Dede Korkut, Oğuz Türklerinin bilinen en eski hikâyeleridir. On iki destansı hikâyeden oluşan Dede Korkut, tarih boyunca dilden dile aktarılan sözlü geleneğin bir parçasıdır. Deli Dumrul ise Dede Korkut hikâyelerinden beşincisini oluşturmaktadır. Elbette bu hikâyeyi biliyoruz diyerek anlatmaya başlayacaksınız.
“Duha Koca oğlu Deli Dumrul adında bir er varmış. Kuru çayın üzerine köprü yaptırmış. Her geçenden otuz akçe geçmeyenden kırk akçe alırmış. Bir gün bu köprünün orada bir yiğit ölmüş ve etrafındakilerin feryatları üzerine Deli Dumrul orada bitivermiş. Yiğidin ölmesi yüzünden Azrail'e kızmış ve meydan okumuş…”
DELİ DUMRUL BEŞİK KERTMESİNİ ARIYOR
Hikâye böyle devam eder, eder de Lütfi Parlak'ın bu eserinde karakterleri canlandırmadaki titizliği, zaman ve mekan konusundaki doğruya yakın anlatımı ve olayları detaylandırmadaki titizliği okuyucuyu daha çok kitabın içerisine çeker. Duha Koca'nın duası, Deli Dumrul'un beşik kertmesini bulmak için elinden geleni ardına koymaması, kayınbiraderi ile dövüşmek zorunda kalması… Tüm bu detaylar Parlak'ın ustalığını konuşturuyor. Olayların geçtiği zaman, coğrafi özellikler, soysa-kültürel yapı, topluma hakim olan inanç sistemi gibi tarihsel zenginliklerin derin bir araştırma sonucunda farklı bir perspektiften nakledilmesi eserin içeriğini zenginleştiriyor. Ayrıca, tarihi hikayenin üzerinde çok fazla değişiklik yapılmadan bizlere sunulmuş olması elimizdeki metinlerin değerini bir kat daha arttırıyor. Ne de olsa başarılı bir tarihi roman, gerçeği buğulandırmadan yansıtandır.
Dede Korkut hikâyeleri ne kadar dağdan usul usul akan ırmak gibi gözükse de ırmağın görünmeyeninde, ortaya çıkmayı bekleyen bir derya yatıyor. Toplumsal açıdan önemli unsurların taşıyıcısı olan Dede Korkut metinleri, yazar tarafından etkileyici bir anlatımla romanın içerisinde tekrar yer buluyor. Öyle sanıyorum ki tarihi dönemler içinde toplumsal yapıyı oluşturan aile, ahlaki değerler, kültürel yaşam ve bireylere yüklenen rollere dair sunulan motiflerle Deli Dumrul, keyifle okuyacağınız bir roman olacak.
“Duha Koca oğlu Deli Dumrul adında bir er varmış. Kuru çayın üzerine köprü yaptırmış. Her geçenden otuz akçe geçmeyenden kırk akçe alırmış. Bir gün bu köprünün orada bir yiğit ölmüş ve etrafındakilerin feryatları üzerine Deli Dumrul orada bitivermiş. Yiğidin ölmesi yüzünden Azrail'e kızmış ve meydan okumuş…”
Hepimizin severek okuduğu Dede Korkut hikayelerinden ''Deli Dumrul'' yazar Lütfü Parlak'ın kaleminde yeni macerelara doğru yola çıkıyor. Sözlü bir geleneğin parçası olan Dede Korkut serisinin beşinci hikayesi olan Deli Dumrul yeniden okuyucuyla buluşuyor.
DELİ DUMRUL BEŞİK KERTMESİNİ ARIYOR
Hikâye böyle devam eder, eder de Lütfi Parlak'ın bu eserinde karakterleri canlandırmadaki titizliği, zaman ve mekan konusundaki doğruya yakın anlatımı ve olayları detaylandırmadaki titizliği okuyucuyu daha çok kitabın içerisine çeker. Duha Koca'nın duası, Deli Dumrul'un beşik kertmesini bulmak için elinden geleni ardına koymaması, kayınbiraderi ile dövüşmek zorunda kalması… Tüm bu detaylar Parlak'ın ustalığını konuşturuyor. Olayların geçtiği zaman, coğrafi özellikler, soysa-kültürel yapı, topluma hakim olan inanç sistemi gibi tarihsel zenginliklerin derin bir araştırma sonucunda farklı bir perspektiften nakledilmesi eserin içeriğini zenginleştiriyor. Ayrıca, tarihi hikayenin üzerinde çok fazla değişiklik yapılmadan bizlere sunulmuş olması elimizdeki metinlerin değerini bir kat daha arttırıyor. Ne de olsa başarılı bir tarihi roman, gerçeği buğulandırmadan yansıtandır.
Dede Korkut hikâyeleri ne kadar dağdan usul usul akan ırmak gibi gözükse de ırmağın görünmeyeninde, ortaya çıkmayı bekleyen bir derya yatıyor. Toplumsal açıdan önemli unsurların taşıyıcısı olan Dede Korkut metinleri, yazar tarafından etkileyici bir anlatımla romanın içerisinde tekrar yer buluyor. Öyle sanıyorum ki tarihi dönemler içinde toplumsal yapıyı oluşturan aile, ahlaki değerler, kültürel yaşam ve bireylere yüklenen rollere dair sunulan motiflerle Deli Dumrul, keyifle okuyacağınız bir roman olacak.