T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 11 ŞUBAT 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


İSLÂM VE İKTİDAR

Son aylarda yaşananlar, Ortadoğu'ya demokrasi getirmekle özgürlük getirmenin apayrı projeler olduğu gerçeğini gün ışığına çıkardı. İkisinin yeri ayrıdır; ayrı olmak zorundadır

  • FAREED ZAKARIA (*)
    George W. Bush, işlerini ikinci kez düşünmeden yapan biri; ama son zamanlarda işlerini ikinci kez düşünerek yapıyor olmalı. 11 Eylül olayından sonra Bush, Ortadoğu'ya demokrasi götürülmesini, dış politikasının ana-noktası haline getirdi ve bu politikayı inatla sürdürüyor.

    DEMOKRASİ GÖTÜRME PROJESİ ÇÖKTÜ

    Ancak son birkaç aydır, bu politika, geri tepmeye başladı ve HAMAS'ın, Hizbullah'ın ve Müslüman Kardeşlerin güçlenmesine yaradı. Bush, geçen hafta yaptığı Birliğin Durumu konuşmasında, "demokrasiler, kaygının yerine umudu yerleştiriyor; yurttaşlarına ve komşularına saygıyı getiriyor ve terörle savaşa katılmayı gerektiriyor" demişti. İyi de, bunlar, Arap dünyasında iktidara gelen bu hareketler için geçerli mi gerçekten?

    Bu mesele, Bush'un konumunun tuhaflığının çok ötesine taşan ve üzerinde ciddî ciddî kafa yormayı hak eden bir meseledir. Kaldı ki, Bush'un reçetesi, daha pek çok hükümet tarafından da kabul edilen bir reçetedir: Bu, aynı zamanda, Ortadoğu'da demokratik bir reform gerçekleştirilmesini isteyen Avrupalıların da benimsediği bir projedir.

    Bugüne kadar İslâm dünyasındaki diktatörlüklere verilegelen desteğin son birkaç aydan bu yana pek verilmediği gözleniyor. Ancak son olaylar, eğer "reforme etmeye" çalıştığımız bu ülkelerin tarihlerini, kültürlerini ve politikalarını iyi anlayamazsak, sert bir kayaya çarpmaktan kurtulabilmemizin zor olacağını gösyteriyor.

    İslâm dünyasında, demokrasi arzusu ile özgürlüğe saygı arasında bir gerilim yaşanıyor. Bu gerilimi üreten, örneğin karikatürler tahkir edici ve provokatifti. Eğer bu gazete, diğer insanların veya dinlerin ırkçı karikatürlerini yayımlamış oslaydı, bunlar da kınanır ve boykot edilirdi. Burada sorun, Modern Batı toplumlarının kalbinde yer alan hoşgörü ve ifade özgürlüğü gibi fikirlerin reddedilmesi anlamına gelen İslâm dünyasının bazı bölgelerinde bu karikatürlere verilen tepkinin şiddetidir.

    İSLÂMÎ SÖYLEMLER NEDEN YÜKSELİŞE GEÇTİ?

    Peki, düşüşe geçtiği zannedilen İslâmî köktencilik neden şimdilerde yeniden yükselişe geçiyor? Ancak bugün siyasal İslâm'ın Ortadoğu'da yeniden yükselişe geçtiği gözleniyor. Hepimiz, yanıldık mı, öyleyse? İslâmî köktencilik ikinci bir rüzgâr mı yakaladı yoksa?

    Arap-İsrail barış sürecinin çökmesinin, terörle savaşın ve Afganistan ile Irak'taki kan gölünün İslâm'ın kuşatma altında olduğu fikrine katkıda bulunduğunu; dolayısıyla radikallere taze silahlar sunduğunu öne sürenler var. Ancak bu, tam olarak ikna edici bir fikir değil.

    Her şeyden önce, Irak savaşına muhalefet, Ortadoğu'da yalnızca radikallerden gelmiyor; esas itibariyle ılımlı geniş kitlelerden ve yöneticilerden geliyor. Handiyse bölgedeki bütün hükümetler bu savaşa karşılar.

    Dahası, İslâmî köktenciliğin düşüşü ve yeniden yükselişe geçişi, onyılların ürünü olan geniş kapsamlı ve derin bir fenomendir. Bir yılda yaşananların sonunda aynı anda zıt gelişmelere imkân tanıyacak kadar basit bir olay değil bu. Eğer Irak savaşı olmasaydı, HAMAS'ın kaybedeceğine ya da peygamberin karikatürlerinin yayımlanmasının tepki toplamayacağına inanan var mı, sahiden?

    DEVRİMCİLİKTEN EVRİMCİLİĞE

    Siyasî İslâmî hareketin son 15 yıldan bu yana bir hayli değişim geçirdiği doğru. Gerçekten de 1980'ler ve 1990'larda, İslâmî köktenci hareketlerin çoğunun devrimci hedefleri vardı: Batı-destekli rejimlerin şiddetle yıkılmasını, yerine İslâmî devletlerin kurulmasını istiyorlardı. Batı tarzı demokrasiler değil de, İslâmî devletler kurma arzusu, bu hareketlerin söylemlerinin merkezî noktasıydı. Hedefleri ulus-ötesiydi ve küresel terimlerle konuşuyorlardı.

    Ancak zamanla bu ideolojinin sınırlı olduğu anlaşıldı. Cezayir, Mısır, Suudi Arabistan ve diğer pek çok ülkedeki halklar, bu ideolojiyi reddettiler ve şiddete başvuran bu aşırı hareketleri desteklemek yerine istemeye istemeye de olsa, mevcut diktatörlükleri desteklediler. Bu anlamda, siyasî İslâm başarısız olmuştu.

    İSLÂMCILAR, KENDİLERİNİ YENİDEN-İCAT ETTİLER

    Ancak zamanla pek çok İslâmcı bu gerçeği gördü ve programlarını değiştirmeye başladılar. Rejim yıkma, devrim ve sosyal kaos yöntemlerini terk ettikleri zaman, aslında, fikirlerinin çok daha kolay ve hızla yayılabileceğini ve benimsenebileceğini fark ettiler. Böylelikle, kendilerini yeniden-icat ettiler; dolayısıyla devrimci değişime değil, barışçı [evrimci-YK] değişime; ulus-ötesi [ümmetçi-YK] ideolojiye değil, ulusal reformlara yöneldiler. Hilâfet davası güden aşırı gruplar vardı, elbette; ama bunlar ayrılarak el-Kaide gibi örgütler kurdular.

    Bununla birlikte, İslâmî köktenci hareketlerin demokrasiyle uzlaşmalarının, liberalizm, hoşgörü ve özgürlük gibi Batılı değerlerle de uzlaştıkları anlamına geldiği yanlışına düşmeyelim.

    Bu eğilimlerin en dramatik örneği, hiç kimseye hesap vermeksizin hükmeden Şiî dînî partilerin hâkim olduğu Güneydoğu Irak'tır. Sivil yöneticilerin ve profesörlerin dînî ve siyasî konularda sınavlara tâbî tutulduğuna, kadınların Irak'ta daha önceden görülmediği kadar katı kurallarla kuşatıldığına ve her tür zararsız eğlencenin engellendiğine ilişkin çok sayıda rapor var. Irak Başbakanı İbrahim Caferî'nin Başbakanlık Konutu'na girildiğinde, çarşaflı ve elleri eldivenli kadınların cirit attığı görülür; ki, bu tür katı uygulamaları İslâm dünyasının başka hiçbir yerinde görebilmek pek mümkün değildir.

    ALTERNATİF: İSLÂMÎ SİYASÎ DİL

    Bu hareketlerden bazıları, başka alternatifler olmadığı için güç kazandılar. Zira onyıllardır Ortadoğu tastamam siyasî bir çöldür. Irak'ta muhalif partilerin olmamasının nedeni, Saddam Hüseyin'in muhaliflerini yok etmesidir. Elbette ki, Saddam Hüseyin, cami-kökenli grupları tümüyle yok edemezdi; kaldı ki, iktidarının son yıllarında, bu grupları kendi meşrûiyetini pekiştirmek için kullanmaktan çekinmemişti. İslâm dünyasının çoğunda İslâm, siyasî muhalefetin yegane dili olmuştu; çünkü kimsenin yasaklamaya cesaret edemeyeceği tek dildi bu dil. Diktatörlerin, seküler muhaliflerini yok etmek için dînî grupları kullandıkları bu yöntem, bütün Arap dünyasında ve hatta ötesinde uygulanmıştı.

    SEKÜLER POLİTİKALARIN BAŞARISIZLIĞI

    İslâmî siyasetlerin yükselişe geçişinin daha esaslı nedeni, seküler politikaların başarısız olmasıdır. Araplar, seküler liderlerin, Batı tarzı politikaları denediklerini ama bunların zorbalıktan ve gerilemeden başka bir şey getirmediğine inanıyorlar. Laik liderlerin, Batı'nın "piçleştirilmiş" (bastardized) versiyonunu ürettiklerini ve Batı'nın hiç de doğru bir modele sahip olmadığını düşünüyorlar.

    İşte İslâmî söylemler, bu duygulara ve sorunlara derinlemesine hitap ediyorlar. Sahih bir gelenek, tarihî derinlik, güçlü bir kültürel kimlik öneriyor ve Batı'ya, Batılı modellere direniyorlar. Bu fikirler, tarih boyunca, millî kimliğin güçlü kaynakları olmuştur ve bugün de, özellikle de küresel ekonomi ve Amerikan hegemonyası çağında millî kimliğin yegane kaynakları olmayı sürdürmektedir. Modern dünyanın beslediği güçsüzlük, çaresizlik, yabancılaşma ve kafa karışıklığına karşı İslâmî gruplar, "çözüm İslâm'dır" diyorlar.

    NE YAPMALI?

    Bu noktada, kaçınılmaz olarak, iktidara koşan bu hareketler hakkında neler yapmamız gerektiğini kendimize sormak zorundayız. Yapılması gereken ilk iş, elbette ki, onları anlamaktır: Özgüven duygusu ve sahih bir kimlik inşası arayışlarını anlamak. Bu hareketler kendilerini oldukça kompleks şekillerde dışavuruyorlar. ABD'nin -ve Avrupa'nın da- Irak ve İran gibi ülkeleri hiç anlamadıkları ve tanımadıkları şimdi daha iyi anlaşılıyor.

    ABD, yerlerine ne yerleştireceğini hiç düşünmeden Irak'taki eski sosyal ve idarî yapıları altüst etti. Biz, demokrasi ve özgürlüğün; düzensizlik, bölünme ve hantallaşma gibi sorunları çözebileceğini düşünüyorduk.

    Ya da İran'a bakalım mesela. Pek çok Amerikalı, İranlıların çoğunun İran rejiminden nefret ettiklerinden ve bu rejimi devirmek için çırpındıklarından oldukça emindi; yapmamız gereken tek şeyin, İranlıların devrimi devirmelerine başka bir devrim yapmalarına yardımcı olmak olduğunu zannediyorduk. Son seçimlere 5 aday katılmıştı. Batı-yanlısı liberal aday sonuncu gelmiş, Batı-karşıtı aday ise birinci olmuştu.

    İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad konuşmalarında, İslâmî dogmalara değil, daha çok, yoksullukla ve yolsuzlukla mücadele, sosyal yardım projeleri ve hepsinden de önemlisi nükleer programa halktan destek alabilmek amacıyla milliyetçiliğe vurgu yapıyor. Ahmedinejad, bir meczup olabilir ama attığı adımların çoğu, popülist adımlar; böylelikle kendisini iktidarda tutacak güçleri kullanmasını iyi beceriyor.

    Ortadoğu'da siyasî İslâm, seçimlerin ürünü olarak ortaya çıkmadı; İslâmcıların, mevcut ülke gerçeklerini deşifre ederek yeniden kodifiye etmeyi başarmalarının ürünü olarak ortaya çıktı. HAMAS, [seçimlerden önce de-YK] Gazze'de rakipsizdi ve ana oyuncuydu zaten. Mısır'da Hüsnü Mübarek seçimlere izin verse de vermese de, Müslüman Kardeşler ülkede yeterince popülerdi. Aslında, İslâmcı hareketler, ne kadar fazla baskı görüyorlarsa, o kadar çok ilgi görüyorlar. Eğer, siyasî kanallar açık olursa, bu gruplar, ılımlılaşabilirler de, ılımlılaşmayabilirler de; ama bu durumda, şu âna kadar elde ettikleri cezp edici desteği kaybedecekleri kesindir. Böylelikle bugüne kadar şehadete koşanlar, bundan böyle belediye başkanlığına koşmaya başlayacaklar; ki bu, statü bakımından bir hayli düşük bir şeydir.

    DEMOKRASİ AYRI, ÖZGÜRLÜKLER AYRI

    Ne var ki, bu gruplara onay vermemiz, bunları bağrımıza basmamız anlamına gelmez. Dînî hoşgörüsüzlüğün ve modernlik karşıtı davranışların, saygı duyulması gereken kültürel çeşitlilikler olarak görülmeMesi elbette ki, çok önemlidir. İster Hindistan'da Hindu hoşgörüsüzlüğü olsun, ister Avrupa'da Yahudi-düşmanlığı olsun, isterse Suudi Arabistan'daki Müslüman kaçıklığı olsun, modern dünya, evrensel [Batılı seküler-YK] değerleri hiçe sayan herkesi haklı olarak mahkûm eder. Son aylarda yaşananlar, Ortadoğu'ya demokrasi getirmekle özgürlük getirmenin apayrı projeler olduğu gerçeğini gün ışığına çıkardı. İkisinin yeri ayrıdır; ayrı olmak zorundadır. Ancak ikincisi, yani siyasî, ekonomik ve toplumsal özgürlük getirme projesi, daha zor ama daha önemli bir görevdir. Eğer bunu başaramazsak, şu ân pek çok ülkede olduğu gibi, hiç de hoşumuza gitmeyecek berbat demokratik sonuçların elde edilmesini, bir anda pıtrak gibi bitmesini önleyemeyiz.

    BU SAVAŞI KAYBEDEMEYİZ!

    Bu savaş, aslâ köktencilerin kazanmamaları gereken hayatî bir savaştır. Ortadoğu'daki liberal [Batı-yanlısı seküler] güçler, onyıllardır can çekişiyor. Bunların yardıma ihtiyaçları var. Her şeyden önemlisi, başarı ortamında, ılımlılık yanlısı güçler, güçlenir. Bu bağlamda, aşırılığın pek olmadığı iki Müslüman ülke Türkiye ile Malezya'dır. O halde, eğer modern [seküler, Batı güdümlü-YK] dünyayla uzlaşırsanız, her şeyi berbat etmeniz kolay kolay mümkün olmaz.

    BİRLEŞTİRMEK YERİNE BÖLELİM

    Radikal İslâm'la başa çıkmanın iyi ve kötü yöntemleri var. Yandaşlar toplamalarına yardım eden kargaşa ortamını beslemekten vazgeçmeliyiz. Bush yönetiminin saldırganlığı, Ortadoğu'da emperyal[ist] hakarete başkaldıran tek grup olarak görülen bu berbat grupların bir anda patlamasının, pıtrak gibi bitmesinin yegane nedenidir. Bu grupların ne kadar farklı olduklarını görmek zorundayız: Bazıları şiddet yanlısı, bazıları değil; bazıları modernlik karşıtı, bazıları değildir. O halde, bu grupları birleştirmek yerine bölmeliyiz.

    Mesela, Bush, "radikal İslâm"ın cinayetleri listesine Çeçenlerin cinayetlerini de eklemekle, hata yapmıştı. Rusya, Çeçenistan'a karşı 20 yıl ürkütücü bir savaş verdi ve 100 binden fazla sivili öldürdü. Bush'un yaptığı gibi, bu çatışmayı, Londra'daki bombalama olayıyla aynı kefeye koymak, hangi provokasyonun sonucu olursa olsun, ne zaman ki bir Müslüman ölürse, o zaman, bu iyidir ve başka yerlerde öldürülen müslümanlarla aynı şeydir anlamına gelir bu.

    Ama her şeye rağmen Bush'a biraz daha zaman vermemiz gerekiyor. Ortadoğu'daki diktatörlüklere körü körüne yardım yapmayı öngören politikanın, baskı ve istikrarsızlıktan başka bir şey üretmediğini söylerken Bush'un doğru bir şey söylüyor. Ama Bush, bölgede, siyasî, ekonomik ve sosyal reformları yaptıracak bir yardımda bulunmanın yolunu bulabilmiş değil henüz. Problemin büyük bir bölümü, özelde ABD'nin genelde ise Batı'nın bu ülkelerin halklarının gözünde iyi niyetli ve gerçekten müttefik olarak görülmeMesinden kaynaklanıyor. Baskıcı Ortadoğu rejimleriyle işbirliğine son verdik; ama Ortadoğu toplumlarında yeni gerçek dostluklar kurabileceğimiz müttefikler bulmayı başaramadık henüz.

    * Fareed Zakaria, Newsweek dergisinin uluslararası baskılarının genel yayın yönetmenidir. Zakaria'nın bu makalesi, derginin 13 Şubat 2006 tarihli nüshasından çevrildi.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi