T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 12 ŞUBAT 2006 PAZAR | ||
|
Türkiye'de 'yanlış' olan bir şeyler var, ama ne? Neredeyse herkesin aklının, bir yıl sonra gündemi bütünüyle işgal edeceği muhakkak olan 'cumhurbaşkanlığı seçimi' ile daha bugünden meşgul olması bile yanlışlığın bir göstergesi. 'Temsilî' görev yapan, parlamento tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı bulunan ülkelerde, boşalan makama kimin geleceğiyle ancak zamanı gelince meşgul olunur. Parlamenter rejimle yönetilen ülkelerin çoğunda, vatandaşlar, cumhurbaşkanının adını bilmeden günlerini geçirir. Bizde de cumhurbaşkanlığı 'temsilî' bir görev, cumhurbaşkanını bizde de parlamento seçiyor; ama o koltuğa kimin oturacağı, yediden yetmişe, daha şimdiden, hepimizin derdi... Neden acaba? Cumhurbaşkanı, Meclis başkanı ve başbakan aynı partiden olursa endişe etmek gerekirmiş... Özellikle, Ak Parti gibi bir partinin üç hassas koltuğu birden belirleyecek olması bazılarında şafak attırıyor. Çankaya'da 'farklı biri' oturacak olursa, onun siyasîlerin önüne koyacağı sınırlamalara bel bağlayan kişi ve kesimler bunlar... İçlerinden gücü yetenler, çeşitli katakullilerle süreci etkilemenin, gerekirse erken seçimle olması mukadderin önünü kesmenin derdindeler... Oysa, sistemin kilit makamlarının aynı çizgide veya birbirine anlayışla yaklaşan kişiler tarafından işgal ediliyor olması 'istikrar' açısından çok önemli. Ak Parti hükümetiyle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında öyle bir anlayış kurulabilseydi, hiç kuşkusuz, ülke açısından daha iyi olurdu. 'Uyumlu' sayılmayacak bugünkü yönetimin Türkiye'ye neye mal olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Tabii, Cumhurbaşkanı Sezer'in hükümetin hangi 'olumsuz' icraatını engellediği de, hemen her icraatta fren kullandığı için, tam anlaşılamayacak... Türkiye açısından arzulanan, istikrara hizmet edecek bir yönetime sahip olmasıdır. Üç hassas koltuğun Ak Partililer tarafından işgal edildiği bir dönemin de sorunları olacak elbet; elde edilecek muazzam gücün baştan çıkarıcı etkisini hesaba katmalıyız. Öyle bir durumda da bağımsız yargı güvencesi dengeyi kuracak, usulsüzlüklere ve kanuna aykırılıklara yargı geçit vermeyecektir. Ancak, bu noktada ciddi bir sıkıntı var: Yargı elhak iktidardan bağımsız hareket ediyor, fakat bazı kararları da 'bağımsızlık' sıfatını farklı yorumladığına işaret ediyor. Kararlarını verirken yargıçlar siyasî mülâhazalardan hareket etmezler; 'pozitif hukuk' kurallarına bağlı olarak uygulayacakları yasalar belirler sınırlarını... Yargının kendine daha farklı bir misyon biçmesinin, siyasete ait alanda 'düzenleyici' rol üstlenmeye kalkışmasının sistemi tıkayıcı bir etkisi olabilir. Gelişmiş ülkelerde, bırakın sistemin seçimle gelinen koltuklarının benzer eğilimden kişiler tarafından işgal edilmesini, kilit noktalarına seçilerek gelinen yargı koltuklarında aynı siyasî eğilimden kişilerin oturması bile az kaygı uyandırır. Sonuçta, yargıç, tek başına bütün hukukî süreci etkileyemez, bu bir; ikincisi de, karar verirken 'hukukîlik' sınırlarını istese de aşındıramaz... Türkiye'de sorun da bu noktadan kaynaklanıyor. Sistem farklılıklardan ve iç çatışmalardan medet umacak biçimde oluşturulmuş; illâ her iktidar sahibinin birbirinin ayağına basması gerekiyor. Yargı da, 'tarafsız hakem' konumunda kalmak yerine, oyuna katılmadan edemiyor. Esas tehlikeli olan işte bu durumdur. Bütün sistemin hukukîlik sınırları içinde birbirini 'denetlediği' ilkesel bir kuvvetler ayrılığını pek tanımadı Türkiye; önümüzdeki dönem bu açıdan olağanüstü önemli. İtiş kakış yerine kuralların hüküm sürdüğü 'demokratik bir hukuk devleti' özlemi belki bu yolla gerçekleşebilir... Yanlıştan doğru çıkar mı? Bu defa çıkmak zorunda.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |