T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 12 ŞUBAT 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Mânâ'nın mânâsı...

Dünkü yazımızda 'madde-mânâ' sözcüklerinin taşıdığı anlama ulaşmak amacıyla toprağımızı biraz kazmış ve fakat önümüzü aydınlatacak ışıltıya bir türlü kavuşamamıştık.

Çaresiz bugün de çapalamaya devam edeceğiz.

Bir cevher olarak 'madde', suret'in karşıtıdır: "madde-suret"

Buna mukabil 'mânâ' ise, lafz'ın karşıdır: "lâfız-mânâ".

Bu durumda ister istemez 'mânâ'nın, suret'in eşanlamlısı olarak kullanıldığı akla gelebilir. Oysa bazı felsefî-tasavvufî metinlerde 'mânâ', suret'in karşı olarak da kullanılmaktadır: "suret-mânâ'.

Hâl böyle olunca, 'suret', mânâ'nın eşanlamlısı olmaktan çıkıp karşıtı hâline gelir. Mânâ'nın karşıtı olarak suret'in de esasen 'cisim' anlamında kullanıldığını dikkate alır ve cism'in ise, "madde ve suret'ten mürekkeb olan cevher" demek olduğunu hatırlarsak, elimizdeki haritadan hareketle yolumuzu bulamayacağız demektir.

Acaba niçin?

Elbette lâfızdan mânâ'ya ulaşılamayacığı için...

Yapmamız gereken önce mânâ'yı kavramak, sonra lâfızları/terimleri bu mânâya uygun düşecek şekilde anlamak...

O halde şimdi başka bir sokaktan yolumuza devam edelim:

Madde'nin, maddî olanın geçtiği her yerde karşılaşılması zorunlu olan terim şudur: 'tabiat'.

Maddî veya cismanî olan'dan söz etmeye başlar başlamaz, tabiat'tan (doğa'dan) ve tabiî (doğal) olan'dan da söz etmiş oluruz. Çünkü maddiyât-cismaniyât-tabiiyât sözcükleri hemen hemen aynı anlamdadır: "dünyaya/yeryüzüne ait olan".

Maddî-cismanî-tabiî olan ise, aynı zamanda "dünyevî olan"dır. Dünyevî'nin karşıtlarından biri de uhrevî'dir; yani "ötelere ait olan".

Neyin ötesi?

Dünya'nın ve dünyevî olan'ın ötesi.

Bu öte, karşıda olan, yanda olan, altta olan bir öte değil; tam anlamıyla "üstte olan" bir öte.

Bakınız şimdi de karşımıza ne çıktı: 'semâ' (gök) ve 'semavî' (göksel); yani lafzen üstte olan, yüce olan, yüksekte olan....

Üstte olan, yüce olan, yüksekte olan gökte olandır; gökte olan ise ötedir, ötesidir, ötede olandır.

Dünya'nın "altta olan, alçakta olan, alçak" (=denî, dünuvv); buna mukabil sema'nın da "üstte, yüksekte olan" (=sümuvv) anlamına geldiğini hatırlarsak, önümüzdeki karaltı, sanırım yavaş yavaş açılmaya, aydınlanmaya başlar. (Unutulmamalı ki 'isim' sözcüğü de 'sümuvv' kökünden geliyor.)

Bu açıklamaları takip edebilmek için, tam da burada, iç içe girmiş bir küreler silsilesi tasavvur etmek gerekiyor: Çünkü bu küreler silsilesinin en altındaki küre, dünya'yı temsil ediyor. En altta olan, en alçakta olan (=dünya), aynı zamanda tabiî olandır. Tabiat (doğa), -en azından Klasik Fizik'e göre- madde âlemidir; zira cisim, sadece dünya'da/madde âleminde/tabiatta mevcuttur.

Hâl böyle olunca, maddî olan, aynı zamanda tabiî-cismanî-dünyevî olan'dır. Cism'in unsurlarından olan, madde'ye ilişen suretler de kaçınılmaz olarak aynı kategoride yer alırlar. Dolayısıyla madde de, maddî suretler de cismanî, tabiî ve dünyevî'dir. Görünenler de, en az görüntünün kendisi kadar bir surettir, bunu unutmayınız lütfen.

Kısacası, görünenler âlemi, yani bu dünya, hem özünü teşkil eden unsurlar bakımından maddîdir; hem de madde'ye ilişkin görüntülerden ibaret olduğu için sûrîdir. İşte madde'nin de, suret'in de mânâ'nın karşıtı haline geldiği yer tam da burasıdır.

Manevî âleme (maneviyât)'a gelince, bu âlem, maddî-cismanî-tabiî-dünyevî âlemin zıddır. Çünkü duyuların konusu olmadığı için maddî değildir; maddesi olmadığı için, madde'siyle birlikte tasavvur edilmediği için cismanî değildir; maddî ve cismanî olmadığı için tabiî değildir. Hepsinden önemlisi, dört unsurdan (toprak, su, hava, ateş) âri bulunduğundan dolayı maddî-cismanî-tabiî sayılamayacağı için bu âlem, dünya'ya ait (dünyevî) de değildir.

Bu anlamıyla 'mânâ', Fizik ve Matematik bilimlerinin konusu olmayıp Metafizik'in konusudur. Manevî (=mânâ'ya ait olan) ise, kökeni itibariyle Metafizik'in ve fakat dalları itibariyle Psikoloji, Ahlâk, Hukuk, İktisad, Siyaset gibi diğer amelî bilimlerin konusudur. Çünkü bu bilimlerin hepsinin konusu da 'insan'dır, insanî olandır.

Sonuç: Mânâ'nın anlamı bilinmedikçe, dünya'nın, insan'ın ve hayatın anlamı üzerine konuşulamaz!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi