T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 30 TEMMUZ 2006 PAZAR | ||
|
Su gümbürdeyerek, çağlayarak akıyordu. Birden gördüm onu. Bir şimşek hızıyla göründü ve yitti. Bu bir ânlık görüntü yetti.. Savaş başlamıştı. Borazanlarımı öttürüyorum. Dağın kristal yamaçları keskin ışınlarla ırmağın gelişigüzel çırpınışları üstünde düzensiz yansımalarını oraya buraya fırlatıyor. İki ışın arasında bir ceylanın silueti görünüp yitiyor. İyi donatılmış atlar genişlemiş burun deliklerinden soluyarak atılıyor. Soylu görünüşleri, terlemiş kısa parlak tüyleri şakırdayan nalların uçuşturduğu kıvılcımlar havaya öfke, hırçınlık ve yiğitlik salıyor.. Bir anda düşündüğün tek şey: yakalayacağım! Öyleyse dört nala koşabilirsin. Öyleyse önüne çıkan minicik bir mania karşısında şaha kalkarak yolunu açabilirsin. Gördüm onu. Esmer bir güzellik halinde ordaydı.. Ona ne kadar yaklaşabilirdim? Ona ne kadar yaklaşırsam ondan o denli ırağa düşeceğimi bilmiyordum. Toydum daha. Üstelik toyluğun bir ömür sürdüğünü de bilmiyordum. Sanırdım ki, benden bir kulaç mesafede duran bu güzelliğe, bir kulaçta ulaşabilirdim. Heyhat. O esmer güzellik dünyayı, senin olan bütün dünyayı kuşatmıştır. Nereye dönsen, hangi sesi dinlesen, o, orada durmaktadır. Seni çağırmaktadır: ses olan sesle ve görüntü olan görüntüyle. Onu gördüğünü, onun sesini duyduğunu, onun rengini kokladığını düşünürsün ve onu bağrına basmak için bir adım daha atarsın. Karşındadır. Gülümsemektedir. Bu gülümseyişte davetin bütün menevişleri oynaşmaktadır. Ah, cehennemin, tam da bu güzelliğin ortasında boy verdiğini nasıl kestiremez insan? Orada da yolgöstericin bir melektir. Onun işaretiyle cehennemin diplerine doğru yol bulmaya çalışırsın. Ve düşünürsün ki, madem onun yol göstericiliğiyle yol alıyorum, madem yoldaşım odur ve madem beni oraya süren güç O'nun istemiyle yön veriyor, ne gam.. ve böyle bir yolculuk insan için ne devlet! Onun esmer kızgın bağrına basıldığını, o yangının içinde hayat bulduğunu, o ateşin yol göstericiliğine muhtaç ve müştak olduğunu duyumsayarak mola yerlerini yıldırım hızıyla arkada bıraktığını biliyorsun. Çünkü gördün onu. Ordaydı: nehrin kıyısında, o ateşten nehrin buzdan ürpertisiyle yıkanan o esmer güzellik ondan başkası değildi ve bir tek bu görünüşün bile som bir çağrı halinde sudur edişini anlamamak için ahmakların en ahmağı olmak bile az gelirdi. Oysa sen, berrak bir zihinle ve apaydınlık olarak görüyordun zuhur eden güzelliği: bu güzellikten doğan her ödülün bir cezaya ve her cezanın bir ödüle denk düştüğünü.. bu yüzden koşuyordun o yakalanamaz olanın ardından. Daha bilmiyordun bu gülümseyişteki iğvanın ne olduğunu: o gülümseyişi yakaladığını düşündüğün her seferinde ağlayarak ayrılıyordun ondan. Her ayrılışında onu bir kez daha yakalıyor, o gülümseyişin güzelliğinde ve o güzelliğin bağrında bir kez daha yolunu ve kendini yitiriyor ve bu yitirişle ona kavuşuyordun. Aklın karmakarışık olmuştu. Ağlayarak ondan ayrılıyor muydun, yoksa kavuşma tam da bu ayrılığın ortasında mı boy veriyordu, yahut her gülümseyişin içinden bir ayrılık ve bir ağıt mı fışkırıyordu, belli değildi. Sorsan, belki bir söyleyecek bulunurdu sana her vedada bir kavuşmanın ve her kavuşmada bir veda çeşnisinin yuvalandığını ve o kekre şeyin orada olduğunu.. sense, sersemce ortalardaydın, elini her atışta ona dokunacağını vehmederek, her dokunuşta onun bağrına basılacağını ve onu bağrına basacağını düşünerek.. üstelik hikmetin bu sersemlikte ve avarelikte olduğunu da akıl edemeden kendini yeniden yollara vuruyordun umutsuzca umutlar besleyerek..
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |