T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 25 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Ortaköy'de neler oluyor?

Dr. Ali Rıza Altay'ın "Yüzmenin Tarihçesi" başlıklı yazısını okuyorum... Yazar "Yüzme sporunda, Türklerin daha Orta Asya'dan göç etmeden oradaki nehirlerde ve göllerde yüzdükleri bilinen bir gerçektir" diyerek başlamış yazısına. Uygur Türkleri bugün "kulaç stili" denen yüzme tekniğini biliyorlarmış. Hun Türklerinin yüzme ve kürek sporları yaptıkları da belgelerle sabitmiş. Altay (ben duymamıştım doğrusu) Anadolu'da yaygın olan "köpekleme yüzme stili"nin bir diğer adının "Hazreti Adem stili" olduğunu da hatırlatıyor. "Kulaç" söz konusu olduğunda önce "Karadeniz Kulacı"ndan söz etmek gerekiyormuş. Kolu dirsekten bükmeden ileri doğru sert hareketlerden oluşan bu stil Karadeniz'in dalgalı denizi için çok uygunmuş. "Karadeniz kulacı" daha sert ve hızlı atıldığında da ortaya "Devri Mahmudiye Kulacı" çıkarmış. Adı "Mahmudiye", çünkü Sultan Mahmut donanmanın -ve dolayısıyla denizcilerin- ıslahı için bu yüzme stilinin öğrenilmesini şart koşmuş.. Türkiye'de ilk düzenli yarış 1923'te Büyükada'da düzenlenmiş. 1943'de İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü (İYİK) kurulmuş. 1961'de de bugünkü yerine, yani eskinin Hatice Sultan Yalısı'na taşınmış. İYİK başta olmak üzere sayıları artan yüzme kulüplerinde yetişen yüzücüler başta İzmir'de düzenlenen oyun-olimpiyatlar olmak üzere katıldıkları yarışmalarda önemli dereceler elde etmişler. Bu arada bireysel olarak, Manş'ı geçen ilk Türk yüzücü Murat Güler ile Balkan şampiyonları Murat Özüak ve Sabri Özün'ü hatırlatmayı da unutmayalım.

Kolayca tahmin ettiğiniz gibi "yüzmenin Türkiye'deki tarihçesi"ne ilişkin bu bilgileri deniz mevsimini ortaladığımız için vermiyorum... Sözü tabii ki İstanbul Valiliği'nin İYİK'ten Hatice Sultan Yalısı'nı boşaltmasını istemesi üzerine açılan tartışmaya getirmek istiyorum.

Mesela Hürriyet'ten Yalçın Bayer'in konuya ilişkin bir yorumu ("Boğaz'da 'kamu' satılıyor"): Yazar, İYİK'e yönelik bu mekanı boşaltma emrinin arkasında asıl olarak Boğaz'ın bu bölgesinin turizm amaçlı kullanımına açılmak istenmesinin yattığını söyledikten sonra yazısını şöyle bağlıyor: "Biliyor musunuz okurlarımız... Bu iktidar Reina'yı da istemiyor, yüzme ile uğraşan çağdaş bir spor kulübünü de..." (!)

Bayer'in yorumuna benzer açıklamaları son günlerde İYİK yönetimi de yapıyor. Ortaköy'de birkaç yıl önce yanan-yakılan bir başka sultan yalısının (yakın zamana kadar 23 Nisan İlköğretim Okulu) arsasını da içine alacak bir bölge aralarında belki "Arap sermayesi"nin de bulunduğu bir takım şirketlere açılacak.

Aslına bakarsanız özelikle bir haftadır hararetlenen bu tartışmadan haberim olduğumda ben de benzer düşüncelerle İYİK'in yerinden edilmesine olumlu bakmıyordum. Ancak ne zaman ki bir İYİK yönetim kurulunu üyesinin ART adlı televizyon kanalında konuya ilişkin açıklamalarıyla karşılaştım, fikrim hemen o saat tamamen değişti. Mutlaka arada bir de olsa siz de izliyorsunuzdur. Bu televizyon kanalının arkasında (RTÜK yasasını delen bir biçimde) bir sendikanın bulunduğu söyleniyor. (Yanlış anlaşılmasın; sendikalara ve diğer bazı kurum ve kuruluşlara getirilen yayın yasağını onaylıyor değilim. Burada da ki problem niçin sadece o sendikanın bu imkandan yararlanıyor olması.) Bu kanal tam bir "ulusalcı" kanal. Kıbrıs konusu başta olmak üzere AB, Ermeni sorunu, Kürt sorunu gibi konularda malûm yayını yapmakla meşgul. Kanalda yine bu çerçevede yer alan "Türk Kahvesi" adlı bir tuhaf program da yayında. Hadi diğerleri neyse ama bu program gerçekten anlatılır gibi bir şey değil. Programın iki "meddahı"(!) canlı yayında arada bir izleyicilerin de telefonla katıldığı öyle bir program yapıyorlar ki, "ulusalcılık"ın bu türü ile başka bir yerde karşılaşabilmek imkansız. Bir kere herşeyden önce program büyük ölçüde cinsel çağrışımlara dayalı gevezelikle yürüyor. Ama şöyle böyle değil, bayağı yüksek dereceden çağrışımlar... İYİK yönetim kurulu üyesi olduğunu söyleyen birisiyle işte bu programda karşılaştık: Yönetim kurulu üyesi anlattıkça anlatıyor, "meddahlar" kışkırttıkça kışkırtıyordu... Yok efendim bu kulübün adı "Brüksel İhtisas Kulübü" ya da "Roj TV İhtisas Kulübü" olsa kimse kılına bile dokunamazmış.... Yok efendim kulübün yeri ve bitişik arsalar "Zap"lanacakmış... Yok efendim Türk sporuna hizmet eden böyle bir kuruma tahammül yokmuş....

Toparlayacak olursak: İYİK'in kullandığı yalının ve ona bitişik bir takım arsaların üzerinde "bir sur misali" bir takım turistik tesisler yapılmasına tabii ki benim de gönlüm elvermiyor. Tam tersine Ortaköy sahilini bugün işgal eden yerlerin sıfırlanarak halkın ufkunun açılması gerekir. Ama diğer taraftan İYİK etrafındaki gürültünün de takdim edildiği gibi "yüzme sporu" ve tarihi dokunun korunması adına çıkarılmadığı da besbelli. Sizi bilmem ama ben böyle düşünüyorum. Özellikle de "Türk Kahvesi"ne misafir olan İYİK yönetim kurulu üyesinin karşısındaki kişilerle yürüttüğü o derin sohbetten sonra...

(Durmadım araştırdım (!) ve İYİK hakkında da (kendi internet sitelerinden) epeyce bilgi edindim. Laf uzarsa onları da aktarırım.)

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi