLİK ELEŞTİRİLERİ

    Batı modernliğinin ve tek boyutlu insan anlayışının ürünü olan standartlaşma konusundaki (örneğin Herbert Marcuse'ün yaptığı) çalışmalar, Batı uygarlığının modern seküler projesinin tam kalbinde yer alan geleneksel ideolojik ayırımların ötesine uzanan (dolayısıyla sosyalist ve kapitalist kamplarda da görülen) köklü yapısal sorunları gözler önüne serdiler. Modern Batı uygarlığının tarihini yeniden-yazan pek çok revizyonist tarihçi, Afrika ve Asya'nın halklarına karşı işlenen suçların ürkütücü boyutlarını ve bu halkların topraklarının ve kültürlerinin nasıl yağmalandığını göstermeye çalıştı.

    Kalkınma teorilerini köklü bir şekilde eleştiren pek çok çalışma, işte bu dönemde ortaya çıktı. Bu bağlamda, Yeni Sol hareketi, bu tartışmalara ve çalışmalara önemli katkılar yaptı.

    GELENEKSEL/REFORMCU İSLAMÎ SÖYLEM VE BATI HAYRANLIĞI

    Dolayısıyla, 20. yüzyılın ortalarında Batı modernliğini araştıran yeni İslâmî söylemin temsilcilerinin, modernliğin kısa devre yapan kimi sonuçlarını, üstelik de bütün bu süreçleri, hem teorik, hem de pratik düzlemde bir bütün olarak görebilmeleri hiç de zor olmadı. Yeni İslâmî söylemin temsilcisi yazar ve aydınların, 20. yüzyılın başlarındaki (geleneksel / reformcu) entelektüel kuşakların, Batı modernliğine karşı besledikleri naif hayranlığı ve büyülenmeyi yaşamaları artık mümkün değildi.

    Müslüman aydınların, modernliğin yol açtığı sorunlara verdikleri cevaplar, karşı karşıya kalınan meydan okumanın türü ve yoğunluğuna göre değişiyordu. İlk dönemin reformcu aydınları, Batı modernliğinde pek çok olumlu özellik bulunduğunu düşünüyordu. Bu, Abduh'un, "Batı'da İslâmsız Müslümanlar, Doğu'da ise Müslümansız bir İslâm bulduğunu" beyan eden sözünde apaşikâr olarak görülebilir: Abduh, Batı'da, Müslüman olmamalarına rağmen, tavır ve davranışlarıyla İslâm'ın ideallerine çok uyan; İslâm dünyasında ise, İslâm'a inandığını söyleyen ama tavır ve davranışları İslâm'a uymayan insanlar gördüğünü söyleyip duruyordu.

    Geleneksel / reformcu İslâmî söylemin temsilcileri için, temel sorun, İslâm'ın, Batı modernliğiyle nasıl uzlaştırılacağı / uyumlu kılınabileceği; hatta İslâm'ın Batı'yı nasıl yakalayabileceği, Batılı standartlara ve değerlere göre nasıl yaşanabileceği meselesiydi. 1960'ların ortalarına kadar reformcu söyleme damgasını vuran Abduh'un projesinin özü buydu. Eğer, Abduh, Batı modernliğini daha farklı bir şekilde tecrübe etmiş olsaydı, bu sözünü söylerken ve ilerleme projesini dillendirirken biraz daha dikkatli hareket edebilirdi.

    Şu olay, bu meseleyi daha iyi bir şekilde izah edebilir: Batı uygarlığına hayranlığı iyi bilinen Şeyh Tahtavi, 1830'larda Paris'teydi. Aynı yıl, Fransız askerleri, Cezayir'in kentlerini ve köylerini topyekûn topa tutuyor ve harabeye çeviriyorlardı. Şeyh Tahtavi, böylesi bir ortamda, yalnızca Paris'in parıltılı ışıklarını görüyor, Batı modernliğinin kentli ve sofistike ritmlerini işitiyordu.

    MODERN BATI'NIN "MEDENİYET"İ VE BOMBALARI

    Oysa zamanın en gelişmiş askerî teknolojisini kullanan vahşî sömürgeci saldırıya maruz kalan Cezayir'in şeyhleri [aydınları] ise, yalnızca ateşli silahların alevlerini görüyor, bomba seslerini işitiyorlardı. Bu şeyhlerden biri, bir vakitler, Fransız askerlerinin Cezayir'e Batı "medeniyet"ini ve modernliği getirmek için geldiklerinin söylendiğini duymuştu. Duyduklarına verdiği cevap, basit ama önemli bir cevaptı: "Peki, bu kadar silahı ve bombayı niçin getirdiler o halde?"

    Tıpkı bu Cezayirli şeyh gibi, yeni İslâmî söylemin temsilcisi aydınlar da, bombaların şarapnellerinin kokusunu hissetmişler, ateşlerin alevlerini görmüşler, bombaların seslerini işitmişler, sömürgecilerin atlı süvarilerinin her bir tarafı yakıp yağmaladıklarına gözleriyle şahit olmuşlardı. Sonra, makineli silah'ın her şeye kâdir olduğunu görmüşlerdi: Çünkü, bu silahlar, kitlesel yıkım ve yok etme silahlarına dönüşmekteydi: Bombalar, füzeler, biyolojik ve nükleer silahlar vesaire (Bütün bunlar, günümüzün sözümona Amerikan Barışı'na nasıl da benziyor, değil mi!). Önce Batılı, sonra da Doğulu, Güneyli ve Kuzeyli hükümetler, bu silahların üretilmesi ya da elde edilmesine devasa bütçeler ayırmışlardı. Aslında, kitle imha silahları endüstrisi, bugün, aydınlanmış akılcı zamanların en önemlisi haline geldi ve insanlık, uzun tarihi boyunca, ilk kez çağımızda, silah üretimine gıda üretiminden çok daha fazla paralar ayırmaya başladı.

    TEMEL MESELE: BATI'YA UYUMLANMAK

    Geleneksel İslâmî söylem, Batı modernliğini savunan ne tek, ne de biricik söylemdi. 20. yüzyılın başlarından itibaren bütün bir İslâm dünyasında hâkim olan genel yaklaşım buydu. Bütün çabalar, Batı'yı yakalamaya ve Batı'yla Batılı öncüllerle yarışmaya teksif edilmişti. Liberaller, "bütün tatlı ve acı yanlarıyla" modern Batılı tasavvuru bütünüyle adapte etme çağrısı yapıyorlardı. Marksistler, az da olsa, Batı'ya başkaldırmışlar ve üçüncü dünyanın halklarını, Marksizm'in ve sosyal adaletin kapılarından geçerek Batı modernliğinin vaat edilmiş toprağına girmeye davet ediyorlardı. [Geleneksel / reformcu] İslâmcılar ise, Batılı modern tasavvuru benimsemenin, daha doğrusu, İslâm'ı Batı modernliğine uydurmanın mümkün olduğunu tahayyül ediyorlardı.

    İdeolojik yönelimlerine, sosyal ve etnik arkaplanlarına rağmen, dînî veya seküler bütün eğilimlerin ve hareketlerin, örtük, sessizce ve nihâî referans noktası olarak yönlerini Batı'ya dönmüş olmaları oldukça dikkat çekicidir.

    GELENEKSEL İSLAMÎ SÖYLEM'İN KAYBETTİRDİKLERİ

    Batı modernliğine karşı takınılan bu tavrın bir sonucu olarak, otantik (sahih) İslâmî dünya tasavvuru, geri çekildi; bütün [sahici ve derûnî] boyutları kayboldu; kuşatıcılığını ve bütünselliğini yitirdi. Kompleks modern bir çağda, Müslümanlar için (ve tabiî ki Müslüman olmanlar için de) evrensel bir İslâmî referans noktası sunmak / üretmek yerine, bütün mesele, Batı modernliğinin belli başlı özelliklerinin nasıl İslâmîleştirilebileceği meselesi olarak ortaya kondu.

    Bu İslâmîleşme süreci, Batı modernliğinin, İslâm ahlâkıyla uyuşmayan ya da çelişen ve İslâm hukuku [şeriatı] tarafından yasaklanan yönlerini, hiçbir ilâve, ve yorum yapmadan, hatta yapıcı bir sentez arayışına girmeden göz ardı eden bir şekil almıştır. Ve bu, modern Batılı dünya görüşünde hiçbir benzeri veya karşılığı olmayan İslâmî dünya görüşünün sözkonusu yönlerinin de kaçınılmaz olarak göz ardı edilmesi anlamına gelmiştir. Tuhaf olan nokta, tam da İslâmî dünya görüşünün bu özelliklerinin, İslâm'ın evrensel uygarlığa yapacağı katkının en hayatî özünü ve kaynağını oluşturuyor olmasıdır.

    YENİ İSLAMÎ SÖYLEM VE MEDENİYET UFKU

    Yeni İslâmî söylemin temsilcileri, Batı modernliğine, geleneksel / reformcu İslâmcılar gibi hayranlıkla yaklaşmazlar. Gerçekte, Batı modernliğinİ -basit bir şekilde reddi değil- köklü ve sofistike bir eleştirisi, bu aydınların ana kalkış noktalarından biridir. Onlar da, bu eleştirilerinde, ne biriciktir, ne de tektir. Zira, onlar, şu ân, üçüncü dünyada, farklı modernlik biçimleri ve sürdürülebilir yeni kalkınma modelleri geliştirmeye çalışan düşünürlerin ve siyasî hareketlerin pek çoğundan farklı değiller. Aynı zamanda, Batı modernliğine eleştirel yaklaşan Batı'daki pek çok önemli eğilimden de farklı değiller. Marksizm, özgün bir modernlik eleştirisi biçimi geliştirmiştir. Romantizm de, daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, Batılı kapitalist sisteme karşı bir başkaldırı biçimi olarak ortaya çıkmıştır.

    Çok yakın zamanlarda, dînî köktencilik, bu entelektüel kaygıların popülist bir uzantısı olarak doğmuş; esas itibariyle ılımlı ve hatta kendi açısından ilerici olan daha yaygın bir diriliş hareketinin bir versiyonunu oluşturmuştur.

    Bütün bu eğilimler, Batı modernliğinin, insanlığa, insanın gerçek insanî özünü gerçekleştirebilecek kadar yeterli kaynaklar sunabileceğine sürgit kuşkuyla bakmaktadırlar.

    Yeni İslâmî söylemin modernlik eleştirisi, diğer benzer söylemlerle örtüşmektedir. Yeni İslâmî söylem, tıpkı Marksizm gibi, Batı modernliği ile Batı emperyalizmi arasında kopmaz ilişkiler olduğunu vurgular. Kaldı ki, emperyalizm, Batı modernliğiyle ilk karşılaşma biçimiydi. Pek çok bakımdan nihilist ve kötümser özellikler taşıyan Batıdaki modernlik eleştirilerinin aksine, yeni İslâmî söylemin modernlik eleştirisi, medeniyet ufkuna dayalı bir ıslah projesi önermesi ve nihilizme düşmemesi gibi nedenlerle iyimserdir.

    REAKSİYONER DEĞİL, AKSİYONER

    Yaklaşık yarım asırdan bu yana geliştirilen yeni İslâmî söylem paradigması, Batı'daki hâkim akademi ve medya dilinde yaygın olarak resmedildiği gibi basit ve yüzeysel bir paradigma değildir. Aksine oldukça şümullü ve derinliklidir: Bu paradigma, Batı modernliğini sorgusuz sualsiz kabullenen ya da körgözüne parmağım reddeden, eski söylemin tuzla buz olmasıyla sonuçlanan ve iki aşırı ucun ötesine taşan, "etkileşimci eleştirel bir cevap"tır. Bu paradigma, Batı modernliğinin yol açtığı köklü sorunlara reçetevârî Batılı [ve Batıcı] cevaplar verilmesinden özenle kaçınan ve köklü keşif çabalarına dayanan üretken bir söylemdir: İslâm'la Batı modernliğini uzlaştırma kaygısı da gütmez; Batı modernliğiyle karşıtlık noktaları araştırma çabasına da soyunmaz.

    İslâm inancı ve medeniyetinin temel kaynaklarına yeniden-dönüş çağrısı, hiç de tarih-dışı bir yaklaşım değildir. Aksine içerden [sahih İslâmî kaynaklardan ve tarihsel tecrübeden] bir "rönesans" (yeniden-doğuş) üretebilmek için epistemolojik bir tasavvur geliştirme ve inşa etme çabasıdır. Yeni İslâmî söylemin temsilcisi düşünürler, İslâmî dünya tasavvuruna Batılı analitik kategorileri giydirmek yerine, kendi kaynaklarından ve referans çerçevelerinden yola çıkarak kendi sahici kategorilerini keşfetmeye ve geliştirmeye çalışırlar.
    Dr. Albdülvehap El-Messiri, Kahire'deki Ayn Şems niversitesi'nden emekli İngiliz Edebiyatı profesörüdür.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi